Yıldıray Oğur

Son söz Yüksek Seçmen Kurulu’nun…

AK Parti bu karara itiraz edeceğini açıkladı ama sonuçta YSK seçim iptali için bulduğu tek gerekçeyi de muhtemelen aksi 23 Haziran’a kadar teknik olarak imkansız olduğu için kendi kendine iptal etmiş oldu. Daha şüpheciler kararı yeni bir seçim iptali için ön hazırlık olarak yorumluyorlar ama esas olan seçim iptali için zorlanmış hukukun, seçim sistemini kilitlemeye doğru giderken bir duvara çarpıp durması...

Bazen sadece gerçeği söylemek en büyük vatanseverliktir…

Diziyi izlerken insanların hayatlarına mal olan bu kötü propagandanın, gerçeğe karşı direncin, insanların konuşmasını engelleyen korkunun karşısında öfkeye ve şaşkınlığa kapılıyorsunuz. Ama sonra 2019 yılında Türkiye’de bile herkesin bildiği gerçeklerin nasıl korkudan yüksek sesle dillendirilemediğini, fısır fısır kenarda köşede konuşulanlarla resmi görüşler arasındaki büyük uçurumları, gerçekler cesaretle dillendirilmediğinde karşılaşılan yüksek maliyetleri hatırlayıp şaşkınlığınız geçiyor.

Komünist başkan nasıl neo-liberal başkan oldu?

Geçmişle hesaplaşma yerine geçmişi yüceltme, özür yerine övünme, özgürlük yerine güvenlik yükselişte. Aksi hep emperyalizm, liberalizm, bölücülük. Dersimliler, bir süre daha şehirlerinin 1000 yıllık adını, 1935 yılında Meclis komisyonunda aklına esip değiştiren İçişleri Bakanı’nın bulduğu adla yaşamaya devam edecekler.

İptal gerekçelerini kim çaldı?

Dolaşıma sokulan bu sayfalar “Adalet ve Kalkınma Partisi adına Genel Başkan Yardımcısı Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan YAVUZ tarafından Kurulumuz Başkanlığına verilen tarihli aynı içerikli dilekçelerde” diye başlayan gerekçeli kararın girişindeki ilk 12 sayfada yer verilen, AK Parti’nin YSK’ya iptal başvurusunda ileri sürdüğü iddialardı. Yani AK Partililer AK Parti’nin YSK’ya sunduğu iddiaları, YSK’nın tespiti diye tekrar bize sundular.

“Bunu hangi edebe, hangi adaba, hangi kaleme sığdırabilirsiniz?”

Bu ırkçı imalarla ilgili İmamoğlu, ondan beklenen “Rum değilim, Türküm, Müslümanım” açıklamasını ısrarla yapmayarak en doğrusunu yapıyor. Siyaseti yıllar önce Türkiye’nin artık aştığını zannettiğimiz bu seviyeye yeniden düşürenlere cevap vermeyerek hem ırkçılığa taviz vermiyor, hem de ülkenin Rum vatandaşlarını kıracak bir cümle kurmuyor.

Her şey neden çok güzel olmadı?

“Az kaldı, bitiyor. Ünlü biri değilim. Ama olur ya, benim için “içeride kafayı yedi” gibi şeyler dendiğini duyan varsa aranızda, bilsin ki ol hikâyat işte bundan ibarettir. Bu yazı bir şikâyetname değil. Allah mıdır adı, evren mi, Çalap mı, Tengri mi, Tanrı mı, God ya da Gott mu, Ulu Manitu mu, “Bir” mi, “Tek” mi, her ne ise işte, O’nun bana yaşattığı ve yaşatacağı hiçbir şeyden şikâyetim olamaz zaten. Ben bu yazıyı yazan ben’den memnunum ve bu ben’i bütün bu yaşadıklarıma borçlu olduğumun farkındayım. Son nefesle mezun olunan bir okuldayız hepimiz..."

Aynı vapurun yolcularıyız…

Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a bir daha 1927 yılında Cumhurbaşkanı olarak döndü. Samsun’a ise 1919’dan sonra ilk defa 1924’de eşi Latife Hanım’la gitti. Ardından 1930’da bir başka meseleyi çözmek üzere bu kez Ege Vapuru ile Samsun’a çıktı. Çözülmesi gereken mesele, Samsun’un 1930 yerel seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kazandığı iki ilden birisi olmasıydı. (Diğeri ilçe yapılan Silifke).

Hıncını dava zannetmek…

Türkiye’de de siyasi “dava”ların çoğunluğu gücü elde etmek, ötekine aman vermemek, geçmişin intikamını almak gibi dürtülerin hareket geçirdiği kültürel ve sosyal bir hınç duygusundan besleniyor. Böylesine ilkel, varoluşsal insani bir duygunun motor gücü olduğu kutsal “dava” lar uğruna ahlaki sınırları aşmak da kolaylaşıyor.

Demokrasinin buruk doğum günü kutlaması…

Maalesef Türkiye, demokrasinin 69. yaş gününe bu olgunluğun gösterilemediği 31 Mart İstanbul seçimlerinin gölgesinde giriyor. Muhtemelen bugün ortaya ikna edici bir delil bile koymaya gerek duymadan “Çünkü çaldılar” deyip gülüp eğlenenler de yıllar sonra İnönü’nün 46 seçimleri için yaptığına benzer özeleştiriler yapacaklar.

Oy hırsızlığı iddiaları nasıl “murdar” oldu?

Ne tuhaftır ki 16 Nisan referandumunda muhalefetin itiraz ettiği ama reddedilen imzasız, mühürsüz oy pusulası, zarf gerekçesiyle bu kez seçim iptal edilmiş. Halbuki 123 sandıktaki oylar yerinde duruyor, bu 40 bin oy sisteme girmiş durumda. Seçimi iptal yerine günlerce sayılan diğer oylar gibi bu 123 sandıktaki oylar da yeniden sayılabilir, şaibe şüphesi giderilebilirdi. Ama bunun yerine YSK, yorganı yakmayı seçti. Ama yorganın tamamını da değil.

İftarda milli iradeyi yemek…

Ortada neresinden tutsanız elinizde kalan, 69 yıllık YSK ve demokrasi tarihinin en keyfi, en hukuksuz kararı var. Ama 6 Mayıs 2019, sadece YSK’nın ve 69 yıllık demokrasi tecrübemizin üzerine düşen bir gölge değil aynı zamanda milli irade diskurunun da el değiştirdiği gün. Artık devletin başka sahipleri var. Askeri/sivil bürokrasi ve yargı bu yeni duruma göre izalanmış durumda. Sandık ise yıllar sonra elde edilmiş iktidarın kaybedilebileceği bir risk haline geldi.

Orada birileri bir şeyler yapacak mı?

Hukukun değil, devletin yanında durmak her zaman daha garantili bulundu. Şayet böyle bir yerleşik hukuk geleneği olsaydı, söylemedikleri sözlerden çıkarılan subliminal mesajlarla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için Anayasa Mahkemesi “hak ihlali yok” kararı verirken bir kere daha düşünürdü.

Ankara’nın adları bilinmeyen hakimleri…

Futbol kötü olunca, futbolcuların değil, hakemlerin konuşulması gibi, iyi bir demokraside de seçimi yapan hakimler değil, adil biçimde yaptıkları seçimlerden çıkan sonuçlar konuşulur. Çünkü seçim itirazlarına bakan hakimleri, diğer mahkemelerdeki hakimler gibi sadece kanunlar değil, 69 yıl boyunca verdikleri kararlar, içtihatlar ve oraya buraya çekilemeyecek matematik de bağlıyor.

Adaletten kötü muamele görmek…

Mahkeme “müştekinin olay yerinde bulunmayan polisleri dahi teşhis edişi ile sanık hakkında teşhisinin de sağlıklı olmadığına”, “kamera kayıtlarında teşhise elverişli veri tespit edilememesine” deyip, Türkiye’de hakimlerin mahkemelerde uzun süredir unuttuğu “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayanarak davanın tek sanığı polis memuru O.Ş.’nin beraatına karar verdi.

Sabri Bey’in suçu…

2001 yılından bu yana, o günlerde adı “Fethullah Gülen cemaati” iken bile bu örgütle kavgaya tutuşmuş, halen iktidarda olan devlet büyüklerini uyarmaya çalışmış 66 yaşındaki emekli ve hasta bir emniyet müdürü, 2019 yılında FETÖ’ye yardım ve propagandan hapse girmiş oldu.

99 yıl sonra buraya mı gelecektik?

 23 Nisanlar 1981’den beri  Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanıyor. Bayramın 1921’de kabul edilen ilk adı Milli Hakimiyet Bayramı’ydı. Aslında açılışının birinci yıldönümü olan...

Evet, bir beka sorunumuz var

Dünyada milliyetçilerin çok birleştirici olduğu söylenemez. Ama milliyetçiliğini yaptığı toplumun yarısından nefretle ve düşman kuvvet gibi bahseden bir milliyetçiliğin, “Türkiye ittifakı” sözünden bile rahatsız olan bir Türk milliyetçiliğinin herhalde örneği azdır.

Mahkûm vatandaşın peşinde…

Prof. Üstel, malum bildiride imzası olduğu için yargılandığı İstanbul 32.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezası ertelenmedi ve istinaf mahkemesince de onandı. Bir imza dolayısıyla üniversiteden emekli olmak zorunda kalan ünlü profesör, bu bildiri yüzünden hapis cezası onanan ilk isim oldu.

Helal olanı murdar etmek…

Yavuz’un açıklamalarına bakılırsa, AK Parti’nin YSK’ya seçim iptali için sunduğu üç bavul delilin içinde, günlerdir iktidara yakın gazetelerin manşetlerinden düşmeyen, hem İstanbul’un atanmış mevcut belediye başkanı Mevlüt Uysal’ın hem de Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım’ın tvlerden saatlerce yayınlanan basın toplantılarında anlattıkları Büyükçekmece, seçmen kaydırma, usulsüz kayıtlarla ilgili iddialar yok.

Dersimiz yine demokrasi

12 yıl önce benzer hukuki zorlamalar, medya operasyonları ve tepelerinde askerin kılıcı sallanan Anayasa Mahkemesi kararıyla Cumhurbaşkanı seçilmesi engellenmeye çalışılmış 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuştu “Vaktiyle bize yapılan yanlışları, biz güçlü olunca başkalarına yapmamalıyız” diyerek demokrasi ve ahlak dersi verdi.

Yapmayın, tarih sizi affetmez!

Türkiye’de her şey unutulur ama seçimlere düşürülen gölge, milli iradeyi beğenmeme, hazımsızlık unutulmaz. Çünkü bu sadece siyasi değil, ahlaki bir mesele olarak hafızalara kazınır. O yüzden bugün hala 1946 seçimlerini konuşuyoruz. Yarın birileri de 2019 seçimlerini konuşurlar. 17 yılda hakkıyla 14 seçim kazanmış bir parti tarihe böyle geçmemeli.

Kemal Bey’in hakkı Kemal Bey’e…

Kemal bey belki mütevazi, tvlere ve meydanlara çıkınca kitleleri coşturamıyor. Gerektiğinde bugünlerde yaptığı gibi arkada durmayı içine sindiriyor. Kuantum vaat etmiyor ama kendi partisinden ve hatta tabanından daha ileride bir lider ve iyi bir stratejist olduğu açık.

O pankartı hatırlamak…

Geçersiz oyların yeniden sayımı farkı kapatmayınca, bütün oyların yeniden sayımını zorlayan, o da yetmeyince seçimin yenilenmesinin yolunun yapılmasıyla, İstanbul’un sanki muhalif partinin seçimde halkın yarısının oyunu almış adayına değil de, Bizans’a teslim edilecekmiş gibi verilen aşırı tepkilerle hatırlanacak.

Demokratik olgunluk sınavı…

Sandık görevlilerini FETÖ’cülükle, kendi müşahitlerini ihanetle suçlamak, “çöplüklerde oylar bulundu” gibi artık mizahi bahanelere sığınmak 17 yıl boyunca kazandığı her seçimden sonra benzer suçlamalar işitmiş bir partiye hiç yakışmadı.

Sandıktan çıkan “Mağrur olma” sesi…

Halk bütün partilere ben buradayım, kimsenin hazır kıtası değilim, hamasete karnım tok, beni ikna etmen gerekir, tercihlerim değişebilir, iyi ile kötüyü ayırt edebilirim o yüzden “mağrur olma” demiş oldu.

Açılan sandıklardan gelen ilk sonuçlar…

Türkiye’de mevcut partiler artık büyük ölçüde topluma söyleyeceklerinin sonuna gelmiş, ancak hasımları üzerinden kendisini tanımlayabilen, hikayesini tüketmiş partiler. O yüzden yarın akşam sandıklardan kim galip çıkarsa çıksın, kazanan bir parti ya da bir ideoloji olmayacak.

Viyana kapılarında kimler kimlerle beraberdi?

2019 yılında Türkiye’de yapılan seçimlerde siyasetçilerden Sivas Belediye başkanlığı için bir partinin adayına oy vermenin mahşerde berat vesilesi olacağını, Kuran’da işi ehline verin dendiğini, oyları kendilerine verenlerden Allah’ın hesap sormayacağını duyduk... İstanbul ve Ankara’da çöpleri kimin toplayacağı hakkındaki bir seçimin haç ile hilal arasında geçtiğini, ülkenin bekasının buna bağlı olduğunu işittik.

Ve devlet bütün arşivlerini açar

31 Mart yerel seçimlerinde tüm Türkiye’de CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi listelerinden belediye meclis üyeliklerine aday gösterilmiş 325 kişiye ait resmi fişleme kayıtları, haberleştirmeye bile gerek duyulmadan doğrudan foto galeri olarak internet sitelerine kondu.

Hepimiz Yeni Zelandalı mıyız?

12 yıl önce bir günlüğüne Ermeni olanlardan rahatsız olanların bir kısmı bir haftadır Yeni Zelanda’daki dayanışma görüntüleri için takdirlerini ve hayranlıklarını dillendiriyor. Herhalde siyasi narsisizm buradaki çelişkinin görülmesini de engelliyor. Çünkü empatinin sadece bize karşı yapılanını, bizim hislerimizi okşayanını seviyoruz.

Büyük devlet nasıl olunur?

Tarihin hesaplaşmalarına takılıp kalmamak, onlardan dersler çıkarmak, düşmanlıkları dostluklara çevirmeyi başarmak, geçmişteki hatalara, mağlubiyetlere de serinkanlılıkla bakabilmek, gerektiğinde özeleştiri verebilmek devletleri büyük ve güçlü yapıyor.