Yıldıray Oğur

“Türkiye’ye çok kırılmış” bir Merkez Bankası Başkanı

2001 yılından bir gazete birinci sayfası. Ekonomik kriz Türkiye’yi vurmuş. IMF acı reçetesi uygulamada.Gazetenin birinci sayfasında boydan bir resmi konmuş 21 yaşındaki başarılı genç kızı ise o habere kadar sadece yakınları, hocaları ve arkadaşları tanıyordu. “Türk, Övün, Çalış, Güvenme” başlıklı haberde bahsedilen üniversite birincisi genç kız 300 dolarlık bilet parası bulamamaktan, ücretsiz staja kabul edilememekten şikayet ediyor. O kızın 22 yıl sonra MB Başkanı olacağına kim inanırdı?

Yeni kabineden umutlanmak neden ayıp değildir?

Bu kınanacak eksik bir muhaliflik, nefsine yenik düşmek, düşman saflarına geçmek değil, sadece insani bir hayatta kalma güdüsü, hatta bağnaz olmayan, Yetmez Ama Evet diyebilen rasyonel bir seçmen davranışı. Dün Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin değişimine kredi açmak ne kadar ayıp değilse, bugün seçim kazanmış iktidarın yenilenmiş kabinesinden umutlanmak da ayıp değil. Bu kadarlık umuttan kimseye zarar gelmez.

Bir nüfus sayımı nasıl kazanılır?

Peki nasıl yapıyor da Erdoğan, farklı ittifaklar ve farklı ideolojik mesajlarla her seferinde yüzde 50’yi yanına çekebiliyor? Cevabı basit: Çünkü her seferinde seçimi CHP ve CHP’li ittifaka karşı bir nüfus sayımına çeviriyor. Peki o zaman seçimlerdeki sonuç kaçınılmaz mı? Ya da bir nüfus sayımında nasıl kazanılır? Tabii ki çok çocuk yaparak değil. Ama nüfusunu artırarak…

Montajsız, ham görüntüler…

Yüzyılın depreminde yıkılan şehirlere, 50 bin kayba, dünyanın en yüksek beşinci enflasyonuna, son 21 yılın en batık haldeki Merkez Bankası’na, parti-devlete doğru giden bir demokrasiye, AİHM kararlarını mı bile takmayan bir hukuk düzenine rağmen iktidar iki seçim kampanyasını tek bir propagandayla tamamladı: “Teröristler” Üstelik terörün son 40 yılda hayatımızda en az olduğu bir dönemde. Peki kim haklı? Erdoğan mı? Kılıçdroğlu mu? Bunun için 2002-2023 arasında üçüncü bir isme kulak kabartmak gerek. Kılıçdaroğlu'nun üniversite arkadaşı, Erdoğan'ın ortağı Devlet Bahçeli'ye...

Ya ümmetin Türkiyeli evlatları?

Erdoğan’ı her şeye rağmen desteklemeye devam eden İslamcıların son tutundukları dal mülteci meselesindeki tavır. Ama uzun süredir bu ahlaki üstünlüğü, ülkedeki neredeyse bütün alanlardaki haksızlıklar, adaletsizlikler ve kötü yönetimin üzerini kapatan bir şal gibi kullanıyorlar. Halbuki Türkiye’de ümmetin sadece Suriyeli ve Afgan evlatları yaşamıyor. Türkiye’de bir de ümmetin 80 milyon Türkiyeli evladı yaşıyor. Türkiyelilerin meselelerinden kaçmanın yolu Suriyelilerin haklarını savunmak değildir.

Sahiden öyle mi oldu?

Seçimden sonra şöyle bir rakamlara bakarak bir haftadır neredeyse doğruluğundan şüphe edilmeyen tespitler var: “Milliyetçilik yükseldi”. “Mülteci karşıtlığı oy getirdi.” “DEVA, Gelecek, Saadet CHP’ye hiç oy getirmedi.” Ve tabii geleneksel “liberaller yanıldı” Galiba bu analizler CHP genel merkezinde de epey popüler. Rakamlarla herkesin kendi doğrularını meşrulaştırması mümkün. Ama böylece kendini kandırmak da mümkün. Peki bu analizler rakamsal olarak doğru mu?

Gidemeyenlerin ülkesi….

Başlık Gülay Göktürk’ün 1999 yılında yazdığı meşhur yazıdan. 28 Şubat’ın baskılarından, başörtüsü yasaklarından bıkmış ama imkanı olmadığı için ülkeden de gidemeyenler için “Gidemeyenlerin Ülkesi” yazısını yazmıştı. Bu seçimden sonra aldığım mesajlar ve gördüklerim gidemeyenlerin ülkesinde rollerin bir kere daha değişmiş olduğunu gösteriyor.

Mümkün mü?

Türkiye’de seçimler partilerin katıldığı ama sonunda bir şekilde Erdoğan’ın kazandığı bir spora dönmüş durumda. Reisçilik Türkiye’nin artık sadece siyasi değil, sosyal bir gerçeği. Muhalefet bu 15 günde en çok bu hayalkırıklığı hissiyle mücadele edecek. Ama seçimden muhalefetin çıkaracağı en yanlış ders bu mahalleleri aşmayı amaçlayan ittifak siyaseti yerine daha fazla kendi mahallesine doğru kapanmak olur.

İkinci 14 Mayıs’ın ‘CHP’si kim?

Seçim tarihi 14 Mayıs olarak açıklandığında hem AK Parti hem de CHP bu tarihsel referansla heyecanlanmıştı. Ama sonra her ikisine de bu referansın kendileri için pek de uygun olmadığına karar verdiler ve kampanya boyunca bir daha 14 Mayıs 1950'yi ve "Yeter Söz Milletindir" sloganını duymadık. 73 yıl sonra yarın Türkiye bir 14 Mayıs günü yine sandık başında. Peki, 73 yıl önceki CHP bugün kim acaba?

Türkiye’nin beş dakikalığına bile olsa bir iktidar değişikliğine ihtiyacı var

14 Mayıs 1950’de tek parti rejimine hayır diyerek demokrasinin kapısını açan bu toplum, 14 Mayıs 2023’de sonu tek parti rejimine çıkacak bir yola Türkiye’yi sokup sokmayacağına da karar verecek. Bunun olmaması için ihtiyacımız olan şey ise sadece beş dakika… Türkiye’nin beş dakikalığına bile olsa bir iktidar değişikliğine ihtiyacı var.

Sana söz, o baharlar hiç gelmeyecek!

Yine birkaç eleştiri denemesi. Yine kapanan köşeler, kapatılan sosyal medya hesapları. Ve sessizlik. Beş yıl daha yine kırılmalar, küstürülmeler, uzaklaştırılmalar, can sıkıntıları. Sonra seçimlere bir kala yine sabır tavsiye eden ümitvar bir dava yazısı. Ama beş yıl sonraki Türkiye’de Aydın Ünal’ın davasından geriye ne kalacağı da sabır tavsiyesiyle “son kez Reis” yazmasına bile sabredilip sabredilmeyeceği ise meçhul. Hiç bitmeyen kredi açılan bir iktidar en sonunda her şeye rağmen kendisine destek verecek insanların kaygılarını, eleştirilerini neden dikkate alsın ki?

Market alışverişi için Berlin’e mi gitsek, Londra’ya mı?

Enflasyonun vahametini istatistikler tam olarak anlatmıyor. Bir noktadan sonra sanki bu rakamlarda anlatılan biz değilmişiz gibi bir yabancılaşma hissi oluşuyor. Rakamlar ile günlük hayat arasındaki makası kapatmak için Avrupa’daki dört ülkede yaşayan dört arkadaşımdan yardım istedim. Almanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de yaşayan dört arkadaşım yaptıkları son market alışverişlerinden birinin fişini gönderdi. Sonuç bundan şüphelenen benim için bile inanılmaz oldu.

Biz bu filmi izlemiştik ama bazıları hatırlamıyor

28 Şubat günlerinde ordu ve ordu yanlısı medyanın propagandası terör ile irtica işbirliği iddiası üzerine kuruluydu. İrtica terörden daha tehlikeli ilan edilmişti. Ama bununla da kalınmamıştı. Doğrudan Refah Partisi ile PKK ilişkili gösteriliyordu. Genelkurmay’da medyaya ve yargıya verilen ünlü irtica brifinginde uzun uzun bu işbirliği üzerinden durulmuştu...

Cumhurbaşkanı neden 7 Haziran’a döndü?

Cumhurbaşkanı en iyi bildiği ve severek yaptığı seçim kampanyası moduna geçti: Sertleşti. “Diyanet’i kapatacaklar, Apo’yu serbest bırakacaklar, zaten bunlar hep LGBT” demeye başlıyor. Twitter’da ayıplansa da mahalle aralarında konuşulacak argümanları dolaşıma sokuyor. Akıllara Cumhurbaşkanı’nın son kürsüden Kuran salladığı 7 Haziran kampanyası, Yeni Zelanda'daki ırkçı bir teröristin cami saldırısının görüntülerini dev ekranlardan izlettiği, “Sisi’ye mi Binali’ye mi oy vereceksiniz” bile dediği 31 Mart yerel seçimleri kampanyası geliyor. En sert söylemlerle girilen o seçimlerin sonucu malum.

Sultanahmet’te bayram sabahı…

Erdoğan, bayram namazını Ayasofya’da kıldı. Sonra da Sultanahmet’e geçip caminin bahçesinde kurulmuş kürsüden toplanan kalabalığa konuştu. Bu, Türkiye siyasi tarihinin ilk bayram sabahı mitingi olarak tarihe geçti. Sultanahmet Meydanı çok tarihi mitinge ev sahipliği yaptı ama kimse Sultanahmet Camii içinde miting yapmaya kalkmamıştı. Yine de bayram ve restore edilen Sultanahmet Camii hakkında bir konuşma yapsaydı bu kadar göze batmayabilirdi. Ama anlaşılan Cumhurbaşkanı için seçime giderken caminin liman liman gezdirilen savaş gemisinden, il il dolaştırılan yerli arabadan bir farkı yok.

Peki onlara haklar helal mi?

28 Şubat ve başörtüsü konusunda hiçbir şey söylemeden sessizce saf değiştirmiş Hulki Cevizoğlu, Önder Aksakal, Şebnem Bursalı, Mehmet Ali Çelebi gibi yeni AK Partililere haklar tek bir sual sorulmadan otomatik olarak helal. Ama başörtüsü konusunda açılım yapmış, hata yaptık demiş, muhafazakarlardan kapılarına kadar gidip helallik istemiş Kılıçdaroğlu'na ise asla helal değil.

İdeolojilere matematik molası

Bu seçimlerde ne AK Parti seccadelerin koruyucusu İslam’ın son kalesi, ne de CHP camileri ahır yapmak için tetikte bekleyen, ellerin gitmediği o eski CHP. Aksini iddia eden, oyuna ideolojik anlamlar yüklemek isteyerek sadece kendisini kandırmış olur. Çünkü en azından bu seçimlik ideolojilere matematik molası verildi.

Çocuklar artık neden öcülerden korkmuyor?

Gözleri önünde etrafta fink atan cari öcüleri görmeyenler, başörtüsü konusunda yanlış yaptık diye özür dilemiş, kendi medyasını bile karşısına alıp başörtüsü kanun değişikliği teklifi vermiş, seçim afişlerine ve muhtemelen aday listelerine başörtülü kadınları koyan Kılıçdaroğlu’nun aslında yalnız olduğu ya da takiyye yaptığı, Cumhurbaşkanı yardımcılıkları ilan edilmiş ittifaktaki muhafazakar parti liderlerinin onca belgeye, söze rağmen seçimden sonra tasfiye edilecekleri, yeni bir CHP vesayeti kurulacağı gibi cin, peri hikayeleri anlatıyor.

Necip Fazıl, neden seccadesine sığınmıştı?

Kılıçdaroğlu’nun bir iftar sonrası fotoğraf çektirirken seccadenin üzerine basmasına karşı şiirin bu son iki mısrası bu aralar her yerde. Bir gaflet anında seccadeye basan Kılıçdaroğlu’nun özürleri bile seccadenin seçim kampanyasında bir bayrağa dönmesini engelleyemedi. Halbuki Necip Fazıl bu şiiri seccadeye olan sevgisini anlatmak için yazmamıştı. Türkiye’de hürriyet karşıtlığının, hukuksuzluğun bir mağduru yalnızlığını evladına böyle anlatmıştı. Tıpkı bugün yine ifade hürriyetlerini kullandıkları için hapishanelerde olan, haklarında bir tweet yüzünden davalar açılmış binlerce insanın her gün yaptığı gibi…

O “dava” acaba hangi “dava”ydı?

Milli Görüş, devlete karşı bir tedbir olarak parti üzerine mal varlığı tutmadı. Balgat’taki parti genel merkezini 1984’de ETAŞ Emlak AŞ adlı bir şirket satın aldı. Refah Partisi, bu şirketin kiracısı olarak görünüyordu. Aslında kimse kimseye kira ödemiyordu. Genel Merkez binası Refah’tan sonra Fazilet’in, Fazilet’ten sonra Saadet’in genel merkez binası oldu. 2008’de Fatih Erbakan ve Erbakan’ın damadı Mehmet Altınöz şirkete ortak yapıldı. Saadet Partisi’nin muhalefetle hareket etmesi sonrası Fatih Erbakan atılması cesaret isteyen bir adım attı. 11 Nisan 2019 günü Fatih Erbakan’ın açtığı haciz davası sonucu Saadet Partisi genel merkezine gelen icra memurları, polis nezaretinde binayı tahliye etti. Balgat’taki genel merkeze kim taşındı peki?

Tarikat, cemaat ve pide…

Mustafa Karataş, yıllardır televizyonlarda dini programlar yapan saygın bir din adamı. Kanal 7’deki programlarıyla geniş bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Geçen akşam, aynı grubun haber kanalı ÜLKE TV’deki programının konusu “Ramazan kolisinde neler yer almalı?”ydı. Dümdüz bir Ramazan kolisinde olabilecek temel gıda ürünleri masanın üzerine kondu. Bir hesap makinesi alındı. Tek tek ürünler ve fiyatları yazıldı. Ne lükse girebilecek bir ürün vardı, ne de pahalı markalar. Onların tabiriyle “vasat bir Ramazan kolisiydi” bu...

Antakya için bu kez kim aslanlara atılmalı?

2400 yıldır aynı adı kullanan, İncil'de, Kuran'da geçen, Roma'nın ikinci büyük şehri Antakya depremde yok oldu. M.S. 115'deki depremde suç şehrin piskoposuna kesilip, aslanlara atılmıştı. Peki, Antakya enkazının sorumlusu kim?

En iyi ittifak formülü: “Oy oranları hesaplanamasın”

İbrahim Uslu’ya göre en iyi ittifak modeli eşittir en çok milletvekili getirecek ittifak modeli. Bunu da “hiçbir partinin seçim sonrası oy oranının hesap edilemeyeceği ittifak modeli” olarak tarif ediyor. Saadet Lideri Karamollaoğlu'nun Davutoğlu ve Babacan’a teklif ettiği ittifak içi üçlü ittifak teklifinde de amaç Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı'ndan sonra bir de CHP'ye oy vermek istemeyecek muhafazakar seçmen için cazip bir alternatif oluşturmak.

Kayısı bahçeleri nasıl mezarlığa döndü?

Bostanbaşı, Yeşilyurt, Karakavak...isimleri gibi yeşil sulak arazilere Milano Residence, Toscana Evleri, Seyr-i İstanbul adlı lüks siteler yapıldı. Geriye hayalet şehre dönen bir Malatya kaldı. Bir de siyasetçi-müteahhit profilinin 30 yıllık suçları...

“Aday Kılıçdaroğlu, Essalamu Aleyküm…”

Karamollaoğlu, herkesin Berat Kandili’ni kutladı, adaylığın hayırlı olması için ettiği duaya az önce “Türkiye laiktir laik kalacak” diye bağıran kalabalık hep beraber “Amin” dedi. Kandil ve soğuk yüzünden konuşmasını kısa bitirdiğini söyledi ve sözlerini onu dinleyen kalabalığın veda ederken duymaya pek de alışık olmadığı bir şekilde bitirdi: “Esselamün Aleyküm.” Mütevazi hatta amatör denebilecek bu aday açıklama töreni doğal şartları içinde Cumhuriyetin 100. Yılı için özel olarak hazırlanmış bir Türkiye mozaiği gösterisine döndü.

Akşener yalnız mıydı, yalnız mı kaldı?

2 Mart'taki toplantının ardından herkes medeni bir şekilde Saadet Partisi’nden Karamollaoğlu tarafından kapıdan gülerek uğurlanmıştı. Nihayet bütün liderler pazartesi günü müzakereye devam etme kararı almışlardı. Yani ortada havada uçan tabaklar, ayağa kalkıp birbirine bağıran liderler, çarpıp çıkılan kapılar, masadan “ittirilen” kimse pek yok gibi görünüyor. Peki neden İYİ Partililer meseleyi “Altılı Masa’da o akşam” trajedisine çevirdi ve bazı gazeteciler konuyu neredeyse “Akşener’e mansplaining yapıldı”ya kadar getirdi ama gerisini bir türlü getiremedi. Çünkü “Akşener’in trajedisi” hikayesi masada bitiyor. Gerisini herhalde hatırlamak istemiyorlar. Ya da onu tevil etmek o kadar kolay değil.

Peki, masadan neden adabı muaşerete aykırı olarak kalktı?

Akşener ve siyasi danışman ekibi, Erdoğan’ın gitmesi dışında bir önceliği olmayan muhalif kitlelerin İmamoğlu ve Yavaşçılığına fazla anlam yükledi ama bu İmamoğlu ve Yavaşçılık için Erdoğan’a karşı kurulan ittifakın dinamitlenmesinden kimse hoşlanmadı. Üstelik Akşener’in Samsun’a çıkmaya davet ettiği iki belediye başkanı da Bandırma Vapuru’na binmeyeceklerini açıkladılar. Böylece Akşener kendi kendini bir siyasi parti liderinin asla düşmemesi gereken bir boşluğa düşürdü. İsyan çağrısı da o boşlukta havada asılı kaldı.

Seher Hoca’nın oğlu nasıl katil müteahhit oldu?

1989'dan 2023'e 34 yıldır aynı siyasi/idari kadroların yönettiği Maraş'ı depremle birlikte kim siyasetçi, kim müteahhit karışmış düzen yıktı. Geriye enkazlar ve caddelere, okullara verilmiş o isimler kaldı.

Aslında bu izlediğimiz kendi akıbetimizdir

15 gün sonra hayat yavaş yavaş normale dönecek. Televizyonlar dizi yayınlarına başlayacak, ünlüler instagram postlarında ihtiyaç listeleri yerine yemek fotoğrafları paylaşacak. Deprem yine unutulacak. Tıpkı 1939’dan beri meydana gelmiş ve binlerce insanı aramızdan almış diğer tüm depremler gibi…Hiçbir iktidar ileride olma ihtimali yüksek bir felakete karşı bugün fazla para harcamak istemeyecek. İzliyor musunuz? İşte bu aynı zamanda bizim de akıbetimizdir.

“Türkiye’deki depremde şu ana kadar 6100 Suriyeli sığınmacı hayatını kaybetti”

Bu rakamlar her dakika artıyor. Enkaz altında hala çok sayıda cenaze var. Yani Türkiye’de depremde hayatını kaybedenlerin beşte biri Suriyeli. Ama hala depremin yükünü bu insanların üzerine yıkmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlar, onları yağmacı ilan edenler için bu insanlar her zaman rakamdan ibaretti. Ama komşularını kurtarmak için seferber olan, her yardım işine el atan, kimseden bir şey isteyemeyen, şikayet edemeyen Suriyelileri bari bu zor günlerde rahat bırakın.