Fransız Devrimi’nin üzerinden yaklaşık 130 yıl geçti. Devrimlerin coğrafyası Avrupa’nın batı ucundan doğu ucuna kaydı. John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün” diye idealize ettiği uğultunun içinde Lenin, peşpeşe “Devlet ve İhtilâl”i (Ağustos-Eylül 1917) ve “Proletarya İhtilâli ve Dönek Kautsky”yi yazdı (Ekim Kasım 1918). Sadece Bolşevik Devrimi için değil, genel olarak bütün modern devrimler için, (a) iyi, faydalı ve (b) kaçınılmaz olmalarının ötesinde, yeni bir argüman geliştirdi: (c) o kadar da pahalıya malolmadıklarını iddia etti. Evet, dedi, tabii vardır devrimin kanlı bir bedeli. Ama işçilerin ve bütün emekçi sınıfların devrim olmadığı takdirde Eski Düzen altında yaşamaya devam edeceği sürenin günlük acılarının toplamıyla karşılaştırılacak olsa, devrimin maliyetinin çok daha düşük olduğu görülecek; üstelik bu sayede, insanlığın mutlu geleceğine çok daha geniş ve ferah bir yoldan, çok daha çabuk ulaşmak mümkün olacaktır.
Çözüm Süreci’nin PKK’dan ve Erdoğan’dan gelen karşılıklı volelerle ekarte edilmesinden bir süre sonra (ki Çözüm Süreci’nin gömülmesi gerek devlet-iktidar gerek PKK için bir kazan-kazan operasyonuydu) PKK Güneydoğu’daki Kürt şehirlerinde alan tutmayı ve orada kalıp devlete karşı direnmeyi hedefleyen Hendek çatışmalarını başlattı. Bu da Kürtlerin silaha ve -silahlı direnişte ısrara ettiği sürece- PKK’ya geri dönüşsüz olarak kırmızı kart göstermesi sonucunu doğurdu.
Bu haftanın başında Birleşik Kamu-İş’e bağlı sendikalı öğretmenler iş bıraktı. Sosyal medyada koparılan kıyamete gerçekten inanamadım. Eylemin ana nedeni yüzde 11.54 zam kararı. Ama sorunları, dertleri derin… Dünü bugünüyle “uzun hikâye”. Öğretmenler, Uç uç böcekleri, “akşama düğünler”, öğretmene hediye edilen “kısacık saplı” kır çiçekleri, “etik hediyeler”, yüzükler-efendiler, darbeler, meçhul öğretmen-öğrenci anıtlarıyla da acı bir masal sanki.
Yeni açılım sürecinin siyasi sonuçlarından memnun olmayan muhalif kesimde bir Kürt sorunu inkarcılığı filizlenmeye başlandı. Halbuki Türkiye’de Kürt sorunu sürekli bir vesileyle nüksedebilen Cumhuriyet’in kalıtsal bir hastalığı. Bugün Suriye merkezli olarak nüksediyor, bundan 50 yıl önce ise Irak merkezli olarak nüksetmişti
13 senedir Baas yönetimine karşı mücadele veren muhalif gruplar günün sonunda HTŞ’nin şemsiyesi altında kanlı, gaddar ve zalimane bir yönetime son verdiler. Bir diktatörün gitmesi ve İslami kimliği olan gruplar koalisyonunun zafer kazanması tabii ki beni sevindirir. Aksini düşünecek olsam, 60 senedir verdiğim mücadeleme ihanet eder, kendime olan saygımı kaybederim. Baas diktatörlüğünün sona ermesi bir şanstır, şimdi bunu ilahi/tarihi bir fırsat bilip hem acılı Suriye, hem Kürtler ve Filistinliler başta olmak üzere bütün bölge halkları için yepyeni bir sosyo politik model arayışına ve tesisine vesile kılalım, hep beraber bu konu üzerinde imal-i fikr edelim.