Bizim koğuşa geldiklerinde Deniz benim yatağa uzandı, ayaklarını da yukarıdaki ranzaya bağlı salıncak gibi sallanan ipe taktı. “Oral ne diyorsun, Cumhurbaşkanı Sunay bizim cezayı onaylar mı?” Ben her zamanki iyimserliğimle asılacaklarına ihtimal vermiyordum, “Hayır onaylayamaz. Bütün dünya idama karşı, cesaret edemez” diye cevapladım. O ise “Asacaklar bizi” diyordu.
Kavala Davası, Türkiye’de yargının mevcut konumunu gösteren sembol bir davaya dönüştü. Ne yazık ki Türkiye’de yargı, büyük bir oranda, yürütmeyi denetleyen bir organ olma vasfını yitirdi, yürütmenin yardımcı gücü rolüne büründü. Bugün mahkemelerden beklenen, her daim iktidarın arkasında durması ve iktidarın tercihlerini bir hukuki karar kalıbına sokup halka dayatmasıdır. Türkiye’de suç mevzuattan kopartıldı. Artık önemli olan bir kişinin gerçekte suçlu olup olmadığı değil, o kişinin suçlu olarak gösterilmesine iktidarın ihtiyaç duyup duymaması...
Klondike, her an sınır hattında ilerleyen bir film. İki hal arasında kalmış olmaktan kaynaklı gerilim filmin tam da duygu olarak konumlandığı yer. Bu sınır durumlarında en temel salınımlar tabii ki ölüm ile hayat arasında.
Ülkemizde tribün kültürünü çağrıştıran bir borsa kültüründen söz etmek mümkün. Bir hissenin yatırımcısı, bir futbol kulübünün taraftarını andıran bir psikoloji içine girebiliyor. Hisse yükselince, tuttuğu takım ligde yükselmiş gibi sevinebiliyor. Hisse düşünce, kendi takımına söven taraftar gibi, şirkete küfür edebiliyor.
Göç araştırmaları uzmanı Murat Erdoğan, geçen hafta Serbestiyet'te yayımlanan söyleşisinde, 'Türkiye'de bir Suriye milliyetçiliği doğuyor' anlamında bir söz söyledi. 'Nihayet bütün Suriyelileri birleştirecek bir üst kimlik inşa ediliyorsa bu güzel bir haber' dedim kendime. Çünkü aslına bakılırsa böyle bir şey maalesef yok. Zaten bu olursa Suriye sorunu da çözülmüş olur, dolayısıyla Türkiye'deki ve başka ülkelerdeki Suriyelilerin belki büyük bir bölümü ülkelerine dönerler.