Devlet Bahçeli’nin bugünkü (13 Temmuz) grup konuşmasından: “Bu süreçlerin ardından yapılan açıklamaların hepsi tek merkezden kaleme alınmış gibidir. Ve hedef ülke Türkiye’dir. Çözüm süreciyle ilgili asılsız ve tehlikeli söylentilerin arka planında da bunlar vardır…” Söyleyin, bu birkaç cümlenin, kadife eldiven içine gizlenmiş demir bir yumruktan farkı var mı? Bence yok. ‘Çözüm Süreci’ lafını bir daha duyar mıyız? Bence duymayız.
Bahçeli’nin basın danışman Yıldıray Çiçek: "En iyi 'çözüm süreci' devlete-millete silah doğrultan teröristi leş haline getirmektir…" Danışmanı, Bahçeli’ye danışmadan Erdoğan’la çözüm süreci polemiğine girer mi? Bu sorunun cevabı ‘hayır’ ise, MHP Genel Başkanı’nın yarınki grup toplantısında Erdoğan’a öncekilere benzer bir ‘ayar’ vermesini beklemek yerinde olur.
Ademe (yokluğa, unutulmaya) mahkûm etme taktiği nasıl zor konular karşısında mecburi bir sığınak olarak işlevselse, neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, hiçbir AK Partiliyi “vermeme” taktiği de yine zorunluluktan kaynaklanan ve fakat işe yarar, işlevsel bir taktik. Ama ikisinin de elde başka araç kalmadığı için zorunlu olarak tedavülde olduğu düşünüldüğünde, aynı zamanda birer çaresizlik göstergesi.
20 Temmuz yaklaştıkça Türkiye ve Avrupa Birliği’nden gelen mesajlar ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye tarafı bu 20 Temmuz’daki kutlamaların öncekilerle kıyaslanmayacak kadar görkemli olacağını, Erdoğan’ın o gün Kıbrıs’ta yapacağı konuşmanın önemli olduğunu duyururken, AB bunu “iki devletli Kıbrıs” ilanının peşrevleri olarak algılıyor ve ‘asla kabul etmeyiz’ diyor.
1990’ların ortasından beri Kırgızistan’da yaşayan, 2001’den itibaren bu ülkedeki Gülencilerin kurduğu okulların başında bulunan Orhan İnandı’nın MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, öncekilere benzemeyen sorunlu bir durum yarattı. Çünkü İnandı, 2012’den beri Kırgız vatandaşı. O kadar da değil: Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçiliğinden bir yetkili BBC’ye İnandı’nın Türk vatandaşlığından çıktığını söylemişti.