Ana SayfaANALİZLERANALİZ | Susup geçmesini beklemek en doğru taktik haline gelmişse…

ANALİZ | Susup geçmesini beklemek en doğru taktik haline gelmişse…

AK Parti yönetimi, bir dizi tecrübeden sonra zorlandıkları konularda “ademe terk etme” taktiğini benimsemeye başladı. Öğrenilmesi biraz zaman almış olsa da, bu kendi açılarından doğru bir taktikti. Şimdi, Erdoğan Bayraktar’ın açıklamalarından sonra da aynı “doğru” taktiği uygulayacakları anlaşılıyor. Fakat şu da var: Bu “doğru” taktiğe elinizden başka bir şey gelmediği için sığınıyorsanız, oturup derin derin düşünmeniz gerekmez mi?

Bizim zamanımızda devlet okullarında İngilizce öğrenme girişimi, ilk birkaç dersten sonra orada İngilizce öğrenilemeyeceğinin öğrenilmesiyle sonuçlanır, o fasıl ebediyen kapatılırdı. Şimdi biraz olsun farklıdır diye düşünüyorum; hiç değilse o hayattan soğutan küçük, renksiz, fotoğrafsız Gatenby kitabı yok artık.

İngilizce ortaokul bitirme sınavları birkaç gün sürerdi; biri kendi öğretmenin olmak üzere üç kişilik bir heyet karşısında, sözlü olarak icra edilirdi. Birinci gün, hocaların “aç bakalım herhangi bir yeri, hangi konu çıkarsa oku” dediğini ve soruları da o konudan sorduklarını öğrenen bir arkadaşım ‘zekice’ bir taktik geliştirmişti. Sınavdan önceki gece kitaptaki advertisements (reklamlar) konusunu ezberlemiş, sonra da o bölümü katlayarak kâh yatağının altına koymuş, kâh ütü marifetiyle ezmişti; öyle ki, kitabı elinde kapalı olarak tutarken, serbest bıraktığında karşısına otomatik olarak “advertisements” çıkıyordu. Bizimki elinde kitabı tutarak heyetin dizildiği masanın karşı tarafına geçmiş, oturmuş, İngilizce hocamız Oya hanımın “aç herhangi bir yeri” demesini beklemiş. Fakat hoca öyle dememiş, onu yerine “koy bakalım kitabı masanın üstüne” demiş. Bizimki bunu yapmamak için birkaç saçma bahane uydurmuş ama sonunda mecburen koymuş kitabı masaya ve “advertisements” kabak gibi açılıvermiş masanın üstünde.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 20 yıllık iktidarı boyunca biriktirdiği şaibeleri kapsayan bir kitap yazılsa ve masanın üstüne bırakılsa, yatağa, ütüye hiç ihtiyaç duymaksızın 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması ‘konusu’ kabak çiçeği gibi seriliverir gözler önüne.

Nitekim bir türlü kapanmıyor. Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın 17-25 Aralık soruşturmaları hakkında yaptığı açıklamalar, konuyu bir kez daha kamuoyu gündemine taşıdı.

Bayraktar hazmı çok zor bir sürü şey söyledi.

“Benimle ilgili her şey doğru, öbürlerini bilmem” cümlesinin “bu soruşturmadaki her şey doğru” anlamına geldiği çok açık. Öyle olmasaydı, öbürlerinin ‘hırsızlığının’ sabit olduğunu söylemez, “Reis beni hırsızlarla aynı çuvala attı” demezdi.

Tabii “soruşturmadaki her şey doğru”nun varacağı yer de belli. Çünkü her şey demek her şey demektir ve o soruşturmada, kendi dosyasının atıldığı çuvalda olmayan başka dosyalar da vardı.

Muhalefetin “hem suçları ortaya döküyorsun, hem AK Parti’yi ve Erdoğan’ı savunmaya devam ediyorsun” eleştirileri haklı olabilir, fakat bunun, üzerine gelecek hücumları seyreltme amacı taşıdığı belli değil mi?

Fakat bence bu hikâyenin en önemli tarafı, hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, iktidar kanadının bu olayı da susarak geçiştirme taktiğini benimsemiş olması.

Merkez Bankası’nın döviz rezervleri tartışması ile (“128 milyar dolar nerede?”) Sedat Peker’in videoları hadiselerindeki cevap verme hamlelerinin iyi sonuç vermediğini gören AK Parti yönetimi, sonrasında zorlanacağı her durumda konuyu “ademe terk etme” taktiğine sığındı.

Öğrenilmesi biraz zaman almış olsa da, bu kendi açılarından doğru bir taktikti.

Şimdi, Erdoğan Bayraktar’ın açıklamalarından sonra da aynı “doğru” taktiği uygulayacakları anlaşılıyor.

Fakat şu da var: Bu “doğru” taktiğe elinizden başka bir şey gelmediği için sığınıyorsanız, oturup derin derin düşünmeniz gerekmez mi?

- Advertisment -