Muhalefetin her konuda sonuna kadar anlaşması diye bir beklenti zaten olamaz. Ne var ki devlet-Erdoğan bütünleşmesi karşısında asgari ölçekte bir irade beyanına ihtiyaç var. Muhalefetin örneğin basit bir dünya analizinde, Türkiye’nin ‘yeri’ meselesinde, komşularla ilişkide, Kürt meselesinde, sosyal politikalarda, vatandaşlık anlayışında, temel hak ve özgürlüklerde (derin ve kapsamlı olmasa da) ortak bir pozisyon ve eylem haritası üretmesi lazım.
Bu tarz bir sadakat mizanseni ancak doğup büyüdüğü ülkede esir gibi yaşayanların işi olabilir. Bu kişiler devletle eşit vatandaşlar olarak değil, kul olarak ilişki kurabilir. Bu nedenle devletten asla talepte bulunmazlar, direniş göstermezler. Sadece ‘hoşgörü’ beklerler çünkü kendi çizdikleri çerçevede hak edebilecekleri tek şey budur.
Tuğluk’a reva görülenleri anlamak için müracaat edilebilecek bir kavram var: Düşman ceza hukuku. “Vatandaş” ile “düşman” ayrımına dayanır bu anlayış. Ayrımı yapan, siyasal gücü elinde tutanlardır. Onlar “düşman” olarak kodladıklarını hukuki bir özne, hak sahibi bir kişi olmaktan çıkarırlar ve düşmana yapılan her türlü müdahaleye kendiliğinden bir meşruiyet atfederler.
2016 rejimi Erdoğan iktidarını irrasyonaliteden, rasyonel bir yeni anlatıya doğru taşırken, bugün gelmiş olduğumuz nokta, bu bakımından yeni sorular getiriyor. Erdoğan ekonomik bir sahada, globalleşmiş ekonomi düzeni içinde attığı yeni irrasyonel adımlarla ülkesini ve kendisini tehlikeli bir yere sürüklüyorsa şunu söyleyebiliriz: Karşımızda yeni bir irrasyonel dalga bulunuyor. Erdoğan bunu milliyetçi yerli-milli hikâyesinin içine yerleştiriyor.
Sorgu meleklerimden siyahlı olanı "Tayfun Bey," dedi, "öncelikle bol miktarda yalan söylemişsiniz." "Hayatımda hiç yalan söylemedim," dedim. "Tevil ettim. Tevildir o." "İnsanlara adaletsiz davranmışsınız." "Hangi insanlara? Bizimkilere mi onlara mı?" "Vergiden kaçmışsınız?" "Kaçmadım, kaçındım." "Hırsızlık da yapmışsınız. Epey rüşvet aldığınız görünüyor burada." "Hayır, rüşvet hırsızlık değildir ki. Ben Hayrettin Bey'in yalancısıyım." "Son bir şey daha var," dedi. "Faiz yemişsiniz." "Yok artık," dedim. "Yanlış bilgi. Dövize endeksli mevduat o.”