Programın tamamını izlemek için:
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 6 yıl geçti. Günümüzde gerek bu altı yılda cevaplanamayan sorular gerek de giderek heyecanını yitiren 15 Temmuz anmaları kamuoyunda tartışılıyor. Sizce 6 yılın ardından, 15 Temmuz’dan geriye ne kaldı?
Sondan başlayalım. Erdoğan’ın yine bir gövde gösterisine dönüştürmek istediği 15 Temmuz mitingi onun beklediği kadar insan toplamadı. Sönük geçti. Bunun nedenleri arasında hiç şüphe yok ki Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar var. Geçen hafta da biraz konuştuk. Artık sadece ideolojik vurgular, dış politika, jeopolitik meseleler, terörizm, Kürt meselesi gibi unsurlar geniş kesimlerde heyecan yaratmıyor. Daha ciddi, acil sorunlar var. Daha önemlisi de mevcut sorunların giderilip giderilmeyeceğine dair endişeler var. Özellikle ekonomi konusunda. Örneğin Babacan Türkiye’nin iflası ihtimalini dile getiriyor. Bunlar tabii belli kesimleri etkilemiyor olabilir ama başka gruplar, AK Parti’ye oy vermiş kimi kesimler ya da gruplar bunlardan etkilenmeye başladılar. Artık 15 Temmuz gibi siyasi iktidarın gösteri aracı, dolayısıyla iktidarın kendi bayramı haline dönüşmüş bir günü heyecanla kutlamadılar. Öyle bir iklimde değiliz demek ki. Buradan bu sonucu çıkartıyorum ben.
Diğer taraftan her şey gibi 15 Temmuz’un da sulandığını görüyoruz. 6 yıl geçti ve 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’de en az bilinen, en az araştırılan, en az kurcalanan, üstüne en az kitap yazılar, objektif bir şekilde üzerine en az tahlil yapılan darbe girişimi durumunda. Önemli bir sorun bu. Algı zemini çatışmacı ve kutuplaşmış bir yapıda. İktidara veya Gülencilere yönelik sempati-antipati, iktidarda olmak, muhalefette olmak, bunun ötesinde 15 Temmuz’dan itibaren başlayan farklı bir süreç ve ilk zamanlar alınması gereken olağanüstü önlemlerin zaman içerisinde bir olağanüstü rejim aracına dönüştürülmesi… Tüm bunlar tabii oldukça kafayı karıştıran, belirsizliği, muğlaklığı devam ettiren sebepler.
15 Temmuz garip bir darbe girişimiydi şüphesiz. Bu darbe girişiminin nedenlerini, tekniğini, şeklini konuşmanın 6 yıl sonra tekrar konuşmanın bir manası yok, ama söyleyelim yine de: Gülen grubu komuta kontrolünü ele geçirerek orduyu, kendi grupları üzerinden orduyu darbe için seferber etmeye çalıştı. Ama o gece tam olarak ne oldu, siyasi iktidar isyancı askerlerle görüştü mü, pazarlık yapıldı mı ya da başka askerlerle görüşüldü mü, birlikte harekete karar verildi mi, Erdoğan gece yarısından sonra bunu kullanmaya karar verip daha rasyonel adımlar attı mı ve darbe sonrasına yönelik bazı dizayn gerekçelerini hazırladı mı? Ya da o dönemin Genelkurmay Başkanı ve bugünün Savunma Bakanı tam nerede duruyordu, nereden döndü? Bütün bunlar bilinmiyor.
Bunlar bilinmediği gibi bilinmeyen daha pek çok şey var. Ordudan yapılan büyük tasfiyelerde hepsinin darbeci olup olmadığı bilinmiyor. Siyasi iktidar-darbe-siyasal kuvvetler ilişkileri tam net olarak tanımlanmış değil. Ne kadarı Gülenci askerlerdi, ne kadarı Gülenci olmayan askerlerdi gibi sorular da ortada duruyor.
Bu sorular sorulmadıkça, bunların cevaplarıyla şeffaf bir şekilde yüzleşilmedikçe, darbe sonrası demokratikleşme zihinsel olarak, pratik olarak ve entelektüel olarak mümkün olamıyor.
Böyle olunca, 15 Temmuz bir grubun karşı karşıya kaldığı ve bugün savuşturmakla gurur duyup kutladığı bir güne dönüşüyor. Bu, Türk demokrasisi açısından son derece sorunlu bir durum. Bunu bu hale getirenlere göre ise 15 Temmuz’a her geçen gün daha da mesafeli bakanlar üretiyor bunu. Örneğin 15 Temmuz sonrası Türkiye’de askeri darbe olamayacağı ve silahlı kuvvetlerin bu açıdan iflas ettiği iddia edildi. Bunlar hep kutuplaşma ve kanaatler üzerinden yapılan tartışmalardı. Bunların ben çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum iki taraf için de, dolayısıyla Türkiye için de sağlıklı değil. Yani demokrat olduğunu iddia eden muhalif kesimin başka tür sorularla bunun üzerine gitmesi ve anlamaya çalışması lazım. Ordu içi ilişkilere bakması, odaklanması lazım.
Türk toplumunun darbe öncesi dönemi de hiç tartışmadığını görüyoruz.
Örneğin 17-25 Aralık süreci tam olarak neydi, tartışılamadı. Yolsuzlukların örtülmesi mi, darbe girişimi mi yoksa ikisi birden mi? Mevcut olanlar sadece pozisyonel tutumlar.
Mesela 17-25 Aralık günlerini şöyle bir geri dönüp hatırladığınız zaman o dönemde Türkiye’nin tüm önemli aktörlerinin her iki taraf üzerine de yatırım yaptığını gördük. Bugün kimi gruplar, kimi insanlar Balyoz ve Ergenekon davalarını destekledikleri için sorun nesnesi haline getiriliyorlar ama, bir dönem Türkiye, bu iktidar çatışmaları içerisinde hemen herkesin pusulasını kaybettiği, her iki tarafa da yaklaştığı ve her iki taraftan da gelebilecek iktidar hamlesi karşısında çıplak kalmak istemediği bir pozisyona doğru savruldu. Türk burjuvazisi örneğin…
Bunlar da konuşulamadı elde bulgular olmasına rağmen.
Dolayısıyla 15 Temmuz’dan geriye ne kaldı? Muğlaklık kaldı.
Ama birkaç şeyi de gösterdi bu süreç; bir kere demokratize olmuş, insanların hayat biçimiyle uğraşmayan ama devletin yönetimi ve ilkeleri açısından hayati olan laiklik prensibinin yani demokratik laiklik prensibinin ne kadar önemli ve gerekli olduğu ortaya çıktı. Bu böyle olmasına rağmen iktidarın bu konuda hiçbir tedbir aldığı yok, hiçbir ders çıkardığı yok. Muhalefette de yok. Sorunun aslında agresif bir laiklik sisteminin değişimi sırasındaki radikal hallerden ve boşluklardan doğduğu ve bunun sorumluluğunun da sadece filtreleri kaldıran iktidarda değil, aynı zamanda o filtreleri üreten zihniyette, o agresif anlayışta olduğu hâlâ zikredilemedi.
Bir başka elde olan sonuç, kurumsallığın ne kadar önemli olduğu. Yani mesela silahlı kuvvetler açısından düşünecek olursak, kendi işleyişinde özerk ama kuvvetli bir şekilde denetlenen bir yapı olması, kurumsal aklın ideolojik unsurlardan ayıklanarak bir çağdaş askeri rasyonel akıla dönmesi gereği bir kez daha ortaya çıktı.
Hâlâ bununla ilgili çok ciddi endişelerimiz var.
Son olarak… 15 Temmuz denince meselenin iki yönüne birden bakmak lazım: Darbe girişimi yönü ve bu darbe girişimini kullanarak, tedbirler adı altında otoriter düzen kuran yönü…
Bugün bayram gibi gelişmelere baktığımızda bunun bir otoriter düzenin doğrulanması bayramı olduğunu görüyoruz. Bir darbeye karşı halkın sokağa indiği ve yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bir günün bayramı olamıyor maalesef.