Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAİHM’in İlk “İklim Davası”

AİHM’in İlk “İklim Davası”

Yaşları 64 ile 90 arasında değişen 2000 İsviçreli kadının oluşturduğu Swiss Senior Women for Climate Protection adlı çevreci topluluk, yaşları sebebiyle iklim değişikliği kaynaklı sıcak hava dalgalarından daha çok etkilendikleri ve yaşamlarının risk altında olduğu iddiasıyla İsviçre hükümetine karşı 2016 yılında hukuk mücadelesine başladı. İsviçre mahkemeleri peş peşe davaları reddetti. Kadınlar işin peşini bırakmadı ve davayı AİHM’e taşıdı. 29 Mart’ta AİHM’de ilk duruşma yapıldı. Mahkemenin önüne gelen bu ilk iklim davasından çıkacak sonuç bir içtihat oluşturacak.


Yaşları 64 ve 90 arasında değişen 2000 İsviçreli kadından oluşan Swiss Senior Women for Climate Protection isimli topluluğun kendi devletlerine karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde açtığı davanın ilk duruşması 29 Mart’ta görüldü.

Swiss Senior Women for Climate Protection (Verein Klima Seniorinnen Schweiz) ve Diğerleri v. İsviçre Davası’nın[1] bu ilk duruşması Strasbourg’un çok ötesinde bir yankı yarattı. Çünkü bu, bir devletin iklim değişikliğinin yarattığı olumsuz sonuçlarla mücadele konusunda gerekli adımları atmayarak insan haklarını ihlal ettiğinin ileri sürüldüğü ve AİHM’in görmeye başladığı ilk dava olacak.

AİHM Büyük Heyetince, yani tüm yargıçların katılımıyla görülmekte olan dava, iklim değişikliğine ilişkin AİHM’in önünde derdest olan üç davadan biri.

Diğer davalar, Fransız bir vatandaşın Fransa’yı karbon salınımını yeterince kısıtlayamadığı, dolayısıyla kendi sağlığını ve yaşamını tehdit altında bıraktığı için Fransa’yı dava ettiği Careme v. Fransa Davası[2] ve altı genç Portekizlinin kendi devletleriyle beraber 33 Avrupa devletine karşı aynı gerekçeyle açtıkları Duarte Agostinho ve Diğerleri v. Portekiz ve 32 Devlet Davası[3].

Bu davaların da AİHM Büyük Heyetince görülmesi kararlaştırıldı ancak duruşma aşamasına geçilen ilk dava unvanını Swiss Senior Women for Climate Protection v. İsviçre Davası kaptı.

İtalya, Norveç, Avusturya, Almanya gibi çeşitli devletlerin vatandaşlarınca açılan başkaca iklim davaları da son yıllarda bu silsileye eklendi ancak üç davaya dair AİHM Büyük Heyeti’nin vereceği kararlara kadar diğer tüm iklim davalarının askıya alınmasına karar verildi. Yani bu davalar iklim değişikliği konusunda adeta pilot dava konumuna geldiler. 

Swiss Senior Women for Climate Protection ve Diğerleri v. İsviçre davasında davacı konumunda olan İsviçreli kadınlar, içerisinde bulundukları yaş grubu sebebiyle iklim değişikliği kaynaklı sıcak hava dalgalarından daha çok etkilendikleri; yaşam kalitelerinin, hatta doğrudan yaşamlarının risk altında olduğu iddiasıyla ilk olarak 2016 yılında İsviçre ulusal mahkemelerinde dava açmışlardı. Zaten iç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’de davacı olmak mümkün değil. Davacı topluluk,  İsviçre hükümetinin Paris İklim Anlaşması’na taraf olarak yüklendiği küresel hava sıcaklığı ortalamasını sanayileşme öncesi dönemin en fazla 2 derece üstünde tutmak taahhüdünü gerçekleştirmek amacıyla gerekli önlemleri almadığını, böylece iklim değişikliğinden doğrudan etkilenen insanların haklarını ihlal ettiğini öne sürüyor.

İsviçre, Paris Anlaşması çerçevesinde, küresel ısınmaya sebep olan gazların salınımını 2030 yılına kadar 1990 yılı seviyesinin en az yüzde 50’sine düşürme, 2050 yılına kadar ise net sıfırlama taahhüdünü yüklenmiş durumda. Davacılar ise İsviçre mevzuatında bu amacı gerçekleştirmeye yönelik daha güçlü düzenlemelerin yapılması ve ek önlemler alınması gerektiğini iddia ediyor. Ancak talep edilen bu değişiklikleri ve uygulamaları ortaya koymak için atılması gereken adımları gerçekleştirmek kolay değil, zira bu adımlar birçok sektörü derinden etkiliyor. Nitekim İsviçre’de 2021 yılında iklim değişikliğine karşı atılacak adımları içeren bir paket için düzenlenen referandumdan olumlu sonuç çıkmadı. Bu sebeple İsviçre hükümeti de işi ağırdan alıyor.

Nitekim Swiss Senior Women for Climate Protection’ın İsviçre mahkemeleri nezdinde açtığı davalar ardı ardına reddedildi. Federal İdari Mahkeme, ret gerekçesi olarak bu topluluğun davacı olma ehliyetine sahip olmak için gereken doğrudan mağdur sıfatını taşımadığını, çünkü iklim değişikliğinden özel olarak etkilenen ayrı bir grup oluşturmadığını öne sürdü.

Son olarak İsviçre Yüksek Mahkemesi de  kendisine yapılan temyiz başvurusunu inceledikten sonra iklim değişikliğinin davacı topluluğun yaşam ve sağlık hakkını dava açmaya yetecek düzeyde etkilemediğini öne sürdü ve ret kararlarını onadı. Yüksek mahkeme, davacı grubun taleplerinin hukuk mekanizmalarıyla değil, siyasi araçlarla karşılanacak nitelikte olduğu tespitinde bulundu. Böylece İsviçre’deki tüm iç hukuk yollarının tüketilmesi sonrasında başvurulan AİHM’in hiçbir düzeydeki İsviçre ulusal mahkemesinin kabul etmediği bu davayı kabul etmesi bile tek başına önemli bir kazanım oldu.

İklim davaları eğilimi

AİHM’in davanın esasına girmesiyle birlikte ortaya çıkacak meseleleri incelemeden önce dünya çapında genel bir eğilim olarak iklim değişikliği kaynaklı davaların hızla arttığı olgusuna dikkat çekmek iyi olur. London School of Economics bünyesindeki Grantham Research Institute ve Columbia Üniversitesi bünyesindeki Sabin Center, dünyanın farklı yerlerindeki ülkelerde toplam 2000 civarında “iklim davasının” açıldığı tespitinde bulunuyor.[4] Tüm bu davaların dörtte birinin 2020 ile 2022 yılları arasında açılmış olması güncel bir eğilim ile karşı karşıya olduğumuzun kanıtı. ABD dışındaki tüm ülkelerdeki iklim değişikliği konulu davaları takip etmek üzere kurulmuş bir proje olan Climate Case Chart’ta[5] tüm bu davaların detaylarını incelemek mümkün.

Örneğin, Almanya’da daha geçtiğimiz sene içerisinde gençlerden oluşan bir grup, kendi devletlerinin Paris İklim Anlaşması’nın gereklerini nesiller arasında denge gözetmek suretiyle yerine getirmediği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.[6]  

Almanya Anayasa Mahkemesi, gerçekten de hükümetin Paris Anlaşması’ndaki taahhütlerini yerine getirmek üzere dengeli bir bütçe dağıtımı yapmadığına hükmetti. Gelecek nesillere kıyasla çok daha az yük çekecekleri hâlde CO2 salınımlarını azaltmak için alınacak tedbirlere yönelik bütçenin çoğunu bir neslin kullanmasına izin verilmemesi ve gelecek nesillere CO2 salınımının azaltılması için çok ciddi kısıtlamalara tek başına maruz kalma yükünün bırakılmaması gerektiğini belirtti. Öte yandan, aynı kararda, hiçbir devletin iklim sorunlarını tek başına çözemeyeceği olgusunun, her bir devletin tekil olarak eyleme geçme sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı şeklinde çok önemli bir not da düşüldü.

İrlanda Cumhuriyeti’nde çevreci bir sivil toplum kuruluşu tarafından açılan daha yakın bir tarihli dava da dikkat çekicidir; zira mahkeme, İrlanda hükümetinin iklim sorunuyla mücadele için çıkardığı bir yasanın devletin 2050 hedeflerine ulaşmasını nasıl sağlayacağını ortaya koymayan ucu açık bir dile kaleme alınmış olmasının yetersizlik olduğuna hükmetti. Dolayısıyla devletler tarafından ortaya konan plan ve yasaların yeterli seviyede spesifik olması gerektiğini ortaya koydu.[7]

Pakistan’da bir grup kadının açtığı 2018 tarihli bir dava da ilgi çekici.[8] Bu davada, Pakistan hükümetinin iklim değişikliğine dair temiz enerji projelerini öncelemeyerek eyleme geçmediği, böylelikle temel insan hakları arasında yer alan temiz ve sağlıklı bir çevreye ve insan hayatını sürdürülebilir kılacak iklim koşullarına sahip olma hakkını ihlal ettiği, bu ihlallerin de Paris İklim Anlaşması’nın yanı sıra devletin bizzat kendisinin geçmişte ilan ettiği planlara aykırılık teşkil ettiği ileri sürüldü. Dahası, iklim değişikliğinin kadınların üzerinde orantısız bir yük oluşturduğu savına dayanılarak hükümetin gerekli eylemleri ortaya koymamasının cinsiyet esaslı ayrımcılık yasağı ve eşit koruma haklarının da ihlalini teşkil ettiği iddia edildi.

Hollanda’da 2019 yılında çok uluslu petrol şirketi Shell’e karşı açılan ve 2020’de bölge mahkemesince karara bağlanan ancak hala Yüksek Mahkeme’de temyiz aşamasında olan bir dava ise uluslararası kamuoyunda çok ses getiren bir dava olmuştur. Zira ilk defa bir davada bir şirkete Paris Anlaşması’nın hükümlerine uyma yükümlülüğü açıkça yüklendi ve böylece söz konusu karar, devletlere ek olarak devletdışı aktörlerin de uluslararası hukuk yükümlülüklerine doğrudan sahipliği açısından ayrıca önem arz eder hâle geldi. Dava neticesinde Shell’e 2030 yılına kadar 2019 yılındaki gaz salınımını yüzde 45 oranında düşürme zorunluluğu getirildi.[9]  Şüphesiz ki bu karar temyiz mahkemesince onanırsa diğer enerji devlerini etkileyecek çok önemli bir emsal yaratacak. Nitekim yine Hollanda’da Yüksek Mahkeme tarafından verilen bir başka önemli karar olan 2019 tarihli Urgenda Kararı’nda ise Hollanda hükümetinin iklim değişikliğine yönelik planlarının yaşam hakkının yanı sıra özel hayat ve aile hayatına saygı hakkını da ihlal ettiği yönünde bir karar alınması, iklim davalarının sadece yaşam yahut temiz ve sağlıklı bir çevreye sahip olma hakları bakımından değil, başkaca haklara yönelik de olabileceğini göstermesi açısından dikkat çekiciydi.[10]

Uluslararası hukuk ne diyor, AİHM neye takılabilir?

Gerek ulusal gerek uluslararası mahkemelerdeki “iklim davaları” açıkça göstermektedir ki iklim değişikliğine dair devletlerin ve çok uluslu şirketler gibi devletdışı aktörlerin belli sorumlulukları yerine getirmemeleri insan hakları hukukunun alanına giren bir sorun. BM’nin İnsan Hakları ve Çevre konularındaki Özel Raportörü John Knox’un 2014 yılında insan hakları ve iklim değişikliği ilişkisine dair kaleme aldığı odak raporda bu durum açıkça ortaya kondu.[11] Dolayısıyla dünyanın belki de en etkili uluslararası insan hakları hukuku mahkemesi olan AİHM’in bu konuya kayıtsız kalması zaten beklenemezdi.  

AİHM’in genel olarak çevresel meselelerin insan haklarına etkilerini ele alan geniş bir içtihat birikimi mevcut. Bir çevre meselesi olarak iklim değişikliğiyle alakalı davaların da bu bağlamda ele alınması beklenebilir. Bu içtihatlar arasında öne çıkan kararlardan biri olan 2009 tarihli Tătar v. Romania Kararı’nda AİHM, AİHS’e taraf tüm devletlerin kamusal anlamda risk yaratan çevresel konularda gerekli düzenlemeleri yapmak, girişimlerde bulunmak ve tedbirleri almak şeklinde pozitif yükümlülüklerinin olduğunu açıkça ortaya koydu.

Swiss Senior Women for Climate Protection üyeleri AİHM önünde.

Swiss Senior Women for Climate Protection’ın AİHM’e taşıdığı davanın kabul görmesi, uluslararası mahkemelerin iklim değişikliğine dair etkili bir tutum takınması yolunda öncül bir zafer olsa da davanın esasına girildiğinde birkaç zorlu nokta ile karşılaşılacak. Her şeyden önce bazı ulusal ölçekli iklim davalarının reddine sebep olduğu üzere bu davada da başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 34 çerçevesine uyacak şekilde mağdur statüsünde sayılıp sayılamayacağı tartışma noktası olacaktır. Kimi davalarda bu konuda dar bir yorum yöntemini seçen AİHM, 2014 tarihli Valentin Campeanu v. Romanya Kararı’nda olduğu gibi kimi zaman esnek bir yorumu tercih edebiliyor. Valentin Campeanu Davası’nda mağdurların tek tek bireysel başvuru yapması yerine onları temsil eden bir kişiler topluluğunun mağdur sıfatıyla başvuru yapması kabul görmüştü. Burada davacı olan topluluğun spesifik olarak mağduriyeti ortada olan kişilerden müteşekkil bir temsil kapasitesinin olup olmadığı önem arz ediyor.[12]

İkinci bir tartışma alanı olarak, İsviçre’nin pozitif yükümlülüğünün sınırlarının ne olacağı ve İsviçre mahkemelerinin da tartıştığı üzere nelerin hukukun, nelerin politikanın konusu olduğu ayrımının nasıl yapılacağı davadan çıkacak kararlara esas teşkil eden bir nokta olacak. Nitekim AİHM’in birçok içtihadında devletlerin takdir marjlarına bıraktığı alanın iklim davalarına nasıl yansıyacağı da merak konusu. Çevresel meselelerin zorlu toplumsal ve teknik yönleri göz önüne alınınca neyin pozitif yükümlülüğün ihlali, neyin devletlerin kendi toplumsal önceliklerini gözeterek alabilecekleri politika kararları olduğunu belirlemek son derece güç hâle gelebilir.[13] Geçtiğimiz yılın sonlarında karara bağlanan Pavlov v. Rusya Davası’nda ortaya konan ilkeler bu açıdan bir nebze yol gösterici olabilir. Endüstriyel kirlenme ile alakalı olan Pavlov Davası’nda AİHM, Rusya hükümeti ilk bakışta gerekli tedbirleri alıyor gözükse bile alınan tedbirlerin geri kalmış teknolojilerle gerçekleştirilmesini pozitif yükümlülüğün ihlali olarak yorumladı. Ayrıca çevresel konularda gerekli cezai ve idari hukuki süreçlerin işletilmemesini de ihlal sebebi saydı. Yani özetle bir devletteki ulusal mevzuatın çevresel riskleri etkili bir şekilde azaltılabilecek şekilde düzenlenmesini ve uygulanmasını aradı.[14] Elbette iklim değişikliğinin her bir sonucuyla baş edecek teknolojiler geliştirmesi tüm devletlerden her zaman beklenemezse de her devletin kendi koşulları içerisinde makul bir gayreti göstermesi aranır diyebiliriz ki birçok açıdan yüksek imkanlara sahip olan İsviçre’nin yükümlülüğü bu bakımdan geniş değerlendirilebilir. Bu arada yine Pavlov v. Rusya Kararı’ndan ortaya konan önemli bir husus iklim davaları gibi nedensellik bağlantısını kurmanın büyük sıkıntı yaratacağı davalarda delillendirme konusuna ışık tutabilir. Söz konusu davada ihlal kararını vermek için AİHM mağdurların çevresel sorunlardan zarar gördüklerine ilişkin tıbbi raporu sunmalarını zorunlu görmedi.

Nihayetinde her davada olduğu gibi Swiss Senior Women for Climate Protection ve Diğerleri v. İsviçre Davası’nda somut koşullara detaylıca bakılacak ve verilecek hükümlerde zorlu bir denge tutturulmaya çalışılacak. Hele ki AİHM’in karara bağlanan ilk iklim davası olması muhtemel, dolayısıyla diğer iklim davaları için öncü nitelikte olan böyle bir davada söz konusu dengenin kurulmasının çok büyük hassasiyet kesbettiği söylenebilir. Her ne kadar çıkacak karar sadece dava taraflarını bağlayacaksa da buradan çıkacak içtihatlar bundan sonra belli ki artarak takip edecek benzer davalarda, hatta AİHM dışındaki uluslararası mahkemelerin önüne gidecek iklim davalarında da kararları belirlemede yol gösterici olacak. Dahası, ulusal mahkemelerde zaten süregelen yüzlerce dava, özellikle de Avrupa ülkelerindeki davalar bu içtihatlardan etkilenecek. AİHS’e taraf devletlerin iklim değişikliği konusunda atacakları veya atmayacakları adımlarla insan haklarını ihlal eder duruma düşmemeleri için dikkat etmeleri gereken asgari ölçütlerin bu davada ortaya konması olası. AİHS sisteminin bir parçası olarak Türkiye’nin de bu ölçütlere kayıtsız kalamayacağını önemle not düşmek gerekir.


[1] https://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=hearings&w=5360020_29032023&language=en&c=&py=2023

[2] https://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=hearings&w=718921_29032023&language=en&c=&py=2023

[3]

[4] https://www.lse.ac.uk/granthaminstitute/publication/global-trends-in-climate-change-litigation-2022/

[5] http://climatecasechart.com

[6] http://climatecasechart.com/non-us-case/neubauer-et-al-v-germany/

[7] http://climatecasechart.com/non-us-case/friends-of-the-irish-environment-v-ireland/

[8] http://climatecasechart.com/non-us-case/maria-khan-et-al-v-federation-of-pakistan-et-al/

[9] http://climatecasechart.com/non-us-case/milieudefensie-et-al-v-royal-dutch-shell-plc/

[10] http://climatecasechart.com/non-us-case/urgenda-foundation-v-kingdom-of-the-netherlands/

[11] https://www.ohchr.org/Documents/Issues/Environment/MappingReport/ClimateChangemapping15-August.docx

[12] https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22fulltext%22:[%22Campeanu%22],%22documentcollectionid2%22:[%22GRANDCHAMBER%22,%22CHAMBER%22],%22itemid%22:[%22001-145577%22]}

[13] https://www.cambridge.org/core/journals/global-constitutionalism/article/abs/margin-of-appreciation-domestic-irregularity-and-domestic-court-rulings-in-echr-environmental-jurisprudence-global-legal-pluralism-in-action/90DA50B62AE14B0D970BC24F03116264

[14] https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22fulltext%22:[%22Pavlov%22],%22documentcollectionid2%22:[%22GRANDCHAMBER%22,%22CHAMBER%22],%22itemid%22:[%22001-219640%22]})

- Advertisment -