Alanyaspor teknik direktörü Farioli, futbolun bir oyun olduğunu, bir müzik bestesindeki bütün notaları işaret eden kompozitör gibi, oyunun bütün dinamiklerine tek tek dokunarak herkese yeniden hatırlatıyor. Kaleciden başlayan açılış paslarına üç köşeli alternatif açılar üreterek oyun alanının geometriye ne kadar müsait olduğunu ve geometrinin bu oyunun en değerli dinamiklerinden biri olduğunu adeta kırmızı bayrak sallayarak gösteriyor.
Birinci bölge ve ikinci bölge geçişlerinin, rakibin her türlü önlemine rağmen bu ülkede de imal edilebileceğinin müjdesini veriyor. Aslında bir ekolün ön koşullarını toprağa serpilen tohum gibi serpmek ve bir ekol sahibi olmanın bu topraklara yakışacağını da fısıldıyor. Sağlam fikirlerin, eğer arkasında durulursa, her tarlada yeşerebileceğini kanıtlıyor. Şu içine mahkûm edildiğimiz, “don tuman’’ futbolunun kader olmadığını da kitaplara yazdırıyor.
Farioli’nin Alanyaspor’u topa her dokunduğunda heyecanlandım. Çünkü, yaptıkları şey o topa akıl katmaktı. Bunu yaparken de çok zariftiler, zarafet topa ruh katıyor. Top yuvarlak olan doğasını kaybedip, nereye gideceğini bilen akıllı levha ve işaretlere daha çok dikkat kesilir hale geliyor.
Maçta beş gol izledim. Beşiktaş’ın dört golü, Sarıyer Börekçisinin Kürt böreğine benziyordu. Hem yağı kötü hem şeker pudrası keyifsiz. Rıdvan Yılmaz’ın attırdığı dördüncü gol, hakikaten ince bir zekanın ürünüydü ve işlemeli bir kaftan kıvamında attıranın sırtına kalıp gibi uydu.
Ama Alanyaspor’un attığı gol, kelimenin tam anlamıyla, bir “Kuğu gölü balesi’’ sahnesiydi. Top ritmini hiç kaybetmeden 11 döngüsel pastan sonra, Beşiktaş defansının arasından diyagonal koşu yapan Tayfun’un koşu yolunu ölçülü bırakıldı. Tayfun, çaylak hareketlerine bir yenisini eklemeden topu sol ayağıyla kontrol etti ve yüzünü ceza sahası kalabalığına çevirdi. Araya bir düz, bir de ters koşu yapan iki Alanyasporlu oyuncudan biri olan Efecan’nın önüne bıraktı ve Efecan da o topu Beşiktaş kalesinin çaresiz sessizliğine, fısıldayarak bıraktı.
Ben bu oyuna yenik bir oyun demem. Bu oyun sırtına Mısır piramitlerini bile alıp hem kendisini hem de “Mısır’ı’’ geliştirebilir. Bu oyundan her zaman bir civciv çıkma ihtimali vardır ve öngörülebilir bir gelecekte de iyi oyun galibiyetlerinin kapısını çalacaktır.
Ama Beşiktaş’ın oyunu Karaköy hamallarının yük taşıma şansı kadar belirsiz. Öngörülemez. Bu oyunda gollerden başka da bir fazilet yoktu. Aslında Beşiktaş’ın kötü oyunu, Beşiktaş taraftarını da öfkelendiriyordu. Çünkü, bu oyunda fikir yoktu. Çok kaba fiziksel kuvvetten başka, ortaya konulan ürün yoktu.
Farioli, bu ülkede üç yıl çalışma fırsatı yakalarsa, futbolun kaderi kesin değişir.
Derler ki; güzellik, çirkinliği daha görünür kılıyor ya da iyilik, kötülüğün küflü pasını bir çivi gibi aşina edip çerçeveletiyor. Akıl, aptallığın seviyesini belirliyor ve mümkünse onu daha çabuk deşifre edip önüne setler çekebiliyor. Ormandan yayılan billur gibi, bir bülbül sesi, eşek anırmasını dayanılmaz kılıyor.
Farioli söz konusu olduğunda Fransız teknik adam V. İsmael, onun yanında taş ustası bile olamaz. Mardin’de fikri olmayanı taş ustası yapmazlardı. Kadim Süryani geleneği, taş işçiliği mimarisini, ustanın hangi taştan yana söyleyeceği ilk söze bırakırdı. Usta son sözünü de ilk taşın kulağına fısıldardı: “Seni seçtim’’