Programın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
Kürt meselesi ve HDP, Türk siyasetinin değişmez belirleyici taşı olarak varlığını sürdürüyor. Kabataslak bir denklem kurabiliriz, ilk unsuru şu: HDP’nin oy oranı 2014’ten bu yana belli bir orana yerleşmiş durumda. 10’un üzerinde. Bu oy oranı kendi başına belirleyici. Bu durum, denklemin ikinci unsuruna işaret ediyor: Seçimlerdeki başarı, gerek muhalefet gerekse iktidar bakımından HDP’nin oylarına, o oyların nereye gideceğine endeksli.
Hem politikaları ile hem de karşı karşıya kaldığı ağır mağduriyetler ile siyasette Kürt sorununu simgeleyen ana yapı HDP’dir. Bu da denklemin üçüncü unsuru. Dördüncü unsur olarak şunu söylemek mümkün: Seçimlerin sonucu büyük oranda HDP’nin oylarına endeksliyse Türkiye’de seçimlerin sonucunu Kürt meselesi belirleyecek demektir.
Yıllar içerisinde çözülemeyen bir sorunun sosyolojik olarak derinleşmesinin, belirleyici bir unsur haline gelmesinin öyküsü var karşımızda. Dolayısıyla; HDP oyları denilen şey aslında doğrudan doğruya Kürt sorununun siyasal ve toplumsal sistem içerisindeki yeri, rolü, ağırlığıdır.
Nitekim meseleye HDP dışındaki partiler açısından baktığımızda ortaya şunlar çıkıyor:
Muhalefet cenahı HDP’siz pek seçim kazanabilecek bir orana ulaşamıyor. Cumhur İttifakı’nın gücünü koruyabilmesi de, AK Parti’nin Güneydoğu’daki Kürt oylarının muhafazası ile ilişkilidir. DEVA’nın güçlenmesi, kuvvetlenmesi ve daha görünür hale gelmesiyle bölgede topladığı sempati arasında da bir korelasyon bulunuyor. Keza Gelecek Partisi. Bu iki parti de doğrudan doğruya Kürt seçmeni ile ivme kazanabiliyor şu anda. Bu çerçevede bir başka husus, Kürt meselesi ile demokrasinin ilerlemesi ve gerilemesi arasında önemli bir bağ var. Bu fiilen de böyle, algıda da böyle. Nitekim muhalif kesim iki büyük parçadan, ulusalcı parça ile liberal-demokrat parçadan oluşuyor. Bu ikinci parçadaki algı bakımından demokratik ilerleme ile Kürt meselesi arasındaki bağlantı son derece önemli. Dolayısıyla muhalefetin bu iki büyük ayağından hangisinin ağırlık kazanacağı, hangisinin ağır basacağı konusunda da Kürt sorununun önemli bir rol oynayacağını biliyoruz.
Ancak soruyu bir de tersten sormak lazım: HDP nerede duruyor ve nasıl yol alıyor? Malum, bu partinin kuruluşu bir ‘Türkiyelilik’ iddiasıyla olmuştu. Bu iddia Kürtlerle diğer mağdurların temsilcilerinin ittifakı demekti. Ne var ki, mağduriyet temsili HDP içerisinde daha çok küçük sol partiler tarafından temsil edildi. Dahası, bu siyasi partilerin zaman zaman militan ama genel olarak çatışmacı ve sert dili ile, Kürt meselesinin zaten sert olan tarafı yan yana geldiğinde Türkiyelilik vurgusu gölgeleniyordu. Bununla birlikte, son dönemlerde, özellikle Çözüm Süreci deneyiminin katkısı ile bu Türkiyelilik tanımının hem bu partide etkili tartışmalara yol açtığını hem de kimi genişleme hamleleri içerdiğini söylemek lazım.
Örneğin Mithat Sancar’ın tutumu ve benzer eğilimler Türkiyelilik tanımının genişlemesini, sağ kesimlere ve hatta dindar olanlara değebilecek kadar büyük bir mağduriyet tanımı içerisinde ele alınmasını öne sürmeye başladılar.
Bu noktada Çözüm Süreci’nin de önemli bir rolü olduğunu kabul etmek lazım. İki nedenle. Çözüm Süreci hem HDP için çok önemli bir siyasi rol alıştırmasıydı hem de bu süreç yeni bir sayfanın açılışını ifade etti. Yegâ
ne çözüm “örgütle masaya oturmaktır” anlayışından “siyaset üzerinden de çözüm mümkündür” bakışına geçildi. Başka yollar, başka meşruiyet araçları telaffuz edilmeye başlandı. Hatta Çözüm Süreci’nin nihai sonuç açısından ağızda ekşi tat bırakan deneyimi, yeni aktörler ve muhataplarla, toplumsal meşruiyeti daha yüksek düzeyde bir çözümün ele alınması kanaatini uyandırmaya başladı. Böyle bir bakış açısının ister istemez Kürt sorununda meşru ve yasal olan bir mekanizmayı, özellikle HDP’yi ön plana çıkarttığını söyleyebiliriz.
Nitekim son birkaç yıldır, HDP’nin Kürt sorununda bir dizi yeni öneriyle karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Bunlar başta sorduğum ‘HDP nerede duruyor?’ sorusuna cevap veriyor.
Bir kere, HDP Kürt sorununun çözümünü temel olarak ve açık biçimde “yerel demokrasi”yle tanımlıyor. Bu, entegrasyon ve bütünlük içerisinde yerel yönetimlerin temsili ve bunun oluştuğu zemin olarak tanımlanabilir. Bugün HDP’nin durduğu yer temel olarak burası. Yerel demokrasi söz konusu olunca, HDP’nin sorun çözümündeki yeri de kendi başına önem kazanıyor.
HDP’nin politika hiyerarşisi de durduğu yeri tanımlamak bakımından önemli. Demokrasi hiyerarşinin tepesinde duruyor. HDP’nin ana politikası, Kürt sorununun çözümü için önce zeminin, demokratik koşulların oluşturulması yönünde.
Buradan hareketle bu partinin iki istikamette yol aldığını görüyoruz:
Birincisi sistemin içerisine girme gayreti, ikincisi ise siyasetin meşruiyetini, şiddet karşısında siyasetin daha önemli ve belirleyici olduğunu ifade edecek kimi tavırlar almak. Tutum belgesi, bu bakımdan tipik bir örnekti. Malum, Kılıçdaroğlu’nun “Bu sorunu HDP ile çözeriz, muhatabımız HDP’dir” açıklamasından sonra tutum belgesinde ilk kez Öcalan’dan söz edilmedi.
Tabii bütün bu gelişmeler doğru algılandığı takdirde tüm siyasi partiler açısından da önemli olacaktır. Kürt hareketinin artan baskın eğilimi şiddetten siyasete kayan bir Kürt sorunu temsilidir.
HDP her geçen gün şiddetten dolaylı bir şekilde uzaklaşarak siyasetin içinden, siyasetin merkezinde bir konum arayışı içerisinde.
Mesele sadece HDP’nin ve Kürt sorununun belirleyiciliği değil Türkiye siyasetinde ama nasıl bir Kürt sorunu tarifi ve temsili meselesidir.
Sonuç olarak HDP ile ilgili gelişmeler pozitif gelişmelerdir. Yeter ki siyasal sistem HDP’yi işin içine çekebilsin.