“omelas’ın güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde bir oda var. kapısı kilitli, penceresi yok. mahzenin bir yerindeki örümcek ağları bürümüş bir pencereden vuran küçük tozlu bir ışık tahtaların arasındaki bir çatlaktan sızıyor. küçük odanın bir köşesinde, bir çöp kovasının yanında uzun saplı, kötü kokulu, pisliğe bulanmış bir çift süpürge duruyor. yerler pislik içinde, dokununca hafif bir ıslaklık geliyor ele; mahzen pislikleri genellikle böyle olur zaten. oda üç adım boyunda, iki adım eninde: bir sandık odası ya da kullanılmayan bir araç gereç dolabı. odada bir çocuk oturuyor. bir kız da olabilir, bir oğlan da. altı yaşında gösteriyor, ama aslında on yaşına yaklaştı. geri zekalı gibi görünüyor. belki sakat doğmuş, belki korku, kötü beslenme ve ilgisizlik yüzünden aptallaşmış. kova ve süpürgelerin en uzağındaki köşede iki büklüm oturmuş, burnunu karıştırıyor, ayak parmakları ya da cinsel organlarıyla oynuyor. süpürgelerden korkuyor. onları korkunç buluyor. gözlerini kapatıyor, ama süpürgelerin hala orada durduğunu, kapının kilitli olduğunu, kimsenin gelmeyeceğini biliyor. kapı hep kilitli; hiç kimse gelmiyor, sadece zaman zaman -çocuğun zaman ve süre kavramı yok- kapı gıcırdayarak açılıyor ve birisi ya da birkaç kişi görünüyor. içlerinden biri gelip çocuğu tekmeleyerek kaldırıyor. ötekiler yaklaşmıyorlar hiç, yalnızca korku ve tiksintiyle süzüyorlar onu. yiyecek kabı ve su çanağı çabucak dolduruluyor, kapı kilitleniyor, gözler kayboluyor. kapıdaki insanlar hiçbir şey söylemiyor, ama bu odada doğmamış olan, gün ışığını ve annesinin sesini hatırlayabilen bu çocuk arada bir konuşuyor. “iyi olacağım” diyor. “lütfen bırakın beni. iyi olacağım!” hiç cevap vermiyorlar. çocuk, eskiden geceler boyu yardım ister ve bol bol ağlardı, ama artık inliyor yalnızca “ah-haa, ehhaa” ve gitgide daha az konuşuyor. o kadar zayıf ki bacakları çöp gibi, midesi kemiklerine yapışmış, günde yarım tas mısır ve lapa ile yaşıyor. çıplak. sürekli dışkısı üzerinde oturduğundan kalçaları ve baldırları pişik ve yanık izleriyle dolu.
hepsi, omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. bazıları görmeye geliyor, diğerleri orada olduğunu bilmekle yetiniyor. orada olması gerektiğini biliyor hepsi. bazıları nedenini anlıyor, bazıları anlamıyor; ama hepsi de farkındalar ki mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, alimlerinin bilgeliği, zanaatkarlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı. .
Omelaslı çocuklara, bu gerçek sekiz ile on iki yaşları arasında anlayabilecek duruma geldiklerinde anlatılır. bu çocuğu görmeye gelenler çoğunlukla gençlerdir. ama sık sık yetişkinlerden biri de çocuğu görmeye ya da bir kez daha görmeye gelir. mesele onlara ne kadar iyi anlatılırsa anlatılsın, bu genç seyirciler gördüklerinden şaşkına döner, sersemleşirler. aşmış olduklarını sandıkları tiksinti duygusuna kapılırlar. tüm açıklamalara rağmen öfke, kızgınlık, çaresizlik hissederler. çocuk için bir şeyler yapmak isterler. ama ellerinden gelen hiçbir şey yoktur. eğer çocuk, o iğrenç yerden gün ışığına çıkarılırsa, temizlenir, beslenir ve rahat ettirilirse bu iyi bir şey olacaktır, doğru; fakat bu yapılırsa eğer, o gün ve o saatte ‘omelas’ın tüm refahı, güzelliği ve hazzı yok olacak, yıkılacaktır. koşullar bunlardır. omelas’taki her bir yaşantının iyiliğini ve güzelliğini tek, küçük bir düzelme uğruna feda etmek; tek bir insanın mutluluğu uğruna binlerin mutluluğunu fırlatıp atmak: suçluluk duygusunu içeri almak olacaktır bu.”
Bu çocuğun halini gören birçok Omelaslı hayatına normal bir şekilde devam etse ve bu korkunç insanlık suçunu normalleştirip düşünmemeye çalışsa da sahip oldukları refahın böylesine bir işkenceye dayandığını öğrendikten sonra durumu kabullenemeyip şehri terk edenler, Omelas’ı terk edip gidenler de vardır:
“genç insanlar çocuğu gördükten ve bu korkunç paradoksla yüz yüze geldikten sonra gözyaşları içinde ya da gözyaşsız bir hiddetle eve dönerler çoğu kez. haftalar veya yıllar boyu düşünebilirler bunun üzerinde. ama zaman geçtikçe anlamaya başlarlar ki çocuk salıverilse bile özgürlüğünü elde edemez: sıcaklık ve yiyeceğin vereceği, küçük, belli belirsiz bir zevk, tamam, ama hepsi bu. gerçek bir coşkuyu tanımayacak kadar aşağılanmış ve aptallaşmıştır. korkudan kurtulamayacak kadar uzun bir süre korkarak yaşamıştır. alışkanlıkları insanca muameleye uyum göstermez. öyle ki onu koruyacak duvarlar, gözleri için karanlık ve üstüne tüneyeceği dışkı olmazsa mahvolacaktır. gerçekliğin korkunç adaletini anlamaya başlayıp kabullenince bu acı adaletsizlik için akıttıkları gözyaşları kurur. yine de gözyaşları ve öfkeleri, iyiliklerini sınamaları ve çaresizliklerini kabullenmeleridir belki de yaşamlarındaki ihtişamın gerçek kaynağı. mutlulukları ruhsuz, sorumsuz bir mutluluk değildir. çocuk gibi kendilerinin de özgür olmadıklarını bilirler. duygudaşlığı bilirler. mimarilerini soylu kılan, müziklerine o görkemi veren, bilimlerini yücelten şey, işte bu çocuğun varoluşu ve onun varlığını bilmeleridir. o çocuk sayesinde çocuklara böylesine iyi davranırlar. bilirler ki zavallı çocuk karanlıkta acı çekmezse öteki, flüt çalan çocuk, genç süvariler yazın ilk sabahı, tüm güzellikleriyle gün ışığında yarışmaya hazırlanırken o coşkulu müziği yaratamaz.
şimdi inanıyor musunuz onlara? daha inanılır oldular değil mi? ama anlatacağım bir şey daha var ve buna inanmak pek kolay değil.
zaman zaman, çocuğu görmeye giden ergen kızlar ve oğlanlardan biri ağlayarak veya hiddetle dönmez evine. daha doğrusu, evine dönmez. kimi zaman daha yaşlı bir adam ya da kadın bir-iki gün susar kalır, sonra evini terk eder. bu insanlar sokağa çıkar, sokakta bir başlarına yürürler. yürüdükçe yürürler ve güzel kapılardan omelas kentinin dışına çıkarlar. omelas’ın tarlaları boyunca yürür dururlar. her biri tek başına gider, oğlan veya kız, erkek veya kadın. gece bastırır; yolcular köy sokaklarından, sarı ışık yanan pencerelerin arasından geçer ve tarlaların karanlığına doğru gider. her biri, tek başlarına batıya veya kuzeye doğru, dağlara doğru giderler. yollarına devam ederler. omelas’ ı bırakır, karanlığın içine doğru yürürler ve geri gelmezler. gittikleri yer çoğunuz için mutluluk kentinden bile daha zor tahayyül edilebilir bir yerdir. onu hiç betimleyemem. belki de yoktur. ama nereye gittiklerini biliyor gibiler omelas’ı bırakıp gidenler.” (çeviri kaynağı: ekşi sözlük talking head yazarı: https://eksisozluk.com/the-ones-who-walk-away-from-omelas–289940)

Bu satırlar her ne kadar Ursula K. Le Guin’in bütün refah ve mutluluğunu işkence gören küçük bir çocuğun acısına bağlı olan Omelas kentini anlattığı “Omelas’ı terk edip gidenler” öyküsüne ait olsa da maalesef günümüzde Gazze’de yaşanan soykırım karşısında artık bilimkurgu denemeyecek kadar gerçek. Zira İsrail Gazze’de cehennemin kapılarını açtı, kurgu yazarlarının bile düşünemeyeceği ölçüde korkunç bir vahşeti her gün gözlerimizin önünde, telefonlarımıza düşen videolar eşliğinde “performe ediyor”. İsrail’in Gazze’deki soykırımını anlatmak için bilimkurgu veya fantezi eserlere atıf yapmak pek abes bir tercih değil, çünkü İsrail sadece insanları bilerek ve isteyerek toplu bir şekilde katletmekle kalmıyor, bu zulmün en görülür, en vahşi ve en sadist şekilde olması için özel bir çaba harcıyor. İnsanları önce aç bırakıyor, ardından yemek sırasına sokup bir gıdım ekmek, bir damla su için yarıştırıp taramalı tüfekle tarıyor. Yardım tırlarına izin vermiyor, uçaktan ağır kolilerin atılmasını zorunlu kılıyor, Gazzeliler muhtaç oldukları yardım kolilerinin altında ezilip can veriyor. Sahra hastaneleri vuruluyor, yerinden kalkamayan Gazzeliler serumla bağlı oldukları hasta yataklarında diri diri yakılıyor.

İsrail’in bombaladığı bir sahra hastanesi. İçeride yatağa bağlı olan bir hasta diri diri yanmıştı.
İsrail ve Netanyahu’nun faşist hükümeti, Omelas kentinde kurulan düzene benzer bir şekilde İsrail’in güvenliği, refahı ve en önemlisi Gazze ve Batı Şeria’nın ilhakını öngören “Büyük İsrail”in kurulması için bu sadist görsel soykırımın devam etmesini istiyor. Her bir anı kaydedilip dünyaya yayıldığı için artık geniş coğrafyalarda maalesef normalleşen ve Netanyahu ve destekçilerine de büyük ihtimalle keyif veren bu sadist şölenin en büyük kurbanlarından biri Omelas’taki gibi çocuklar. Gazze, artık dünyanın en kalabalık kolsuz veya bacaksız çocuklar şehri. UNICEF’in tahminlerine göre Gazze’de yaklaşık 4,000 ampüte çocuk var. Her gün 10 çocuk bacağını veya kolunu kaybediyor. İsrail sadece 20 bin çocuğu katletmekle kalmadı, binlerce çocuğu da geri dönüşü olmayacak bir şekilde yaralı bıraktı. Bu çocukların tedavisi ise neredeyse imkansız. İsrail’in saldırıları nedeniyle BM’ye göre 36 hastaneden sadece 17’si çalışıyor. 3,560 hastane yatağından geriye sadece 1,685 yatak kaldı. Gazze’deki 105 ameliyathaneden ise sadece 45’i işliyor. Ortopedik ameliyat ekipmanının %87’si ise kullanılmayacak durumda.
Ursula K. Le Guin gibi yazarların hayal bile edemeyeceği düzeyde bir vahşilikle bilimkurgu romanlarında olmayacak derecede saçma ırkçı bir fantezi uğruna hayatları karartılan bu çocuklar, tedavi için zor bela Gazze’den çıkıp başka ülkelere gidiyor.
Ne trajik ki Gazzeli çocukların tedavi olmak için gitmek zorunda oldukları ülkelerden biri de İsrail tarafından üzerlerine atılan bomba ve mermilerin üretilip hiçbir şerh veya denetim olmadan kullanması için İsrail’e veren Amerika Birleşik Devletleri.
Ve Trump hükümeti, İsrail’e olan borcunu yeterince “ifa etmemiş” olsa gerek ki tedavi için anneleriyle ABD’ye gelen bir avuç çocuktan da rahatsız oldu ve Gazzelilere tedavi amaçlı dahi olsa vize verilmesine İsrailci Trumpçılardan gelen tepkiler üzerine son verdi.
Yaralı çocuklara acımamak
Trump yönetimi son beş ayda Gazze ve Batı Şeria’dan gelen sadece 3,804 Filistinli’ye sağlık veya turizm vizesi vermiş durumda. Bu sayı oldukça az. Yine ABD’nin özel denetim uygulamaları ve özellikle Dışişleri Bakanlığı’nın sosyal medya profil inceleme talimatları göz önünde tutulduğunda bu kişilerin Trump yönetiminin İsrail odaklı bakış açısında dahi ABD için bir “güvenlik riski” olmayacağı aşikar.
HEAL Palestine gibi sivil toplum kuruluşları özellikle solcu ve Müslüman aktivistler ve gönüllü doktorlar aracılığıyla bölge ülkelerinde tedavisi zor olduğu için ABD’deki gelişmiş tedavilerden faydalanması gereken Gazzeli çocukları tespit ediyor ve vize başvurularında yardımcı oluyor. Bu kapsamda örneğin HEAL Palestine bugüne kadar 63 yaralı çocuk ve ebebeyninin vize almasını sağlamış, ABD’ye geliş ve kalışlarını finanse etmiş. Bu rakamlar oldukça sınırlı.

Son zamanlarda ABD’de İsrail’e yönelik kamuoyu tepkisinin artmasıyla bu bir avuç yaralı çocuğun ABD’ye gelişleri de halkın ilgisini çekmiş durumda. Bu nedenle havalimanlarında Amerikalı aktivistler ellerinde balonlar, boyunlarında kefiyelerle Gazzeli çocukları karşılıyor; bu görüntüler sosyal medyada insanlıktan çıkmamış bazı insanlar dışında herkes tarafından empatiyle karşılandı.

Trump’ın en radikal destekçilerinden ve sıkı bir İsrail yanlısı olan sosyal medya “trolü” Laura Loomer ise bu videoları paylaşarak ABD’nin “İslam işgali” altında olduğunu söyledi, tedavi için gelen Gazzelilere “terörist” dedi ve bu vize programının kaldırılmasını talep etti.
Gazze’ye nükleer bomba atılmasını isteyecek kadar radikalleşmiş İsrail destekçisi Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Randy Fine da Loomer’a eşlik etti.
Gelen bu iki tepki nedeniyle Dışişleri Bakanlığı hızlı bir karar alarak geçici bir süreliğine Gazzelilere vize verilmesini durdurdu. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bir sosyal medya trolünün sözlerini dikkate alarak yaralı çocukların tedavi için ABD’ye gelmesini sağlayan sivil toplum kuruluşlarını Hamas ile bağlantılı olmakla suçladı, çocukları tedavi etmek için para toplayan insanlar da “terörist” yaftasının kurbanı oldu.

Randy Fine.
İsrail Knesset meclisi üyesi gibi hareket eden ABD Temsilciler Meclisi üyesi Randy Fine ile Netanyahu’nun en radikal basın sözcülerini aratmayan Laura Loomer’in bu çıkışı ve Dışişleri Bakanlığı’nın bu radikal kişileri dikkate alarak harekete geçmesi ise birçok kişiyi öfkelendirdi; Trump’ın kendi tabanından da önemli sayıda kişi ses çıkardı.
Ne acı ki söz konusu İsrail olunca Amerika’nın kurban ettiği çocuklar sadece Gazzeli yaralı çocuklar değil.
Geçen hafta ortaya çıkan bir rezalet Amerika’nın İsrail uğruna kendi çocuklarını da kurban etmeye hazır olduğunu gösterdi.
Her şey İsrail uğruna
6 Ağustos 2025 tarihinde Nevada eyaletindeki Las Vegas kenti polis teşkilatı düzenlediği operasyon sonucu kendisini 15 yaşındaki bir çocuk olarak tanıtan bir polis memuruyla cinsel konuşmalar yapan ve çocuk sandığı polisi Cirque du Soleil gösterisine götürmeyi planlayarak yanında bir kondom getiren bir turisti gözaltına aldı. Gözaltına alınan kişi İsrail Ulusal Siber Direktörlüğünde üst düzey görevli olarak çalışan resmi yetkili Tom Artiom Alexandrocih’ti. Alexandroich, ABD’de düzenlenen Black Hat sibergüvenlik konferansı için şehre gelmişti. Gazze’nin kolektif bir şekilde gözetlenmesi ve İsrail’in sibergüvenlik ağının oluşturulmasına katkı veren daire başkanlarından biri olan 40 yaşındaki İsrailli’nin, “çocuk yaştaki kişiyi cinsel amaçlı yönlendirme” gibi ağır bir suçlamayla karşı karşıya kalmasına rağmen 10,000 dolar kefaret ödeyerek tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Fakat sapık adam kefaret şartlarında GPS ile izleme, ülke dışına çıkış yasağı veya pasaportuna el konulma gibi normalde uygulanan tedbirler öngörülmediği için hızlı bir şekilde ABD’den kaçarak İsrail’e döndü.

Bu durumun büyük ihtimalle emniyet departmanındaki kişilerce sızdırılması üzerine başta ulusalcı Trump destekçileri olmak üzere birçok kişi tepki gösterdi, İsrail’in devreye girerek kendi “adamını” kurtardığını ileri sürdü. ABD Dışişleri Bakanlığı ve eyaletin geçici ulusal savcılığını üstlenen İsrail destekçisi Trumpçı hukukçusu ise bu iddiaları reddederek yerel yargı organlarının bu karara imza attığını, ABD hükümetinin veya Dışişleri Bakanlığı’nın resmi bir dahiliyetinin olmadığını belirtti. Bazı radikal Trump destekçileri ise Trump’ın Epstein dosyasında isminin bulunması üzerinden İsrail tarafından santaja uğradığını belirtiyor, Trump’ın İsrail karşısında şahsi karar alamadığını vurguluyor. Trump’ı destekleyip İsrail karşısındaki tutumunu eleştirenler için Epstein dosyası, İsrail’e rağmen Trump ile bağlarını sürdürmek için sığınabildikleri ucu “Trump’ın yapabileceği bir şey yok” minvalinde güvenli bir limana da ister istemez dönüşmüş durumda.
Trump yönetiminin Gazzeli çocuklar ile Amerikalı çocuklar karşısında İsrail’i öncelediği bu iki olaya ise en sert tepki ise Trump’ın ulusalcı tabanını en iyi şekilde Kongre’de temsil eden radikal sağcı Temsilciler Meclisi üyesi Marjorie Greene Taylor’dan geldi:

“Dışişleri Bakanlığı’nın yakın zamanda aldığı iki karar da çocukları ilgilendiriyor. Savaş mağduru çocukların hayat kurtarıcı ameliyatlar için buraya gelmelerine izin veren ve polislerimizin yakaladığı yabancı çocuk seks avcılarını asla serbest bırakmayan bir Amerika olmalıyız. Ama bu durumda savaş mağduru çocuklar Gazze’den geliyor ve bu yabancı çocuk seks avcısı İsrail’den geliyor ve doğrudan Netanyahu için çalışıyor. Tahmin edeyim. Netanyahu’nun Siber Güvenlik Direktörünü geri getirip bu kişiyi hukukun tüm gücüyle yargılamak ve aynı zamanda uzuvları ve vücutları parçalanan Filistinli çocukların Amerika’da ameliyat olmalarına izin vermek antisemitizm mi olur? Mültecileri getirin veya vergi ödeyenlerin parasını kullanın demiyorum, kesinlikle hayır, ama Amerika’nın kalbi ne zaman masum çocukların özel olarak finanse edilen ameliyatlarını reddedecek kadar soğudu? Ameliyat olması gereken İsrailli çocuklar olsaydı, onlara izin vermez miydik? Ya da başka bir ülkenin savaş mağduru çocukları? Ve en endişe verici soru şu: Amerika ne zaman ve nasıl İsrail’e bu kadar bağımlı hale geldi ki, tutuklandıktan hemen sonra, %100 parmaklıklar arkasına konan ve delilleri olan bir ÇOCUK CİNSEL AVCISINI serbest bıraktık ve onu İsrail’e geri göndermek için yola uğurladık? Meksika’da bir çocuk istismarcısına bunu yapar mıydık? Yada Çinli bir çocuk istismarcısı? Tanrı’nın çocuklara olan sevgisinde ayrımcılık yapmadığını biliyorum. Biz neden yapalım ki?
Gazze’deki katliama soykırım deme cesareti gösteren nadir Cumhuriyetçilerden biri olan Greene’nin sıkı bir Trumpçıyken ve bir zamanlar İsrail’i destekleyen bir İslamofobikken Filistin kökenli bir Demokrat Partili siyasetçiyi aratmayacak İsrail karşıtı bir isme dönüşmesi ABD’nin içine düştüğü durumun iyi bir özeti.
Uzun bir zamandır kamuoyu İsrail’in karşısında yer alırken Amerikalı elitler, medya yöneticileri, iş insanları ve siyasetçiler İsrail lobisinin de etkisiyle Amerikan halkının vergileriyle korkunç bir soykırım ve tehcirin düzenlenmesine yardımcı olmaya çalışıyor.
Amerikan halkının tepkisinin, İsrail tanrısına daha fazla kurban vermeyi reddetmesi ise bu desteğin sona ermesi için maalesef yeterli değil.
Zira söz konusu İsrail olunca Amerika birçok değer ve ilke gibi demokrasiyi de askıya alıyor ve sesini duyuran seçmenlerin sandığa attığı oylar değil, İsrail lobisinin siyasetçiler için harcadığı milyonlarca dolar oluyor. En azından şimdilik.
Amerika ne zaman özgürlüğüne kavuşacak?
YouGov’un anketine göre Amerikalıların %43’ü İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğini düşünüyor. Reuters anketine göreyse %58’i Filistin’in bütün BM ülkeleri tarafından tanınmasını istiyor. Bu oran İsrail’i en çok destekleyen parti olan Cumhuriyetçiler arasında bile %41. Marjorie Greene Taylor’ın İsrail’e yönelik tepkisi bu nedenle pek tuhaf değil. Özellikle genç Cumhuriyetçiler İsrail’e tepkili. Candace Owens, Tucker Carlson, Fuentes, Joe Rogan gibi etkili muhafazakar kanaat önderleri İsrail’e karşı net tavırlarıyla milyonlarca insanı etkiliyor. Bu açıdan bakınca anayasadaki iki dönem sınırına takılan (en azından teorik açıdan) Trump’ın aksine bir daha seçilme kaygısı olan Marjorie Greene Taylor gibi genç Trumpçıların bu konuda İsrail’i karşılarına almaları oldukça mantıklı. Nitekim 2028 seçimleri için şimdiden kolları sıvayan başkan yardımcısı JD Vance’nin özellikle İsrail’i ziyaret etmekten kaçınması, İsrail hakkında olumlu veya olumsuz bir açıklama yapmaktan çekinerek kendisini bu meseleden uzaklaştırması da dikkat çekici bir husus.
Demokrat Parti ise tamamen kaybedilmiş durumda. İsrail’i destekleyen siyasetçiler için milyonlarca dolar harcayan İsrail lobisi AIPAC’in kendi websitesine gururla “bizim ekip” diye resmini sergilediği Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi’ndeki iki numaralı ismi Katherine Clark bile seçmenleriyle buluştuğu bir etkinlikte “soykırım” kelimesini kullandı. Clark daha sonra her ne kadar bu ifadeyi İsrail’i suçlamak için kullanmadığını belirterek geri adım atsa da İsrail lobisinin en etkili olduğu müesses nizam bir Demokrat’ın bile kendi seçmenleriyle karşılaştığı zaman kamuoyu tepkisi nedeniyle dilini değiştirmesi kritik.
ABD’nin en büyük şehri New York’un başına çok değil sadece iki ay sonra bir aksilik olmazsa sosyalist bir Müslüman Filistin aktivistinin gelecek olması da bu yaşanan köklü değişimin bir göstergesi.
CBS News’in satılma sürecinde bile İsrail destekçisi eski sahibi Shari Redstone’nun kanalı elden çıkarmasının sebeplerinden beri her türlü müdahalesine rağmen kanaldaki gazetecilerin özellikle 60 Minutes ekibinin İsrail konusunda objektif olarak Gazze’de yaşanan soykırımın detaylarını halka açıkça sunmasını engelleyememesi. Her türlü yetkisine gücüne rağmen İsrail savunusu yapacak bir alan bulamaması.
ABD’nin her bir karış toprağında, her bir kurumunda elitlerle sıradan halk, kurumların başındaki kişilerle kurumları oluşturanlar İsrail hususunda karşı karşıya gelmeye başladı.
