Serbestiyet: MHP liderinin bu son insiyatifini nasıl yorumluyorsunuz?
Halil Berktay: Belki “insiyatifi” değil, “insiyatifleri” demek daha doğru olur. İş 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin hemen sonrası kadar gerilere uzanıyor. Gerçek şu ki Devlet Bahçeli Cumhur İttifakı’nın hem fikir babası ve mimarı, hem bekçisi, gardiyanı. Biliyorsunuz, FETÖ darbesine kadar Erdoğan’a da, Başkanlık Sistemine de şiddetle muhalifti. Derken 15 Temmuz’dan sonra ansızın tavır ve taraf değiştirdi. Hem bir fırsat, hem bir tehlike gördü sanıyorum. Fırsat, Gülencilerin yokluğunda AK Parti açısından doğan bir destek boşluğuydu. Tehlike, Yenikapı Ruhu’ydu, yani geniş demokratik ittifaklardı. Bunun yerine Bahçeli, hemen anayasada başka hiçbir değişiklik yapılmaması kaydıyla Başkanlık Sistemini altın tepsi içinde sunuverdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a. Böylece Erdoğan’ı ve AKP’yi CHP ile yakınlaşma olasılığından koparıp, 1970’lerin ikinci yarısını andıran yeni bir MC (Milliyetçi Cephe) formülüne çekti.
O gün bugündür de en katı, en hoyrat biçimde savunmayı sürdürüyor, bu dar kutuplaşma ve cepheleşmeyi. Bütün âcil ve sarsılmaz militanlıklar iktidar koalisyonunun MHP kanadından ve şahsen Bahçeli’den geliyor. (1) Geçen yıl 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerini yaşadık. Cumhur İttifakı bu belediye seçimlerine beka sloganıyla girdi. İlk turda ağır bir yenilgiye uğradılar. AKP beka propagandasını yumuşattı, geri çekti. Bahçeli ise aynı sertlikte ve üst perdeden sürdürdü. (2) Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul seçimlerinin illâ tekrarlanmasına da çok istekli gözükmedi bir yerden sonra. Ama gene Bahçeli çok ısrarcı oldu ve AK Parti’nin şahinlerini de birlikte (hezimete) sürükledi. (3) 23 Haziran sonrasında Erdoğan şimdi Türkiye İttifakı zamanı gibi bir şeyler diyecek oldu; Bahçeli bu sefer cumhurbaşkanını doğrudan karşıya almak pahasına hayır, asla olamaz, Cumhur İttifakından başkası düşünülemez diye kükredi. (4) Süleyman Soylu’nun istifa ettiği gece, mutlaka İçişleri Bakanlığı’nda kalması gerektiğine ilişkin kritik mesajlar Bahçeli’den geldi.
Yani son haftalarda da aynı çizgiyi mi sürdürmüş oluyor?
Kesinlikle. O kadar açık ki… Bakın, (5) Berat Albayrak’ın istifasının ardından, ekonomiye sınırlı kalmayıp (ilk ağızda) hukuk ve siyaset alanında da taşabileceği izlenimini veren reform vaatleri karşısında, bir hafta sessiz kaldı. Sonra alkışladı: her şey zaten harikaydı, daha da iyi olacak dedi. (6) Fakat derken Alaattin Çakıcı sahneye çıkıverdi. Durup dururken, CHP ve ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na küfür ve hakaret dolu bir saldırıda bulundu. Nereden icap etti, kim iteledi, anlaşılamamış gibi dururken (7) Devlet Bahçeli tekrar ortaya atladı ve düpedüz suç işleyen Çakıcı’ya topyekûn destek verdi. Böylece iktidarı haydi, sıkıysa soruştur ve kovuştur bakalım dercesine zor durumda bırakmakla kalmadı; aynı zamanda özellikle Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ü ve olası hukuk reformu arzularını sınamış, köşeye sıkıştırmış oldu (gerçi Ankara Savcısı soruşturma başlatıldığını açıkladı ama sonrasında ortalığı derin bir sessizlik kapladı). (8) Üzerine Bülent Arınç’a saldırısı geldi. Ve şimdi de (9) RTÜK kararını eleştiren herkesi mutasavver bir “iç işgal ve zillet cephesi”ne dahil olmakla suçluyor…
Diyorsunuz ki burada habire tekrarlanan bir olay, hep aynı örüntü ve görüntü söz konusu.
Aynen. Devlet Bahçeli, bu tür hemen bütün olaylarda kraldan fazla kralcı. Daha AK Parti herhangi bir reaksiyon göstermeden ortaya atlayıp birilerine cevap yetiştiriyor; güya AKP’yi AKP’den fazla savunuyor. Tepkileri sanki otomatiğe bağlanmış gibi; duygusal görünüyor ama hiç değil; hep aynı tesbitten kaynaklanan bilinçli bir taktiği uyguluyor. Aslında AK Parti’yi ve iktidarı savunmuyor; esir alıyor ve kendine benzetiyor. Kuşatıyor, sınırlıyor, ipotek altına alıyor. AKP’nin tâvizkâr bir tavra girmesi, görece yumuşak bir tepki vermesi ihtimaline karşı, poker deyimiyle, adetâ “görmeden” (sans voir) blöf yapıyor. Eli daha baştan çok yükseltiyor. Deklarasyonu geri dönülmez kılıyor.
Peki ama bu son Habertürk olayında çok aşırıya gitmiyor mu tepkisi? RTÜK’ün kararı çok haksız değil mi? Nasıl savunabiliyor?
Siz normal demokratik bir mantıkla soruyorsunuz bu soruyu. Oysa Bahçeli, tam da neyin haklı, neyin haksız olduğu çok âşikâr olduğundan, derhal müdahale ihtiyacı duyuyor. Büyük korkusu, Habertürk’ün çok akıllı ve çok efendi bir tavırla yürüttüğü itiraz kampanyasının AK Parti’yi de etkilemesi ve oradan çatlak sesler yükselmesi. Dolayısıyla en haklı, en mantıklı bir sosyal gelişme en ağır tecavüzle karşılanıyor.
Cumhur İttifakı bulunmaz nimet Devlet Bahçeli için. 1970’lerin ikinci yarısındaki MHP de Milliyetçi Cephe sayesinde Süleyman Demirel’in ve Adalet Partisi’nin sırtından palazlanmıştı. Şimdi aynı asalaklık ilişkisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP’nin aleyhine işliyor. Alparslan Türkeş’in MHP’si gibi Devlet Bahçeli’nin MHP’si de hem milliyetçilik yarışları sayesinde oy oranını arttırmak, hem yargıyı ve güvenlik teşkilâtını (aynen Gülenciler gibi) içeriden ele geçirme sürecinde. Onun için Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’nda en hafif gevşemeye, en küçük delik ve gedik açılmasına tahammülü yok. Ufacık bir tâviz verilirse gerisinin çorap söküğü gibi geleceğini düşünüyor. Bu ittifakı bırakmayacak ve bıraktırmayacak. İnsana Mehmet Ağar’ın, derin devlet yapılanmasında bir tek tuğla yerinden oynarsa bütün duvarın çökeceğine dair sözlerini hatırlatıyor.
Peki, kullandığı dilde giderek kantarın topuzunu kaçırmıyor mu?
O da asla tesadüf değil. Bilinçli bir strateji. Böyle korkutucu ihtimalleri en baştan yoketmek içindir ki, aşırı saldırgan bir nefret ve hakaret diline başvuruyor. Sadece şu son RTÜK ve Habertürk tweet’lerinde, örneğin, vatana ihanet, katıksız ihanet, zehirli mızrak, sapkınlık, satılmışlık, şarlatanlar, özgürlük cambazlığı, akıl tutulması, faşist bir dayatma, namert bir tertip, çarpıklık, şerefsizlik, rezalet, iç işgal ve zillet cephesi, müstevli postacısı, zalimlerin fermanı, iğrençlik, paravanlık, payandalık, kan içici keneler… sözcükleri hemen her satırda birbirini izliyor. Toplam 33 satıra böyle 20 ifadeyi sığdırabiliyor.
Bunun lumpenlikle, sokak küfürbazlığıyla, rastgele argo konuşmakla hiçbir ilgisi yok. Gayet politik, hesaplı ve kitaplı bir hakaret ve aşağılama yağmuru. İyi düşünülmüş bir düşmanlaştırma bombardımanı. Okuyucularını korkutmayı, şuursuzlaştırmayı, rasyonel düşünme olanağı bırakmamayı amaçlıyor. Bana kâh Vyshinsky’yi, kâh Orwell’in dün yazdığım İki Dakika Nefret sahnesini çağrıştırıyor. Akı kara, karayı ak gösteriyor. En ilginç nokta, demokratik itirazlara “faşist bir dayatma” demesi. Demokrasi faşizm oluyor yani (ya zıddı; tersi de geçerli mi?). Bunun teorisini de kuranlar var etrafta. Buram buram İkilidüşün (Doublethink) ve Yenikonuş (Newspeak) kokuyor.