Ana SayfaANALİZLERANALİZ- 'Bahçeli şimdi de Batı’yla yakınlaşma ihtimalini Kürt sorunu üzerinden sabote etmeye...

ANALİZ- ‘Bahçeli şimdi de Batı’yla yakınlaşma ihtimalini Kürt sorunu üzerinden sabote etmeye çalışıyor’

11-13 Aralık’ta şahinler bir kere daha öne çıktı. Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ardından yardımcısı Semih Yalçın, tehdit ve hakaret dolu tweet’ler attı. Onları Süleyman Soylu’nun aynı doğrultudaki, son derece sert ve saldırgan Meclis konuşması izledi. Gene Halil Berktay’a sorduk. Neden? Şimdi ne oluyor?

Serbestiyet: Daha önce, MHP genel başkanının her türlü gevşeme olasılığını baştan bloke etmeye çalıştığını söylemiştiniz (5 Aralık 2020). Bu son çıkışları da aynı strateji bağlamında mı yorumlamak gerekiyor?

Halil Berktay: [15-16 Aralık 2020] Kesinlikle. Siyaset alabildiğine şeffaflaştı son zamanlarda. Her şey çok alenî cereyan ediyor. Özellikle Bahçeli’nin bütün manevralarının hangi endişelerden kaynaklandığını görmek hiç de zor olmuyor.

Temel mesele, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ekonomide ve hukukta reform” vaatlerinin Cumhur İttifakı’nda çatlaklara yol açıyor olması. Bu çatlaklar henüz çok ince. Fakat varlığı seziliyor. Dış çerçeve de çok önemli. Biden’ın başkanlığında ABD, Avrupa ile ilişkilerini tamir edecek. Batı’ya daha etkili bir önderlik sunacak. Bu, Ortadoğu’yla ve tabii Suriye’yle daha yakından ilgilenmeyi de beraberinde getirecek. Kürt sorununda, en azından Kuzey Suriye ölçeğinde uzlaşma arayışları büsbütün yoğunlaşacak. İktidar bu pazarlıklar ve kısmî çözümler içinde yer almayı kabul ettiği ölçüde, katı ve toptancı bir Batı düşmanlığını sürdürmek o kadar kolay olmayacak.

Geniş arkaplan böyle. Rojava’da dolaylı-dolaysız görüşmelerin sürdüğü, artık herkesin bildiği bir sır. PYD, en azından Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki çelişkiler bağlamında, kendini PKK’dan ayırmaya başladı. Son günlerde Türkiye içinden de yeni çözüm arayışlarının kaçınılmazlığına, hattâ şimdiden gündemde olduğuna dair sesler yükselmeye başladı. Bunun bir örneği, Mehmet İhsan Arslan’ın iki kitabı ve BBC’ye demeci (bkz Vahap Coşkun’un 3 ve 12 Aralık yazıları). Bir diğer örneği, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’nın söyledikleri (GazeteDuvar’dan naklen Serbestiyet’te, bkz 12 Aralık). Fakat tabii en geniş çerçeveyi, Erdoğan’ın Türkiye’nin yerinin Avrupa ve AB olduğu yolundaki net ve şaşırtıcı konuşmaları oluşturuyor. 

Şimdi (1) 10 Aralık’ta James Jeffrey. Kim bu Jeffrey? Amerika’nın 2008-2010’daki Ankara büyükelçisi ve eski Suriye Özel Temsilcisi. Belki de yeni dönemde, Biden ekibinin hiç olmazsa çeperinde yer alacak. Al Monitor’un gerçekleştirdiği röportajda (bkz Serbestiyet, 10 Aralık), Jeffrey’in Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki görüşleri öne çıktı: (a) “[Ç]ıldırtıcı derecede kibirli, tahmin edilemez ve kazan-kazan çözümlerine yanaşmaz oluşu. Ancak zorlandığında, onunla pazarlık yaptım, mantıklı bir aktör olur”; (b) “Erdoğan dişinizi gösterene kadar geri çekilmez” ve (c) “Erdoğan çok ileri gittiğinde onu gerçekten sıkıştırmaya istekli olmalısın ve bunu önceden anlamasını sağlamalısın.”

Buna karşılık, James Jeffrey’in ABD’nin Türkiye’ye biçebileceği yeni role ilişkin düşünceleri belki biraz ikinci planda kaldı. En önemli yerlerini aynen aktarıyorum (vurgular bana ait):  “Biden için en büyük meydan okumalar… Altıncısı da Türkiye. Çünkü Türkiye, ilk beşten ikisini direkt etkiliyor: Rusya ve İran… Çok önemli bir NATO ülkesi. İran’a karşı anti-balistik füze sistemi savunmasının merkezi Türkiye’de. Muazzam bir askeri varlığımız var burada. Ortadoğu, Kafkaslar ve Karadeniz’de Türkiye’siz bir şey yapamayız. Türkiye, İran ve Rusya ile de doğal olarak karşıt. (…) Yani Biden, dünyayı şu anda çoğumuz gibi görürse, Türkiye son derece önemli hale geliyor. Bakın Erdoğan sekiz ayda İdlib, Libya ve Dağlık Karabağ’da neler yaptı. Rusya ya da Rus müttefikleri her üçünde de kaybedenler oldu. (…) Onlara Rusya ve İran’a karşı önemli müttefik ve siper rolünü geri verip, en azından argümanlarını dinlememiz ve uzlaşmacı çözümler bulmaya çalışmamız gerekir.”

Bundan sonra (2) 11 Aralık’ta Devlet Bahçeli. Şimdiye kadar HDP’nin kapatılması talebi, soldan gelen ulusalcı faşizmle sınırlıydı. Genel başkanının 11 Aralık’ta attığı tweet’lerle, ilk defa aşırı sağ milliyetçiliğin kurumsal temsilcisi MHP de katıldı buna (vurgular bana ait): “HDP isimli husumet ve hıyanet oluşumu demokrasinin ardına saklanarak, özgürlük ve insan hakları sığınağına yuvalanarak Türkiye’ye meydan okumaktadır. HDP bir terör sorunudur, bölücülük yuvasıdır, fitne tezgâhıdır, demokratik güvenliğimize doğrulmuş melûn bir silahtır. Bu kervan böyle gitmemelidir. Adalet ve hukuk mutlak surette devreye girmeli, HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır. Yani demem odur ki, HDP’yi Türk siyasetinin taşıma ve hazmetme kapasitesi dolmuştur. Bu terör ve bölücülük yatağı kapatılmalıdır.”

Sonra (3) 12 Aralık’ta, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın. Daha da kötü bir nefret dili (vurgular bana ait):“Milletimizin tek istediği, eli kanlı katiller sürüsü PKK’nın ve onun emirlerini yerine getiren HDP’nin istismarından kurtarılmasıdır. HDP’nin ayakta tutmaya çalıştığı terör şebekesinin kapanışını ve tükenişini sabırla bekleyeceğiz.HDP/PKK halk düşmanıdır, tabiat ve insanlık düşmanıdır. Terör örgütü HDP/PKK, kâmilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür. Ağızları kapatılması gereken kravatlı mazbatalı Güruhtur.”

Nihayet (4) 13 Aralık’ta Süleyman Soylu. Bütçe görüşmeleri sırasında kürsüden hitabı. Resmen MHP’li olmayan, ama AK Parti içindeki MHP’li ve kabinede Bahçeli’nin has adamı olarak görülen, hattâ Bahçeli’den sonra MHP genel başkanlığının en güçlü adayı sayılan İçişleri Bakanından, ses duvarını iyice aşmış bir söylem (vurgular bana ait): “Teröriste terörist diyoruz, destekçisine de terörist diyoruz; ihbarcısına, işbirlikçisine, çocukları kandırıp dağa gönderen belediye başkanına terörist diyoruz; İmralı’daki devrik terörist başına terörist diyoruz. Koltuğu için birbirini yiyen Edirne’deki Demirtaş’a da, Karayılan’a da, tecavüzcü Biçirpinin Duran Kalkan’a da terörist diyoruz.”

“Bugün ABD ne derse desin, Avrupa ne derse desin terör örgütünün tepesine biniyoruz. — Onlardan PKK’ya ne DEVA olur ne de GELECEK olur. — (HDP’li milletvekillerine) Sizin az buçuk haysiyetiniz olsa siviller için başsağlığı dilersiniz. Haysiyetsizler, haysiyetsizler, haysiyetsizler! Bu çocukların hesabını vereceksiniz! — Bu resim PKK ile PYD ayrı diyen Amerika’yla Avrupa’nın gözüne girsin. — Beni kızdırmayın. PKK terör örgütü köye gitti, erkekleri evden çıkartıp kadınlara tecavüz etti. Alçaklar, beni konuşturmayın. — Çocuklarımızı dağa göndermiyoruz artık. Göndermiyoruz artık. Göndermiyoruz artık. 50 yıldır bu memleketin kanını emdiler, bunlar da siyasetini yaptılar. Artık paralar PKK’ya gitmiyor. Ohh.”

Birer gün arayla birbirini izleyen bu dört yazı veya konuşma peşpeşe okunduğunda, şu sonuç çıkıyor: Cumhur İttifakı’nın uzlaşmaz sertlik yanlısı, die-hardist, ölümüne bekacı, ölümüne kutuplaşmacı kanadının şimdiki âcil kaygısı (i) James Jeffrey vizyonu çerçevesinde, Türkiye’nin tekrar Batı ittifakı bünyesine çekilmesi; bu bağlamda (ii) Kuzey Suriye’den başlayarak, Kürt sorununda bir, belki bir dizi uzlaşmaya razı edilmesi.

Bence Bahçeli’nin asıl derdi HDP değil; asıl derdi Batı’yla yakınlaşmayı önlemek. Çünkü Cumhur İttifakı’nın dış meşruiyeti buna bağlı. Türkiye’nin “yerli ve millî” izolasyonu buna bağlı. “Beka” buna bağlı. Fakat ilginçtir; bu çerçevede MHP lideri Batı’yla yakınlaşmaya doğrudan karşı çıkmıyor. Nitekim Devlet Bahçeli’nin 11 Aralık ve Semih Yalçın’ın 12 Aralık tweet’lerinde Batı hiç yok. İkinci meseleyi, Kürt sorununu öne çıkarıyorlar. Terör diye diye, AKP’yi uzlaşmazlık tuzağına çekmeyi ve bu yolla aslında Batı ile yakınlaşma ihtimalini sabote etmeyi umuyorlar. Aradaki ilişkiyi, yani aslında Batı’nın hedef alınmakta olduğunu ifşa etmek, iki kritik cümlesiyle Süleyman Soylu’ya düşüyor. “ABD ne derse desin, Avrupa ne derse desin” ve “Amerika’yla Avrupa’nın gözüne girsin” ifadeleriyle, aslında bu yaptığımızı gözlerine sokalım demek istiyor. HDP’nin tepesine binip Kürt sorununu iyice çözümsüzleştirmeyi tam da bu nedenle gündeme getirdiklerini açığa vuruyor.

Bahçeli’nin niyeti alabildiğine net. Çok konuştukça efsanesi zayıflıyor, esrarı kalmıyor. Çıplaklaşıyor. Hans Christian Andersen’in ünlü hikâyesindeki, giyinmeden sokağa çıkan imparatoru hatırlatmaya başlıyor.

- Advertisment -