Ana SayfaANALİZLERANALİZ – ‘İki etken Doğu Akdeniz politikamızı değiştirdi: Biden’ın seçilmesi ve ekonomik...

ANALİZ – ‘İki etken Doğu Akdeniz politikamızı değiştirdi: Biden’ın seçilmesi ve ekonomik kriz’

Libya ve Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinin son durumunu siyasi analist Galip Dalay değerlendirdi. Dalay’a göre ABD seçimlerini Biden’ın kazanması ve Türkiye’deki ekonomik kriz iktidarı Libya ve Doğu Akdeniz konusunda politika değişikliğine zorladı. Dalay, Libya’nın geleceğine ilişkin olarak da “siyasal bir sürecin daha fazla ivme kazanması da tekrardan bir askeri yönetimin oluşması da ihtimal dahilinde” diyor.

Serbestiyet: Libya’da Türkiye’nin müttefiki Sarrac, anlaşılan bir daha dönmemek üzere Libya’yı terk etti. Peki Libya’da bundan sonra ne öngörülüyor? Batı ve Doğu Libya arasındaki ilişki bundan sonra nasıl olacak? Bütünleşik bir ülke mi beklemeliyiz, yoksa Libya’daki bu adı konmamış federal yapının daha da derinleşmesini mi?

Serbest TV’de izlemek için:

https://youtu.be/Ztyw3yvBRGM

Galip Dalay: Libya’da bilindiği üzere BM merkezli yeni bir diplomatik süreç vardı ve bu süreç yeni bir geçici yönetimin şekillenmesi ile sonuçlandı. Bu geçici yönetimin öncelikle parlamento desteğini de alması gerekti fakat şu an için bir geçici yönetim oluşmuş durumda. Abdülhamid Dubeybe geçici başbakan olacak, Misrata kökenli bir isim. Bu geçici yönetimin en temel görevi Libya’yı Aralık 2021’de yapılacak olan seçimlere götürmek. Bu, Libya’daki tansiyonun düşmesi için önemli bir adım. Peki Libya için bir çözüm aşamasında mıyız? Hayır. Çözüm aşamasında olduğumuzu iddia etmek fazla iyimser bir yaklaşım olur. Libya’da siyasal bir sürecin daha fazla ivme kazanması da tekrardan bir askeri yönetimin oluşması da ihtimal dahilinde. Şu anda ibre biraz daha siyasal sürecin ivme kazanması yönünde fakat sahadaki bütün aktörler aynı zamanda askeri boyutu da gözetiyorlar, bu siyasi sürecin çökmesi ihtimaline karşı. Fakat düne oranla bu siyasi süreci akamete uğratmanın maliyeti yükseliyor. Özellikle Avrupa’da, yeni Biden yönetimi ile uzlaşının çıkması söz konusu olabilir. Bu da siyasi süreci baltalamanın maliyetini artırabilir.

Benim kanaatim, adı konmamış bir federalizm yaşanacak Libya’da.

Yeni süreçte iki mesele özellikle hayati. Bunlardan birincisi güvenlik sektörü reformu. Güvenlik sektörüne ne olacağı konusu. Şu anda iki farklı güvenlik sektörü iş birlikleri veya güvenlik sektörü reformu söz konusu. Batı Libya’da Türkiye destekli bir güvenlik sektörü reformu veya kurumların inşası söz konusu. Doğu Libya’da ise Mısır’ın daha aktif rol aldığı bir süreç söz konusu.

Buna ilaveten ekonomi ayağında ne olacak sorusu var. Doğu Libya, yani Hafter yanlıları epey bir zamandır Merkez Bankası gibi kurumlara, bu kaynaklara ulaşım hakkı istiyorlar. Muhtemelen bir formül ile onlara da Merkez Bankası’nın kaynaklarına ulaşma imkânı verilecek. Bunun yanında petrol ve doğalgaz gelirlerinin paylaşımı söz konusu. Burada da muhtemelen bir formülle Doğu ile Batı yönetimleri arasında bir paylaşıma gidilecek. Görünen resim, adı konarak ya da konmayarak fiiliyatta sert, yani güçlü bir federal yapıya gidiliyor.

Bu aşamada Türkiye için birkaç noktayı vurgulamakta fayda var. Seçilen başbakanın profili Türkiye için fena bir profil değil. Misratalı olması, Türkiye’deki iş dünyası ile yakın ilişkilere sahip olması, Türkiye ile Libya’nın Doğu Akdeniz’deki anlaşmasından sonra Yunanistan’dan kovulan büyükelçi olması; tüm bunlar Türkiye için iyi, pozitif özellikler. Benzer şekilde Mısır ile de iyi ilişki ağları olduğu biliniyor. Bu da Türkiye için fena bir resim değil çünkü Türkiye, Libya’da Mısır’la bir ortak yol arıyor. Dolayısıyla bu ortaya çıkan resim, Türkiye için çok fena değil.

Türkiye’nin yüzleşeceği temel kriz alanlarından biri şu olacaktır: BM sürecinin mevzi kazanması ile birlikte, Libya’daki yabancı savaşçıların durumu daha çok tartışma konusu olacak. Bu da bölgede asker bulunduran özellikle Türkiye ve Rusya gibi aktörleri daha çok konuşmamıza sebep olacak. Tabii ki BAE’nin de yabancı savaşçıları getirmesi söz konusu ama şu anda uluslararası ilgi daha çok Türkiye ve Rusya üzerine olacaktır diye öngörüyorum. Dolayısıyla bu önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yönetmesi gereken bir kriz.

İkincisi, Türkiye’nin Batı Libya’da bir güç boşluğu ortaya çıkmamasına daha fazla dikkat etmesi gerekecek. Çünkü Batı Libya’da her ne kadar yekpare bir yapı varmış gibi gözükse de o yapı farklı güç odaklarının koalisyonu gibi duruyor. Bu farklı güç odakları arasındaki ittifak pekâlâ bozulabilir bir mahiyete sahip.

Bunun yanında Türkiye muhtemelen kurumların inşası sürecindeki adımlarını daha hızlı bir şekilde atmaya devam edecektir. Çünkü buradaki temel amaçlardan bir tanesi, güvenlik sektörü reformu ile Türkiye’nin oradaki nüfuzunun daha kalıcı hale gelmesini sağlamak. Orduların eğitilmesi meselesi Türkiye’nin bildiği, deneyim kazandığı, dolayısıyla maliyeti az bir iş. Fakat etkisi yüksek bir iş alanı gibi gözüküyor.

Peki bu sürecin Doğu Akdeniz’e yansıması ne olacak?

Bu aslında Doğu Akdeniz’deki krizi nasıl yorumladığınızla da alakalı. Buradaki kriz alanları aslında yeni bir durum değil. Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz ve hava sınırları ile alakalı tartışmalarda çözülmemiş çok fazla başlık bulunuyor. Ve bu başlıklar yeni değil. Peki yeni olmamasına rağmen biz neden son dönemde daha yoğun bir kriz, bir sorun yaşadık?

Bunun hem konjonktürel hem de sistematik gerekçeleri var. Unutmayalım ki bu kriz 1974’teki Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra en yoğun ya da en uzun süren kriz oldu. Bu krizi tetikleyen konjonktürel faktörler iki başlıkta yoğunlaşıyor. Bunlardan bir tanesi, Doğu Akdeniz’de gaz bulunması. Burada Türkiye de gaz aramak ve çıkartmak istiyor. İkincisi de Libya krizi. Burada Türkiye ile farklı kamplarda yer alan ülkeler var. Fransa, BAE, Mısır gibi. Zaten bu ülkelerin hepsi en son Doğu Akdeniz krizinde Yunanistan’ın yanında saf tuttu.

Türkiye’nin durduğu noktadan şöyle bir resim görülüyordu: Doğu Akdeniz’de bir enerji ve güvenlik denklemi var ve ben bu denklemin dışındayım. Türkiye’nin bu gaz arama faaliyetleri krizi daha canlı hale taşıdı.

Krizin aynı zamanda iki tane sistemik gerekçesi vardı. Bu sistemik gerekçelerden bir tanesi Amerika’nın bölgeden geri çekilmesi ve Trump’ın uluslararası kurumları ciddiye almayan tavrıydı. ABD’nin bıraktığı güç boşluğu, vekalet savaşlarına sebep oldu.

İkinci sistemik gerekçe ise Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinin yok olması. Türkiye ile Yunanistan arasındaki daha önceki iyileşme bu üyelik perspektifinin bir sonucu ve gerekliliği olarak yaşandı.

Şimdi bu konjonktürel başlıklarda da sistemik başlıklarda da bir değişim var. Konjonktürel başlıklarda şöyle bir değişim yaşanıyor; Libya krizinde askeri rekabet ortamının azalıp siyasi sürecin daha da canlanması ile birlikte yeni bir resmin ortaya çıkması Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşmesine pozitif bir katkı sunabilir. Çünkü oradaki jeopolitik rekabet Doğu Akdeniz’deki tartışmayı daha fazla alevlendirip çözülemez bir noktaya taşımıştı.

İkincisi ise sistemik alanla ilgili bir değişim yaşanıyor. ABD, Ortadoğu’ya ve Akdeniz’e ciddi manada geri gelmeyecek. Fakat ABD, Avrupa ile arasındaki makası kapatacaktır. Çünkü Trump döneminde iki aşamalı bir makas açıklığı vardı Avrupa ile. Birincisi Trump ile Amerikan kurumları arasında bir makas açıklığı vardı, ikincisi ise Trump’ın yönetimindeki ABD ile Avrupa arasında bir makas açıklığı vardı. Şimdi yeni dönemde evet ABD bölgeye geri gelmeyecek fakat yeni başkan ile kurumlar arasındaki makas kapanıyor ve ABD ile de Avrupa arasındaki makas kapanıyor. Türkiye’nin bunları da göz önünde bulundurarak hareket etmesi gerekecektir.

Türkiye zaten adı konmamış şekilde bir moratoryum ilan etmiş durumda. Oruç Reis tartışmalı sulara gitmiyor epey bir süredir. Orada arama çalışmaları yapmıyor. Yunanistan ile istikşafı görüşmeler başladı. Doğu Akdeniz’deki gerilimin düşmesi sistemik alanla alakalı. Özellikle Amerika ile Avrupa arasındaki makasın kapanması Türkiye’yi olumsuz olarak etkileyebilirdi.

Ayrıca Türkiye’deki ekonomi kriz, Türkiye’nin dış politikasında bir normalleşme gerektiriyor. Bu ikisi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutumunu ve adımlarını değiştirdi.

Libya’daki diplomatik süreç ivme kazanırsa bu da Doğu Akdeniz’deki tansiyonun düşmesine katkıda bulunacak. Fakat şunu unutmayalım ki Doğu Akdeniz’de bir kriz çözümü şu anda söz konusu değil. Temelde krizin yönetilmesi, tansiyonun düşürülmesi söz konusu. Çünkü kriz çözümünün ne ortamı var ne de bunun siyasi aktörleri var ortada. Şu ana kadar bu tansiyonun düşmesinin en önemli sebepleri tartışmalı sularda gaz aramasının durması ve Yunanistan ile Türkiye arasında diyaloğun başlamasıydı.

Peki tansiyonun düşmesinin ardından, bu düşen tansiyonu nasıl kalıcı hale getirebiliriz?

Burada yine iki nokta önemli. Birincisi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji oyununa dahil edilmesi. Bunun da birkaç formülü var. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki gaz forumuna dahil edilebilir bir süre sonra. Bu şu an için pek mümkün olmayabilir ama orta vadede gerçekleşebilir. Eğer bu olmazsa, Türkiye, AB ve Doğu Akdeniz ülkeleri arasında üçlü bir mekanizmanın kurulması ve bu konuların bu mekanizmada tartışılması olabilir.

Dediğim gibi bunların hepsi tansiyonu düşüren faaliyetler fakat bunlardan hiçbirisi Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ilişkilerdeki kriz alanlarını çözecek meseleler değil. Bu krizler daha kronik ve daha uzun erimli krizler.

- Advertisment -