Not: Yazıda filmle ilgili sürpriz gelişmelere yer verilmiştir.
Taylan Biraderler’in Vavien’den (2009) on yıl sonra çekmiş oldukları Azizler filmi uzun süredir sinema severler tarafından bekleniyordu. 2020’nin son aylarında vizyona girmesi planlanan filmin sinemalardaki gösterimi pandemi sebebiyle gerçekleşemeyince 8 Ocak 2021’de Netflix’te izleyicilerin beğenisine sunuldu. Filmin oyuncu kadrosu göz kamaştırıcı: Haluk Bilginer, Engin Günaydın, Binnur Kaya, Fatih Artman, İrem Sak… Senaryoda ise yazdığı oyunlarla tanıdığımız, yakın geçmişte Netflix’te izlediğimiz Bir Başkadır dizisi ile memleketin gündemini uzun süre meşgul eden yönetmen ve senarist Berkun Oya var.
Filmin açılış sahnesi bir kafede, Aziz’in (Engin Günaydın) sevgilisine ayrılmak istediğini söylediği sözler ile başlar. Yakın planda izlediğimiz bu diyalog sahnesinin aslında bir monolog olduğunu geniş plana geçildiğinde fark ederiz. Aziz tek başına prova yapmaktadır. Sevgilisi Burcu (İrem Sak) az sonra geldiğinde bir türlü söze giremez, uzun süre kem küm ettikten sonra yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söylediğinde ise sevgilisinin onu dinlemediğini görürüz. Boynundan hiç çıkarmayacağını söylediği kolyeyi göremeyince Burcu sorar: “Hiç çıkarmayacağım dedin. Eee kolye nerede?”
Burcu film boyunca tekrar eden bu diyalogda takılır kalır. Filmin ortasındaki bitmek bilmeyen bu döngü başta Aziz olmak üzere karakterlerin içinden çıkamadıkları, izleyiciyi de içine çeken iletişimsizlik girdabının bir tecessümü gibidir. Taylan Biraderler filmde modern insanın yalnızlığının farklı tezahürlerini sergiler. Aziz kalabalıklar içinde yalnız bir adamdır. Bir reklam şirketinde çalışmaktadır, ablasının ailesi altı aydır evine yerleşmiş ve gitmek bilmemektedir, sevgilisinden ayrılmak ister ama bir türlü muvaffak olamaz, ayrıca iş yerinden ve yaptığı işten hiç memnun değildir. Pür mutsuzdur. Film her ne kadar Aziz’in mutsuzluğuna ve kalabalıklar içindeki yalnızlığına odaklansa da çevresindekilerin durumu da ondan pek farklı değildir. Erbil’in (Haluk Bilginer) seneler önce karısı vefat etmiş ve adeta hayatı o zamanda donup kalmıştır. Üstelik hastalığından ötürü altı aylık ömrü kaldığını yeni öğrenmiştir. İş yerinde bir hayalet gibi gezinir, hayatın akışına dahil olamaz. En canlı olduğu anlar evde bir başına iken, buzdolabına yapıştırdığı eşinin siyah beyaz fotoğrafı ile konuştuğu zamanlardır. Binnur Kaya filme Kâmuran rolünde, bir fotoğraf karesinin içinden dahil olur. Kocası Erbil’e kimi zaman akıl verir kimi zaman paylar.
Karakterlerin birbirlerinin gözünün içine bakarak konuşabildiği sahneler sayılıdır. Kimse kimseyi dinlemez, sorulan sorulara alakasız cevaplar verilir, birbirine kayıtsız ya da kavga halindedir insanlar. Kendilerini en rahat ifade ettikleri anlarda ya karşılarında kimse yoktur ya da Erbil’de olduğu gibi ölü ile konuşmaktadır. Mutsuz, yalnız ve kederli bu erkek kombinasyonunundaki örneklere çok da fazla nüfuz edilebilecek bir yapı kurmaz yönetmen, karakterleri derinleştirmez. Kara mizah, komedi ile dram tonları arasında savrulan karakterleri olabildiğince karikatürleştirir. Herbirinin absürt, abuk, aşırı, tuhaf hallerini parlatarak bu durumlardan bir kolaj oluşturur.
Aziz’in yalnız kalacağı bir eve ihtiyacı vardır, çalıştığı ajansın patronu Alp’in (Öner Erkan) ise geniş ve hayli lüks bir evi, bol parası olduğu halde yalnızdır. İzlemek ve izlenmek Alp’in takıntısına dönüşmüştür, kendine sürekli meşgul olacağı yeni oyuncaklar arar. Alp, yalnızlığını bastırmanın, onunla baş etmenin yolunu çevresini daha çok kalabalıklaştırmakta arar, Aziz ise bir başına kalması gerektiğine inanır. Erbil evlenmiş ama eşi ölünce o da yalnız kalmıştır. Evinde bir başına dolanırken yalnızlığın zor olduğunu sayıklar durur. Yalnızlık ve ölüme gidiyor olma fikri ile baş edemediği için acilen ölmek ister. Ofisteki en asosyal kişi Cevdet de (Fatih Artman) kronik bir vakadır. Konuşmaz, gülmez, evinin kapısı gibi hayatı da dışarıya tamamen kapalıdır ve sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak için yaşıyor gibi bir hali vardır. Filmde en sağlıklı ilişki Aziz ile Erbil arasında kurulacak gibi olur ama o da Erbil’in hayattan kopukluğu sebebiyle, filmdeki her karakter ve her durum gibi havada asılı kalır.
Erbil’in evinde salonunun duvarları, gün batımından ötürü kızarmış bir sahildeki palmiyelerin resmi ile kaplıdır. Evin içerisinde bir ölü ile kurduğu diyalog dışında hiçbir hayat emaresi göstermeyen, yalnızlığı ve ölüme yaklaştığı fikri ile bir türlü başedemeyen bu karakterin ironik halinin de imlediği üzere film biraz da hayaller ile hayatlar dikotomisine sıkışmış günümüz insanının trajedisini anlatır. Ana karakterin oldukça zavallı haline rağmen isminin Aziz olması da bu iki uçlu hale işaret eder. Farklı sosyal sınıflardan olsalar da hepsi birbirinin varyasyonlarına dönüşmüştür, o sebepten filmin isminde çoğul eki kullanılır. Herkes sahtelikler ve sürekli kendini tekrar eden bir yaşam döngüsüne kapılmış vaziyettedir. Aziz’in bir reklam şirketinde çalışıyor olması, fake viraller konusundaki mahirliği, ismiyle tezat hayatı hep bu sahteliği imler. Olmayan sevgilisi ile Alp’in evinde sürekli buluşması, Alp’in ise Aziz’i birkaç saatliğine de olsa yanı başında tutabilmek için gerçek olmayan bir parti düzenlemesi gibi birçok yalan filmin anlatısına katılır. Yalanlar, yalnızlıklar birbirine dolanır durur seyir boyunca. Her günü birbirinin aynı kılan mesai döngüsü, sözcükler ve haller ile birbirini tekrar eden durumlar, birbirine benzeyen insanlar ile gündelik hayat sürekli bu sahtelikleri çoğaltır ve içinden çıkılmaz bir kaosun ortasına bırakır kişiyi.
Tüm bu yalnız erkekler galerisi içerisinde izleyicinin hem sinirini bozan hem de güldürerek nefes aldıran Aziz’in yeğeni Caner’e ayrı bir parantez açmak gerek. Bir yetişkin gibi davranan, çevresindeki herkese ayar veren, babasını paylayan, dayısına hırlayan bu küçük çocuk bir nevi Chucky rüzgarı estirir filmin içerisinde. Ebeveynleri onun tüm anormalliklerini doğal karşılar ve ses çıkarmaz. Psikiyatr tarafından Caner’e denyo teşhisi konulur. Genelde daha büyük yaşlarda görülür bu durum ama Caner popüler kültüre fazla maruz kaldığı için onda yersiz şive ve sahte bilgelik erken görülmüştür. Çevresindeki kolu kanadı kırılmış “zavallı” erkeklerin aksine bütün erkeklik klişelerini hallerinde, dilinde barındırır bu cüce adam ve tam bir karikatürdür. Çocuklarla kurulan problemli ilişkilere dair bir başka örnek de ofise danışmanlık hizmeti için gelen çiftin ilişkisinde görülür. Kızları fenomen olsun istemektedirler ve bunu ifade ederken sürekli tartışırlar. Filmdeki iki çocuk karakteri bu anormal, çaresiz duruma düşüren, onların, sosyal medya ve iletişim teknolojilerine fazla maruz kalmalarının yanı sıra gittikçe pasifleşen, agresifleşen ve evlatlarıyla iletişim kurmaktan aciz ebeveynleridir.
Burcu’nun kulaklarımızda çınlayan repliği gibi Caner travması da filmden sonra en çok akılda kalanlar. Caner rolünde küçük oyuncu Göktuğ Yıldırım’ın performansı oldukça başarılı. Haluk Bilginer, Engin Günaydın gibi usta isimlerin aşina olduğumuz başarılı oyunculuğuna ise yüzlerindeki yorgunluk ifadesi gölge düşürüyor. Binnur Kaya ise fotoğrafın içine sıkışmış performansıyla dahi filme bir enerji katmayı başarıyor.
Taylan Biraderler sinemaya ara verdikleri on senelik zaman zarfında Muhteşem Yüzyıl, Vatanım Sensin’in de aralarında bulunduğu dizilere imza attılar. Belki bu yoğun dizi mesailerinin bir tezahürü, belki de değişen seyir deneyiminden ötürü Azizler, dizi ile film estetiği arasında kalmış bir biçimsellik ve senaryo yapısına sahip. Modern insanın en kronik sorunu odaklanamama hali filmin anlatısına da sinmiş adeta. Öne çıkan karakterler de hikâye de derinleşmiyor, bir dizinin ilk bölümünü izlemiş hissi bırakıyor izleyicide. Filmin izleyiciyi ikna etmeyen, aceleye getirilen sonu da bu duyguyu pekiştiriyor.