PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi üzerine kurulan “TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” teknik ağırlıklı bir komisyon mu? En temelde derin toplumsal kökleri olan, tarihi hikayeleri bulunan, bir halkın yok sayılmasına kadar varan bir sorundan söz ediyoruz. Sorunun PKK şiddetiyle sınırlı bir sorun olmadığını kabul etme noktasına da geldik.
Önce Kürt kelimesinin “öcü” olmaktan çıkması gerekiyor. Komisyonun kurulması, konunun Meclis’e intikal etmesi siyasi taleplere bir meşruiyet sağlayabilir. PKK’nın dağdan inmesiyle birlikte tartışmadaki şiddet öğesi devreden çıkıyor. Ama eşitlik sorunu orta yerde duruyor. Eşitlik nasıl mümkün olacak?
Yine kendi tarihi tecrübemden yola çıkacağım. Babamın hikayesi: Babam Murtaza Çalışlar’ın babası Kürt Hüseyin, Birinci Cihan Savaşı’nda Yemen’de şehit olmuş. Babam, dedem Kürt Hüseyin’i hayal meyal hatırlardı. Babamlar dört kardeşti. Tek başına kalan babaannem Fatma, yoksulluk içinde çocuklarını büyütmüş.
Babam Kuleli Askeri Lisesi’nin sınavlarına giriyor. Kazandığı söyleniyor ve İstanbul’a geliyor. Okula müracaat ettiğinde “kazanmamışsın, yanlış bilgi verilmiş” diyerek geri çeviriyorlar. Babamın yorumu şöyleydi: “O sırada bir Kürt İsyanı(!) çıkmıştı. (1930 Ağrı İsyanı muhtemelen) Ordudaki Kürtleri tasfiye ediyorlardı. O zaman soyadı yoktu, onun yerine lakabı yazılıyordu. Benim nüfus cüzdanımda lakap bölümünde ‘Kürt Hüseyin oğlu’ ibaresini görünce ‘kazanamadın’ dediler.”
Babamın buna benzer başka tecrübeleri de var. Onları da yeri geldikçe anlatacağım. Cumhuriyet kurulurken Lozan da bu ülkenin sözcüleri olarak konuşanlar “Biz Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak buraya geldik” demişlerdi. Ancak Lozan daki bu sözler daha sonra unutuldu. İnkar siyaseti çok büyük acılara ve yıkıma neden oldu. Yüz yıldır yapılan yanlışın sonuna geldik.
PKK‘nın silahı nereye bırakacağı elbette önemlidir. Daha önemli olansa Kürtlerin Kürt olarak varlıklarının kabulü. Hem devletin hem milletin artık yeni bir iklime geçildiğini görmesi ve kabul etmesi.
“Özgürlük, farkındalıktan doğar. Farkındalık, bilgiden doğar. Bilgi, önyargısız şekilde okumaktan doğar.” Stefano Nassetti, İtalyan araştırmacı ve yazar.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, siyasi davalara vurgu yaptı ve “Türkiye’nin ağırlaşan, belediyeler başta olmak üzere pek çok alana yayılan ve yoğunlaşan hukuki davalardan süratle kurtulması; sonuçta adaletin eksiksiz tecellisi sağlanmalıdır” dedi. Ardından ne istediğini daha da açık ifade etti: “Adli tatilin bitimiyle beraber yargıyı saran mesnetsiz tartışma ve sürtüşmelerin kesinkes sonlandırılması; süregelen soruşturma ve kovuşturmaların bir an evvel tamamlanması, demokrasi ve hukuk güvenliği bakımından önceliğimiz olmalıdır.”
MHP, geçmişten farklı olarak, yeni-milliyetçi bir siyasi çizginin sözcüsü haline geliyor. Kürt meselesinde geçmişte en sert tutumları benimsemiş bir hareketin bugün eşitlikçi bir yaklaşım geliştirmesi, insan hakları ve özgürlükler bakımından iddialı bir zemin kurabilir. Elbette bu alan zorlu bir alan, bir aforizmacının işaret ettiği gibi, yaşadığımız dünyada, adalet ve adaletsizlik çoğu zaman deniz ve kıyı gibi iç içe. Bahçeli’nin çıkışı için “laf var icraat yok” diyenler olsa da ortada somut adımlar var.
PKK silah bıraktı, kendini feshetti. Meclis’te kurulan komisyon da başlı başına bir icraat değil mi? Türkiye kartların yeniden karıldığı bir dönemden geçiyor. Dün dünde kaldı, gözler bugüne ve yarına çevrili. Hiçbir parti yalnızca geçmişte söyledikleriyle yol alamaz. CHP’nin yeni lideri de kucaklayıcı bir dil kullanıyor. Bahçeli’nin açıklamasını çok kıymetli bulduğunu söyleyen Özgür Özel yapıcı bir tavır gösteriyor.
AK Parti de Kürt meselesinde çözüm arayan bir tutum içinde. Toplumun kılcallarında yaşanan dönüşüm, siyaset ve medyadaki değişimden daha derin. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktık. Sokaklarda bambaşka bir kuşak ve bambaşka bir gerçeklik var. MHP’ye dönersek, bu partinin rolündeki değişim doğal olarak büyük bir farklılık anlamına geliyor. CHP liderliği ise içeriden gelen “girmeyelim” baskısına direndi.
Ana muhalefet saflarında “güvenmiyoruz” duygusu kısmen sürse de yönetim, böylesine kritik bir süreçte dışarıda kalma lüksü olmadığını görüyor. MHP ile CHP arasındaki ilişkinin seyri, hem sürecin sağlıklı yürümesi hem de yönü açısından önemli. 5 aylık komisyon süreci içinde, meclis temsilcileri arasında, geçmişten farklı olarak, daha sıcak ve daha kapsayıcı ilişkiler ortaya çıkabilir. Bu 5 ay; barış adına, insan hakları adına, özgürlükçü bir yeni anlayışın bulunması adına, bir fırsattır.