Kurumsal siyasetin aktörleri alışılmışın dışında çıkışlar yaptığında aktörleri ahlaki bir samimiyet testine tabi tutma eğiliminde oluruz. Bu testin sonucunda, siyasetteki yeni söylemlerin pragmatik bir zemine dayandığını fark ettiğimizde ise kategorik bir reddediş yapabiliyoruz. Oysa RealPolitik, siyaset felsefesinin aksine, doğası gereği güçlü bir pragmatizmi ve realizmi beraberinde getirir. Bu pragmatizmin getirdiği manevra alanı ve yeni durumlar ise anti-demokratik bir politik süreci inşa edebilme riski taşıdığı gibi, önemli demokratik kazanımları açığa çıkartma potansiyelini de taşımaktadır.
Geçtiğimiz günlerde milliyetçi sağın amiral gemisi MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Kürt siyasi hareketine “zeytin dalı” uzatan açıklamaları tam da yukarıdaki türden bir pragmatizmin eseriydi. Bahçeli’nin Kürtlere yönelik aldığı bu yeni manevra, kendisini bilhassa şu sözlerde gösteriyor:
“Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir. Türk ve Türkiye Yüzyılında sıfırlanmış terör ve bölücülük melanetinden sonra, aşımızı beraber taşıralım, işimizi birlikte artıralım, huzur ve güvenliğimizi el ele çoğaltalım, nitekim dünya genelinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yer yüzü cenneti olmasını sağlayalım.”
Bu sözlerin 15 Temmuz sonrası kurumsallaşan milli güvenlik söyleminin baş aktörünün dilinden dökülmesi son derece önemli zira o zamandan bu yana estirilen güvenlikçi politik rüzgar, geldiğimiz noktada Türkiye’deki meşru siyaset ve gayrimeşru siyasete ilişkin bir sınır çiziyor. Bahçelinin çıkışlarının Kürt meselesinde hakiki bir çözüme kapı aralayacak bir süreci inşa edeceğini düşünmesem de, bu “zeytin dalı” Kürt siyasetinin göğsünün üzerindeki ağırlığın kalkmasına yol açarak kamu alanında hareket edebilme kabiliyetini geliştirebilir. Hiç yoksa devlet ve sivil toplum nazarında yarı-meşru bir aktör haline dönüşen bir Kürt siyaseti, Türkiye açısından olumlu bir tabloyu beraberinde getirecektir.
Bu bağlamda, Kürt meselesine ilişkin gelişmelerin orta-sınıf kentli seküler kitlelerin ve aktörlerin (pek çok değerli ismi hariç tutmakla birlikte) kişisel hezeyanları ve iktidar hırsları ile ele alınmayacağını belirtmekte fayda var. Muhalefetin giderek milliyetçi bir tona büründüğü bir Türkiye panoramasında Kürt siyasi hareketinin iktidar-muhalefet dikotomisine sıkışmasına gerek olmadığı ortada. Hele hele halihazırda muhalefetin iki doğal adayından birinin ülkücü kökenli olduğu düşünülürse…
Cumhur ittifakı idaresinin Kürtlere uzattığı bu zeytin dalını, “acaba bize karşı bir süreç inşa edilir mi?” endişesiyle karşılayan ve siyasi ufkunu salt muhalefetin seçim zaferine endeksleyen bir muhalif düşünce ufkundan hayır gelmeyeceğini düşünüyorum. Aksine, muhalefetin de bu süreçten fayda edineceğini görmekte fayda var. DEM’in meşrulaşması bugüne kadar kaçak göçek kurduğunuz, ebeveynlerin hışmından korkan genç aşıklar gibi gölgelerde buluştuğunuz ve ekranlar önünde inkar ettiğiniz iletişim zeminini daha sağlıklı ve açıktan kurmanıza imkan verecektir. Sözün özü: DON’T PANIC!
Zira siyaset sıfır toplamlı bir oyun olmak zorunda değil. Tam da bu hususta muhalefetin kendisine sorması ve üzerine düşünmesi gereken bir soru var: Cumhuriyet Halk Partisi Kürtlere Erdoğansız bir Türkiye dışında hakiki olarak ne vaad ediyor?
Modern Türkiye’nin tarihi farklı etnik, ulusal ve dilsel grupların silsile halinde müesses nizam tarafından zapturapt altına alınmasından ibaret olduğu ve Türkiye’nin iki yüzyıllık çağdaşlaşma serüveninin sonunda Kürtler açısından bugün hala demokrasi sınavını tam olarak verememiş olduğu göz önüne alındığında, Kürtlerin muhalefete seçim kazandırmaktan çok daha farklı ve özgün gündemleri olduğunu tekrar düşünmekte fayda var. Bencil bir muhalif düşünce ufkuna ve kaprislerine kapılmaksızın anlamakta yarar var.
Hatta muhalefet açısından İYİ Parti’nin yapamadığını yapan Bahçeli gerçeğini düşünmekte de yarar var. Zira bu zamana kadar iktidara yakın gruplar ve aydınlar dışında Kürtlere üvey evlat muamelesi yapan bir muhalefet gerçeğimiz de oldu. Doğal olarak, Kürtlerin uzatılan bu zeytin dalına olumlu bir cevap verme ihtimalini hakir görmemek lazım çünkü büyük kentlerde yaşayan muhaliflerin aksine onların tek gündemi olası bir Ekrem İmamoğlu adaylığı değil. Güneydoğu’nun gerçekliğini ve Kürt popülasyonunun yaşadığı toplumsal ve siyasal yabancılaşmayı hesaba katmayan bir muhalefet, Kürtler açısından neden bir tercih olsun? Daha doğrusu, iktidar-muhalefet ikilemine sıkışmaları için niçin bir sebep olsun?
Sözün hasılı, heyecanlanmadan ve “uçmadan” Bahçeli’nin uzattığı zeytin dalı için söyleyeceğimiz şudur: Yetmez Ama Evet