Barbara Millicent Roberts, namıdiğer Barbie. Mattel’in ünlü oyuncak bebeğinin adı. 64 yaşında. Bu kadını sevelim mi yerelim mi bir türlü karar veremedik.
Kız çocuklarındaki güzellik ve vücut algısını çarpıtıyor dedik yerdik mesela. Çocukken Barbie bebeğimin belinin içine tüm iç organlarını, bağırsakları, pankreası, mideyi, böbrekleri falan hayalimde yerleştirmeye çalışır, bir türlü sığdıramazdım. Bacak boyuna da akıl sır ermeyen bu bebeği çok severdim ama Sindy bebeğime daha yakın hissettiğimi hatırlıyorum çünkü biraz daha yuvarlak ve geniş hatlıydı. Barbie’nin İngiliz rakibiydi. Ama tutmadı, kayboldu gitti Sindy.
Fakat Barbie’yi özel kılan, ancak 2000lerden sonra bize batmaya başlayan bu ince belli uzun bacaklı gerçekdışı “mükemmellik” tasviri değildi. Piyasaya çıktığında (1959), Barbie, 50ler ABD’sinin itaatkar, munis, Pleasantville’e yaraşır ev kadını stereotipine bir başkaldırı gibiydi.
Yapılı saçlarına, cafcaflı makyajına, kusursuz feminenliğine aldanmayın. Pek çok meslekte, doktor, astronot, şarkıcı, bilgisayar programcısı vs olarak tasarlanan Barbie bebeğin o dönem için takdiri hakeden bir feminist ajandası da vardı. 60’ların kız çocuklarına “istediğin her şeyi olabilirsin” cesaretini veren bir bebekten bahsediyoruz. Örneğin astronot Barbie, 1965’te piyasaya çıktığında, NASA’da ilk kadın astronotların eğitime başlamalarına daha 13 yıl vardı.
Miss Astronaut Barbie, 1965 (NASA ilk kadın astronot eğitimlerine 1978’de başladı.
(Dikkat Barbie filmi için spoiler içerir.)
Şimdi hızla 60lardan çıkıp, geçtiğimiz hafta vizyona giren ve çok ses getiren sinema filmi Barbie’ye gelelim. Filmin açılış sahnesinde Stanley Kubrick’in 2001:A Space Odyssey’sine gönderme yapan Greta Gerwig’in bu pespembe plastik dünyayı hiçbir sosyolojik mevzuya dokunmayan etliye sütlüye karışmayan karikatür bir kostüm partisi olsun diye kurduğunu düşünmüyorum elbette.
Ve o da daha filmin ilk cümlelerinde 60’larda Barbie bebeğin kadına güç verme rolünü tasdik ve takdir ediyor, fakat Batılı-beyaz-orta sınıf merkezli bu feminist ajandanın yetersizliğini görüp belki daha “intersectional” bir feminizme olan ihtiyacı bize hissettiriyor. Dünyanın Barbieland’den ibaret olmadığını ve “dışarıda” işlerin pek de öyle mükemmel olmadığını da söylüyor. Hatta Barbieland’in de göründüğü gibi kusursuz olmadığını görüyor ve gösteriyor.
Filmdeki metaforlar ve katmanlar, bazı ülkelerde ve kesimlerde tepki çeken ve hatta sansürlenen bu progresif bakış, o pembe dandik dekorlar ve parıltılı yüzeysellikle tatlı bir tezat oluşturuyor.
İnsana, cinsiyet rollerine, dünyaya ve çağa, koyu pembe bir mizahla baktıran bu filmin baş kahramanı Barbie, aynı zamanda bir de stil ikonu.
Onun stil serüveninde 1959’dan günümüze dünyanın çeşitli yerlerinden sayısız modacının imzası olan tasarımlar var. Dior’dan Alexander Mcqueen’e, Vivienne Westwood’dan Guo Pei’ye, Barbie’yi bugüne kadar çok ünlü stilistler de, sadece creme de la creme denecek tabakanın erişebildiği couture tasarımcılar da giydirdiler.
Şimdi biz de, 64 yılın pop kültürüne pembe kalemiyle imza atan bu kahramanın önemli stil anlarında tatlı tezatlarla dolu bir yolculuğa çıkalım.
Kenzo
Elif Akyol