Sevnur binanın önünde durdu. Sabahın bu erken saatinde, günlerce süren kuru soğuktan sonra kar nihayet yağmaya başlamıştı. Deri ceketinin içinde üşüyor olmak hoşuna gitti. Bir sigara yaktı. Mahallenin otlakçısı anında yanında bitti.
Bize de düşerse azıcık içimiz ısınır, dedi oğlan.
Sevnur bu kafası üç numara kazınmış, çelimsiz neşeli oğlana baktı. Bir sigara verdi. Oğlan ikinciyi çekti paketten. Birini kulağının arkasına koydu, diğerini yaktı. Hiç bitmeyen bir duman saldı sokağa.
Oğlum sen vücut geliştirmeye başlamıştın, onun yerine ciğer geliştirmişsin, dedi Sevnur.
Neşeyle güldü oğlan, daha başındayım, bak gör altı ay sonra tanıyamayacaksın beni, dedi.
Oğlanın kendine inanmadığı her halinden belliydi. Bir kız çıtkırıldığımlığı vardı üzerinde. Çelimsiz ama zarif. Sokaklar bunun gibileri için cehennem, diye düşündü Sevnur.
Üşümüştü, yürümeye başladı. Volta atıyordu. Geride bıraktığını sandığı oğlanın da kendisiyle yürüdüğünü fark etti.
Hayırdır, dedi Sevnur.
Yürümek de bir çeşit spor. Şuracıkta duracağıma sana eşlik ederim, hem bizim sokak tekin değil bilirsin…
Rüzgâr hızını arttırmış, kar lapa lapa yağmaya başlamıştı. Sevnur oğlana bir daha baktı.
Sahi adın ne senin? dedi.
Miko, dedi oğlan konuşmaya hevesle. Sevnur yaz kış ayağından çıkarmadığı deri botlarına bakıyordu.
Miko ne lan, miço gibi bir şey mi?
Yok abla ama aslında olur ha! Benden iyi miço olur, denizi severim ben.
Dağılma oğlum hemen, Miko ne dedim sana!
Mikail aslında, bizimkiler koymuş işte. Allah’ın meleği.
Dikkatle oğlana baktı Sevnur, melek misin sen yani, bu sokağa da melek ne yakışır ama, dedi tek kaşını kaldırarak.
Oğlanın bir ailesi olması şaşırtmıştı içten içe kızı. Bir şey demedi. Sokağa bakmaya başladı yeniden. Sokak lambasının solgun ışığında İstanbul’un bu en eski semtine baktı. Binaların karanlık yüzlerine, dar sokakta yıkılacakmış gibi duran evlere, tekinsiz pencere ışıklarına baktı. Perdesiz pencerelerden gelen ışıklar hiç de davetkâr değildi bu sokakta. Bir çığlık koptu o sıra, bir gürültü. Miko telaşla dönüp baktı,
Abla bu ses bizim binadan geliyor dedi, koşarak uzaklaşırken.
Kız dönüp bakmadı. Arka cebinden konyak şişesini çıkartıp kafasına dikti. İçi ısınmıştı. Sigarasını karların üstüne fırlattı. Gerisin geriye, oğlanın koştuğu yere doğru yürümeye başladı. İçinde ne bir merak ne de endişe vardı. Bu sokakta çığlıklar ancak bir meleğin dikkatini çeker, diye düşündü yalnızca.
Kapının önüne geldiğinde oğlanı göremedi. Rahatladı. Girişteki merdivenlere oturdu. Kıçının ıslanıyor olmasını umursamadı. Bir sigara daha yaktı. Konyaktan iri bir yudum daha aldı. Çalıştığı barda herkese içki hazırlamıştı gece boyu. İçenlere, dans edenlere, sarhoş olanlara bakmıştı. Barda bütün gece oturup kafasını şişirenlere küfretmişti içinden. Yapışıp kalmıştı bir tanesi, şişmanca bıyıklı bir adam. Takım elbiseli. Oynaşmaya istekli. Geceyi Sevnur’la kapatmak istediği belli. Adamın içtikçe daha cesaretlenmesine diş bilemişti, sinirlenmişti. Önüne o son votkayı koyduğunda uzanıp kızın elini tutmuş, “Nazlanma artık gülümse bir kere olsun yavrucum,’’ demişti.
“O kadar para harcadım bütün gece, bana bir kıyak yap,’’ demişti.
Elini tutup avucunu çevirmişti adamın, gözlerindeki açlığın az sonra söneceğini bilmenin keyfi vardı içinde. Sigarasını basmıştı adamın eline. O şişman bedenin o kadar atik olacağını hiç beklemiyordu doğrusu. Adam bas bas bağırıyordu acıyla.
Orospu, Allah’ın orospusu, senin gibileri yakmak lazım, gebertirim ulan seni, parçalarım…
Patron öfkeyle onlara doğru yürürken Sevnur çoktan deri ceketini almış yürümüştü bardan dışarı.
Soğuk iyi gelmişti başta. Keşke, demişti kendi kendine, kafasında o votka şişesini de kırsaydım. Sonra cebinde kalan birkaç yüz lirayı hatırlamıştı.
Allah’ın orospusuyla Allah’ın meleği işte o sıra karşılaşmıştı.
Sokağın sonundaki bağrışmalar azalmış, toplanan kalabalık dağılmaya başlamış, Miko ağzında sigarası birilerinin kolundan tutmuş karanlığa doğru çekiştiriyordu. Omuzlarını silkti Sevnur.
Bana ne ya! dedi mırıldanarak. Allah düşünsün meleğini.
Merdivenlerde otururken karşı apartmanın zemin katına bakıyordu, farkında da değildi. Neden sonra evdeki kıpırtıyı gördü. Karıncalar, diye düşündü. Kış gelince yuvalarına çekilir.
Yuvayı niye düşünmüştü ki. Bu mahallede yuva var mıydı? Yoktu. Kalkıp içeriye girdi. O girerken bir kız giyinmiş süslenmiş dışarıya çıkıyordu. On üç yaşında ya var ya yok. Kız geçerken neşeyle “kar yağıyor” dedi. Oysa kartopu oynamaya çıkmadığı her halinden belliydi. Dumanlı boyadığı gözleri, kıpkırmızı dudakları onun zavallı yaşını daha da görünür hale getiriyordu. Kız kapıda bekleyen taksiye bindi, sarı taksinin ışıkları söndü. Arkasında egzoz dumanını bırakarak kim bilir nereye doğru gitti.
Sevnur odasına çıktığında kahve makinasının düğmesine bastı. Sıcak kahveye ihtiyacı vardı. Odadaki en değerli şeyi buydu. Kahve makinası. Sokak köşesinde biriken oğlanlardan biri satmıştı kıza bunu. Çalıntı olduğuna kalıbını basardı.
Pencereden karşı binanın zemin katına bakmaya devam etti. Kahvesi sıcacık elindeydi ve hiç uykusu yoktu. Koskoca gün uyumak için ne güne duruyor diye düşündü.
Zemin kattaki adam kocaman televizyonunun karşısında kocaman bir koltukta oturuyor, daha çok uyukluyor gibiydi. Onun bu kocaman televizyonu mahalleli tarafından dokunulmaz ilan edilmişti nedense. Anton’du adı. Rus mu, Rum mu emin değildi Sevnur. Sevimsiz bir adam. Muhasebeci eskisi. Birkaç kere sokakta karşılaşmıştı adamla, yıllar içerisinde sadece birkaç kere. Hiç çıkmaz evinden. Anton’la karşılaştıklarında adam hiç bakmamıştı yüzüne. Oysa yazdı ve üzerinde askılı bir bluz ve kısacık bir şort vardı. Adamın hiç bakmaması ilgisini çekmişti Sevnur’un. Bu sefer kız onu izlemeye başlamıştı. Kitapları duvarın dibinde bir kule gibi yükseliyordu adamın. Bir yığın. Dergiler, afişler, broşürler. Her şey her yana dağılmış. Duvarda kocaman bir afiş. Yırtılmış, yıpranmış. Geçerken bakardı Sevnur, adam hep o koltukta televizyon izler, hani şu suç programlarından olanların başından kalkmazdı.
Bazen uyurken dışarıya bağırdığını duyardı, oydu, emindi.
Beyler beter olunuz!
Suratsız, sarı benizli Anton böyle bağırdığında mahalleli gülmeye, alay etmeye başlardı. Bir makaradır gider, çocuklar bazen penceresine nereden buldularsa yumurta atarlardı. O yumurtanın izi uzun süre kalır, Anton televizyonun sesini daha da açardı. Emektar temizlikçisi geldiğinde çocuklara beddualar okur, adama kızgın gözlerle bakardı. Akşam temizliği bitirip gideceği sıralarda Sevnur uyanmış kahvesini içerken onları seyrediyor olurdu. Temizlikçi başörtüsünü çenesinin altında sıkılar, ayakta öylece beklerdi. Anton cebinde akrep taşıyan adamlardandı o belliydi. Kadının dik bakışları karşısında çekmecesinden çıkardığı parayı kadına uzatır sonra koltuğuna yığılarak otururdu. Sevnur’un en hoşuna giden andı bu. Savaşı temizlikçi kazanmış, Anton sıfır temizlikçi bir.
İkinci kahveyi doldurdu kupasına Sevnur. İçine bolca konyak koydu. Oda soğuktu ve kar hızını arttırmıştı. Yarısına kadar içti.
Sarı taksi kapının önünde belirdi o sıra. İçinden sarı beresiyle inen kızı tanıdı. Bu biraz önce neşeyle dışarı çıkan kızdı. Kapıyı açar açmaz indi kız. Yanındaki adam da peşinden. Kızı omuzlarından yakaladı. Öyle bir sarstı ki, Sevnur kızın iç organlarının yer değiştirdiğinden emindi. Bir tokat patlattı kıza. Kız karların arasına düşmüş, dizi kanamaya başlamıştı. Adam kızı sürüklemeye başladı. Taksi şoförü de arabadan fırlamış adamı tutmaya çalışıyordu. Taksici adamın bıçak çektiğini görünce duralamış, geriye doğru çekilmişti. Bıçağı havada savurdu adam. Sevnur başucundaki çekmecede duran silahını alıp koşarak aşağıya indi.
Adam kızın saçlarından yakalamış kurbanlık koyun gibi önüne yatırmış bağırıyordu.
Küçük orospu seni, kendini ne sanıyorsun lan sen, senin ananı avradını…
Sevnur adamın tam karşısında durdu.
Sensin lan orospu, diye haykırdı adama. Bırak lan kızı.
Taksi şoförü çoktan arabasına binip gazlamıştı.
Elindeki bıçakla Sevnur’a döndü bu sefer iri yarı adam. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Başının üzerinde dumanlar uçuşuyordu. Dumanlanmış adam bıçak havada Sevnur’a doğru bir hamle yaptı. Çok düşünmeden ateşledi silahı Sevnur. Üst üste beş defa. İri yarı adam dizlerinin üzerinde çökmüş inliyordu. Bıçak elinden düştü. Küçük kız durmadan çığlık atıyordu.
Millet pencerelere yığılmış, çoğu çoktan sokağa inmişti. Kalabalık çember olup etrafını sarmıştı iki kadının. Sevnur aralarında Miko’yu gördü. Mikail kalabalığı yarıp küçük kızın yanına çöktü, sarıldı. Sevnur’a baktı gözleri yaşlı.
Biri bağırıyordu durmadan.
Beyler, beter olunuz!