Berin Aral

Hasret kimseye kalmasın

Kapıdaki adama babamı göreceğim, Cemal Hoca’yı, diyorsun. Önce kapı açılıyor içeriye giriyorsun, buz gibi bir yer. Ortada bir masa, duvarda çelik kasalar. Adam açtı birini tuttu çekiyor. Birden babanın gülümseyen yüzünü görüyorsun. Sararmış bıyıkları sarkmış, kırlaşmış saçları uzamış. Eğilip, saçlarını okşuyorsun, oysa bunu babanın sana yapmasına alışkınsın, soğuk alnına elini koyuyorsun, düşmüş kapaklarının altında göz bebeklerinin hareket ettiğini görüyorsun. Hem korkuyorsun hem umutlanıyorsun.

Yeni ev

Fotoğraftaki briyantinli yakışıklı baba kaşlarını çatarak bana bakıyor, içimde bir yerlerde tombul annenin, karışma çocuğa, dediğini duyar gibi oluyorum. Oysa o kadar ihtiyacım var ki birinin bana karışmasına. Yaşarken o anın geçip gideceğini, bir daha hiç gelmeyeceğini, yaşadığımı neredeyse unutacağımı, başka bir şehirde toprağın altına bıraktıklarımı çok ama çok özleyeceğimi ama özlediğimi uzun süre fark etmeyeceğimi düşünüyorum. Büyümek dediklerinin tam da bu olduğuna ikna oluyorum o an.

Bir aşk hikayesi

Kadıncağız birkaç düşük, bir dış gebelikten sonra erimiş, hışırı çıkmış. Cemal bunu bırakır demiş karılar aralarında, tam tersi adam iyice bağlanmış karısına. Karısı zayıfladıkça en güzel lokantalara götürmüş, en güzel gezmelere, gazinolara götürmüş. Annemle mahalleden arkadaşları hem aşağılamışlar kadını hem imrenmişler. Kendi kocaları paralarını abuk sabuk işlere, içkiye, kumara, karıya kıza harcarken Cemal hem işini büyütmüş hem karısına, evine iyice dönmüş. Kudurmuş bizim karılar.

Yıldız

Keşke babam sen ataydın o tokatı, hiç değilse yanağıma dokunmuş olurdun, hiç değilse varlığıma bir işaret. Sabah ezan okunurken kendimi emniyetin kapısında buldumdu. Kalanların adı ezberimde. En çok babamı ara, burada olduğumu söyle, diyene şaşırmıştım. Babalık sürüyormuş bazı evlerde. Yapayalnız değilmiş bazıları emniyette bile.

Köprü

Denize yansıyan ışıklara baktım, belki de bir daha buraya gelip böyle bir anı yaşayamayacak, bir daha bu şarkıları dinleyemeyecek, bir daha hiç başımı bu korkuluğa koymayacaktım. Vapurlar geldi geçti, beyaz martılar havalandı, oltanın ucunda balıklar çırpındı. Başımı kaldırıp baktım, İbo uzaklara bakıyordu. Bahar usulca dürttü, gemileri batırdın, çocuğa da yüz vermiyorsun, hayırdır, dedi birasını içerken. Bahar’ın güzel yüzüne baktım.

Stalk

Evdeki varlığım silinmiş gibi geliyor bana, öyle hissediyorum, köpeği gezdirmek, evi temizlemek, alışveriş filan hep bende. İş güç de evde. Bensiz birileriyle buluşmaları çoğaldı, arayıp haber bile vermiyor sen de gel hiç demiyor, diyorum fısıldayarak.

Bizim hikâyemiz

Geniş pencerelerden denizi gören evleri inceliyorum. Merdivenleri kokmuyordur bunların, kapıları dan diye kapanmıyordur arkalarından, anneleri babalarına intizar etmiyordur, babaları eve gelecek diye tedirgin olmuyorlardır, sevdikleri yazarın kitaplarını eve sipariş ediyorlardır, kahve kokuyordur evleri mis gibi. Bir de çikolatalı kurabiye.

Çift kaşarlı tost

Annem Et Balık Kurumu kuyruğuna beni sokar sonra eve dönerdi. Saatlerce sıra gelmeyeceğini bildiğinden yanıma iki dilim sanayağ sürülmüş ekmek verirdi. Ekmeğin üstüne toz şeker serper sonra da beslenme çantama koyardı. Orada hem annemi hem de sıramı beklerdim. Beklemek de ne beklemek ama, bir de tüp meselesi vardı tabii. Ama o daha çok gece beklenen bir sıraydı. Beklemeyi bilen insanların yetiştiği bir dönemdi o dönem.

Kırk altı

Eve girdim mi kediler gelir hemen, üçü birden yanımda kırmızı kadife koltukta. Yalçın içerde hem televizyon hem tablet. Hem okey oynar hem komik video gönderir durmadan birilerine. Durmadan gönderir. Atatürk resimleri bir de. Bir de komplo teorileri. Sever çünkü muhabbet etmeyi. Atmosfere ilaç serpiyorlarmış insanları salak yapmak için. Çabuk unutan, boyun eğen insanlar yaratıyorlarmış tozlarla. O yüzden koyun gibiymiş herkes. Bir bu akıllı. Organik Yalçın.

Değişmiş de anlamamışım

Geçti, gitti, diyordu kulağımdaki ses, bitti. Sebebi ne olursa olsun. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Hava ağır ve rüzgârlıydı. Bulutlar neredeyse şehrin yüksek binalarına değecek kadar yakın. Uzak ama yakın. Artistik lafların zihnimde birbiri ardına belirmesine güldüm. Ayrılıklar ağır dram yüklüdür ne de olsa. İşte o an kafama dank etti. Ayrılık gündelik bir olaydı aslında.

Eşik

Kadınların yemek pişirme saati, güne gidip gitmeyeceklerine göre değişir bu sokakta. Kimi sabah adamlar işe gider gitmez başlar, mevsimine göre karışık dolma bir de çorba mutlaka. Yaz ise kızartma kokusu sarar sokakları. Kuru köfte yanında. Oğlanların eli mutlaka uzanır patatese ve köfteye, anneler bir tane patlatır o ele. Akşama kalsın, bir elleme, derler sonra dayanamayıp bir tabağa ayırıp önlerine koyarlar.

Mercan

Ümidini kestin annenden. Memeden kesildiğin gün onun da senden vazgeçtiğini anladın. Oysa gece geç saatte baban geldiğinde nasıl da heyecanlanmıştı annen. Kalbi kuş gibi çarpmıştı aşkla. Sonra baban usul usul anlattı annene, sen yatağın yanındaki beşiğinde yatıyordun. Uyuyamamıştın. Babanın ne dediğini anlamaya çalışıyordun. Tütün kokusu ve anason odayı doldurmuştu. Baban eşyalarını toplarken annen usul usul ağlamıştı.

Üsküdar gittikçe eskiyordu çünkü…

Bahri bey kulağının arkasına taktığı kalemi alırken, senin gibi bir kızın ne işi olur bunların yanında, bunların hepsi aklı bir karış havada kolej çocuğu, dedi çatık kaşlarıyla. Bilmem neden, çok bozulmuştum. Benim nasıl bir kız olduğumu nereden anladığını bulmaya çalışıyordum. Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Sen beni çekip çıkarmıştın oradan, Çaav Bahribaa! demiştin de adamcağız hışımla sana bakmıştı.

Fairuz

Dükkanına gelen eski solcuların sayesinde veresiye defteri kabardıkça kabardı. Sonunda topu attın. Dükkanı kapattın. Taksiye çıkmaya başladın sonra. Gündüz sen, gece şoför. Yetmedi. Sattın taksiyi. Büyük kısmı borçlara, kalanı anneme. Ben artık senin hayallerindeki çocuk olmadığımı anlamıştım o zamanlar. Şişmandım ve yaramazdım.

Herkes gidiyor

Buraya bakan evlere imrenirim hep, onlarca ağacın olduğu bu bahçeye bayılırım. Ben burada okurken de severdim ama tek derdim dışarıya çıkmaktı. Okulun ağırlığına hazır değildim sınavı kazandığımda. Herkes çok gururlanmıştı hatırlıyorum. Kaç kuşaktır aynı okulda liseyi okumak marifet sayılıyordu bizim evde.

Yaren

Gündüz kafede çalışan garsonların kimi gece buz gibi gündüz yangın yeri gibi olan personel çadırına çekilmiş kimi de sahildeki şezlonglara uzanmış biralıyorlardı. Şarkıyı söyleyen Yaren’in yüzü geldi gözlerimin önüne, elimde bir telefon daha olsa gene fırlatırdım. Çenemi sıktım, küfretmeye başlarsam, bağıra bağıra ederim hiç kaçarı yok. Milleti başıma dikmeye de gerek yok. Tuttum kendimi.

Kırlangıçlar

Benim saçlarım hiç uzamadı, hiç uzatmadım. Toprağa rengini veren benim saçlarım olacaksa eğer siyah güller açsın istedim. Olmadı. Güller açmadan soldu tarih önümden akıp giderken. Yusufçuk bir daha hiç öyle bağırmadı. Sesi şehrin gürültüsünde kayboldu, geçmişten gelen yankısı bile duyulmadı. Bir nesil öyle geçti.

Kristal çöp

Babam gibi koca kafa değil, annem gibi zariftir abim. Babam gibi değil. Annemin titreyerek konuşan sesi geliyor kulağıma. Titrek. Korkak. Zayıf. Kendini koruyamadı, bizi hiç. Hiç. En çok da abimi. O odunluk geliyor aklıma. Babamın is kokan gölgesi. Ağlayacak gibi oluyorum. Geri dönüp abime sarılmak istiyorum. Benim yerime de yedin o dayakları affet beni demek. Yapmıyorum.

Yesterday

Yarın gidiyorsun ablam, dedi sonra. Keşke ben de senin gibi istediğim yere istediğim zaman gitsem. İstediğim yere gidebiliyor muydum? Nurşen, dedim biliyor musun istediğim hiçbir yere gitmedim ben, istediğim hiçbir işi de yapamadım. Hayretle yüzüme baktı. Yüzündeki hayal kırıklığını görebiliyordum.

Akçay

Albümün bundan sonrasında babamın hiç resmi yok, babamla resmimiz de yok. Abim tatillerde geldiğinde birkaç gün bizimle kalıp doğru babamın yanına yollanırdı. Akçay’da devre mülke girmişti babam. Yeni hanımı yanında. Annemin yanında bir tek ben. Durmadan babamı anlattığının farkına varmazdı.

Billur saray

Bazen uyurken dışarıya bağırdığını duyardı, oydu, emindi. Beyler beter olunuz! Suratsız, sarı benizli Anton böyle bağırdığında mahalleli gülmeye, alay etmeye başlardı. Bir makaradır gider, çocuklar bazen penceresine nereden buldularsa yumurta atarlardı.

Hayat bir yandan akarken

Morga girdim. Hastanenin en alt katında Arif’in kolundayım. Koyu gri duvarlara bakıyorum. Kapılar, duvarlar, kapılar… Arif soldan ikinci kapının önünde durunca ben de durdum. Bize...

Rezerve

Fiskosta oturanlar boşalan masaya geçiyorlar. Masa yeniden temizleniyor. Servisleri hazırlıyorum, siparişleri alıyorum. Genç çift hesap istiyor. Bu akşam da geleceklermiş, rezervasyonu yapıyorum.

Manto

Ev havasız ve loştu. İnsansız gibi sanki. Montumu çıkartıp ayaklı portmantoya astım. Bir süre dikildim, portmantoya bakıyordum. Çocukluğumdan beridir yeri değişmemişti. İçimden geri dönüp kaçmak geliyordu.

Ah!

Anlat bakalım fazla vaktim yok, seninle birlikte burada oturmamın tek sebebi söyleyeceklerini duymak. Sonra sen yoluna ben yoluma, diyorum.

Küskün

Ben çocukken hiç gülmezmişim. Gerçi sonra da çok güldüğüm söylenemez ama neyse, insan öğreniyor gülümsemeyi. Halam rahmetli, kızım, derdi, zıplayan pempe ponpon tavşanları düşün, ikide bir düşen Laurel’le Hardy’i düşün, o da olmadı Cevat Kurtuluş’u Vahi Öz’ü düşün. Düşünürdüm ama komik gelmezdi bana.

Fırtına

Yağmur bütün gün yağdı. Ağaçlar rüzgarın kuvvetiyle neredeyse yerlere kadar eğildiler.