Kürt siyasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri olan Şeyh Said Hadisesinde iki isim öne çıkar: Ayaklanmanın lideri Şeyh Said ve Kürt İstiklal ve İstihsal Cemiyeti’nin (Azadî) lideri Cıbıranlı Halit Bey. Her iki isme genellikle muhabbet beslenir ve hatırları hayırla yâd edilir. İkisinin haricinde bir de Şeyh Said’in bacanağı ve Halit Bey’in eniştesi olan Binbaşı Kasım’dan çok söz edilir. Ancak ilk ikisinin aksine Binbaşı Kasım’ın isminin önüne muhbir ve hain sıfatları konulur, ona hoş bir nazarla bakılmaz.
Mahmut Akyürekli, çocukluğunda büyüklerinden dinleyerek büyüdüğü Şeyh Said Hadisesine dair tarihi araştırmalarda bulunurken, 2013’te Binbaşı Kasım’ın 27 sayfalık Osmanlıca elyazması hatıratına ulaşır. Hatıratı tek başına yayımlamanın doğru olmadığını değerlendirir; hatıratın transkripsiyonunu yapıp dosyayı rafa kaldırır. TBMM Arşiv Daire Başkanlığı 2018’de duruşma tutanaklarını ve 2019’da da Şark İstiklal Mahkemesi evrakının tamamını dijital ortamda yayınlayınca, Binbaşı Kasım’ın yazdıklarını mahkeme evrakları, ifade tutanakları, yüzleştirme beyanları ve diğer yazışmalarla teyit ettikten sonra hatıratı kitap haline getirir.*
Hatıraların yazılış öyküsü ilginçtir. Binbaşı Kasım hatıratını Avni Doğan’ın talebi üzerine 1945’te kaleme alır. İkisinin tanışıklığı Şark İstiklal Mahkemelerine kadar gider. Kasım’ın yargılandığı Şark İstiklal Mahkemesinde Doğan yedek üyedir. 1943’te Doğan, Birinci Umum Müfettişi olarak Diyarbakır’a atanır. 1944 sonbaharında Emniyet Müşavirliği üzerinden, o dönem Söke’de sürgünde olan Kasım’dan Şark meselesi hakkındaki düşüncelerini ve yaşadıklarını yazmasını ister. Kasım bildiklerini önce Osmanlıca bir taslak halinde deftere geçirir, sonra o taslağı yeni harflerle temize çekip Doğan’a gönderir.
Doğan’ın arşivindeki bu hatırata ilk ulaşan Uğur Mumcu olur; Mumcu “Kürt İslam Ayaklanması” kitabında hatıratın bir kısmını kullanır. Ancak tamamen neşretmediği için hatıratın içeriği gizemini korur ve hakkında birçok tevatür çıkar. Akyürekli, Osmanlıca aslına sadık kalarak hatıratın tamamını ortaya serer. Ayrıca, Cıbıranlı Halit Bey’in 1923 yılında Binbaşı Kasım’a gönderdiği beş mektup da ilk defa bu çalışmayla okurun dikkatine sunulur.
“Kürtlerin irfansızlığı”
Binbaşı Kasım (Ataç), 1884’de Varto’nun Ku(o)lan köyünde doğar. Cıbıran aşiret reislerinden Ahmet Ağa’nın büyük oğludur. 1892’de kurulan Hamidiye Aşiret Mektebi’nin ilk talebelerindendir. 1897’de Yıldız Harbiye Mektebi’ne geçer, II. Abdülhamid’in padişah yaverliği hizmetinde bulunur.
Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Hamidiye Aşiret Alaylarının üzerine inşa edilen İhtiyat Süvari Alaylarında görev alır, Kafkas cephesinde çeşitli muhaberelere katılır. 1916’dan sonra 2. Ordu ve 6. Ordu bünyesinde vazife yapar. 1923’te Muş Süvari Alay Kumandanı olarak emekli olur.
Kasım hatıratına Kürt sosyolojisi hakkındaki tahlilleriyle başlar. Kürtlerin doğuştan cesur ve zeki olduğunu ama aşiret reisleri ve şeyhler tarafından kullanıldıklarını söyler. Kullanılmalarının nedeni, Kürtlerin Osmanlı yönetiminin ihmaliyle cahil veya onun deyimiyle “irfansız” bırakılmalarıdır. Mütegallibe ve muhterisler, halkın cehaletini fırsata çevirirler ve dini kullanarak iktidar devşirirler. Halk tarafından sevilmesine ve etkili olmasına rağmen Şeyh Said de bunlardan biridir. (s. 27)
Kasım, halkın reisler ve şeyhler tarafından mağdur edildiğini ve bütün siyasi hareketlerin altında yatan asıl saikin, Kürtlerin bağımsızlığından ziyade, kısmı bir azınlığın menfaatlerini korumak olduğunu belirtir. Kürtlerin irfansızlığı yönetilmelerini ve el altında tutulmalarını kolaylaştırdığından feodal güçlerin işine gelir. Ağalar, beyler, reisler ve şeyhler, bu saltanatlarına son verdiği için Cumhuriyet’ten hazzetmezler ve halkı Cumhuriyet idaresine karşı kışkırtırlar.
“Asırlardan beri Şark’ta irfansızlık (bilgisizlik) idarî suçların en başlıcasıdır. Benliğini anlamayan, öğrenmeyen o zavallılar bütün şerefleri, bütün meziyetleri beylere ve şeyhlere mutlak itaatle ve sadakatle imkân yolunu aramış ve kul gibi hidmetten (hizmetten) kurtulamamışlar.” (s. 30)
Kasım, Cumhuriyet taraftarıdır, dine dayalı bir devlet düzeninden yana olmadığını açıkça ifade eder. Şark’taki halkın cehaletinden reis ve şeyhlere hem mecbur hem de alet olduğu biçimindeki görüşü, sonraki yıllarda devletin resmi raporlarındaki bakışla örtüşür ve hatta bunlara dayanak oluşturur.
“Kürtler arasında katliam derecesine çatışmalar”
Hamidiye Alaylarının üç amaca hizmet ettiği söylenebilir: Kürtleri kontrol altına almak, büyüyen Ermeni tehlikesine karşı Kürtleri kullanmak ve reis çocuklarını aşiret mekteplerinde okutma yoluyla rehin alıp aşiret isyanlarını engellemek. Kasım, başlangıçta bu alayların kurulmasını müspet karşılar. Ancak zamanla kontrolden çıktıklarını, başlarındaki reislere imtiyazlar kazandırdıklarını ve nihayetinde iyi sonuçlar vermediklerini belirtir.
Reislerin, alay kumandanlıklarını kendi menfaatleri için kullandıklarının, halkı birbirine kırdıklarının ve “halk arasında yaratılan kin ve nefretin Kürtler arasında katliam derecesine çatışmalara sebebiyet verdiğinin” altını çizer. Ona göre, vatandaşların hem kendi aralarındaki hem de devletle olan anlaşmazlıklarında çözüm bulma yetkininin reislerde olması iki yönlü sorun yaratır: Bir yandan reislerin kudretini tahkim eder, diğer yandan ise halkta devlet tarafından sahipsiz bırakıldığı düşüncesini kökleştirir.
Kasım’ın hatıratında üzerinde durduğu bir diğer mühim husus, 1915 Rus işgalinin ertesinde Kürtlerin göç etmek zorunda kalmalardır. Göç esnasında Kürtler ne devlet yetkililerinden ne de Anadolu halkından iyi muamele görürler. Doğudan gelen Kürtlerin kötü davranışa maruz kalmaları batıdaki Türklere karşı güvensizlik duymalarına yol açar.
“Binbaşı Kasım savaş yılları ve sonrasındaki ayrışma duygusunu okumuş, toplumsal kopuşu tespit etmiştir. Bu analizi ile muhaceretin dahi ‘Kürtçülük’ fikri için zemin oluşturduğunu, Kürtlerin bağımsızlığı için mesnet teşkil ettiğini, ayrılmayı düşünen Kürt aydınların ve özellikle aşiret reislerinin bundan istifade ederek halkı müstakil devlet fikrine kolaylıkla inandırdığı iddiasındadır.” (s. 35)
Hülasa Kasım, hatıratının ilk kısmında Kürtçülüğün dayanaklarını sorgular. Bilgisizliği, aşiret reisleri ve şeyhlerin manipülasyonlarını, devletin ihmalini ve harp esnasındaki göçün yarattığı fay hattını bu cereyanı besleyen asli unsurlar olarak sayar. Tabloyu böyle resmettikten sonra da hatıratının geri kalan kısmını, öncesi ve sonrasıyla Şeyh Said Hadisesine ayırır.
“Bu âlimane cehaletten Kürtler ayrılmayacaktır”
1923 kritik bir tarihtir; çünkü Azadî’nin lideri Cıbıranlı Halit Bey ile eniştesi Kasım arasında uçurum giderek derinleşir. Halit Bey’in eniştesine kızgınlığını artıran üç olay yaşanır.
İlki, 1923’te yapılacak ikinci dönem seçim çalışmaları için seçim bölgesine gelen Bitlis Mebusu Yusuf Ziya’nın tutuklanmasıdır. O tarihte Muş’ta Üçüncü Süvari Alay Kumandanı olan Binbaşı Kasım, Kürtçülük yaptığı gerekçesiyle Yusuf Ziya hakkında tutanak tutup onu adliye sevk eder. Yusuf Ziya’nın söyledikleri seçim propagandası kapsamında değerlendirilip salıverilir. Fakat sonrasında Erzurum’da tutuklanır.
İkincisi, Kasım’ın devrin Muş Mebusu Hacı İlyas Sami ile olan ilişkisidir. Halit Bey, hem kendisine hem de Kürdistan düşüncesine karşı olduğunu bildiği İlyas Sami ile eniştesinin kurduğu ilişkiden rahatsız olur. Kasım, Halit Bey’in kardeşleri Ahmed ve Reşid’i de ikna edip yanına alır ve İlyas Sami’nin mebus olması için çalışır. Halit Bey, Kasım bu gayretinin altında kendisinin Varto’daki nüfuzunu kırmak gayesinin yattığını söyler ve bundan derin bir rahatsızlık duyar.
Üçüncüsü de, Lozan’da İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un “Kürt mebusları Kürtler seçmedi, Mustafa Kemal tayin etti” minvalindeki sözlerine Binbaşı Kasım’ın gösterdiği tavırdır. Binbaşı Kasım, Lord Curzon’a tepki göstermek için, doğrudan Meclis Başkanlığı yerine İlyas Sami’ye hitaben bir telgraf çeker:
“Kürtler İslamiyeti bırakıp tedricen (yavaş yavaş) kâfîr olmaya, beş yüz senelik büyük kardeşleri bulunan Türkleri bırakıp İngilizleşmeye ne para ile, ne sözle, ne de hiçbir kuvvet ve zorla razı olmaz. Mâbudlarına imanları kadar metbularına sadakatle (bağlı olduklarına, yönetenlerine bağlılıklarını) muhafaza etmekle iftihar ederler. Eğer bu cehalet ise, böyle âlimane cehaletten Kürdlerin ayrılmayacağına…” (s. 42-43)
“Ben mutedil, sen ise müfrit idin”
Kürtleri küçük düşüren ve gönderenler arasında adının kullanıldığı bu telgrafı Halit Bey, Ankara seyahatinde gazetelerde okur, çok üzülür. Kasım, bu arada sürekli olarak Ankara’yı bilgilendirir. Mesela 1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Genel Sekreteri Recep (Peker) Bey’e hususi bir rapor verir. Raporunda bölgede güçlenen Kürtçülük fikriyatından bahseder, kendisinin bunun dışında ve hatta karşısında olduğunu aktarır.
Bütün bu olaylar vuku bulurken Halit Bey, Kasım’a sürekli mektuplar yazar. Mektuplarında sitemini, üzüntüsünü ve kızgınlığını çok berrak bir dille anlatır. Kasım’ın Kürt meselesinde geçmişteki radikal çizgisini anımsatarak, şimdi geldiği noktadan duyduğu hayreti ifade eder. Mesela ilk mektubunda ona “Ben mutedil (ılımlı), sen ise müfrit (aşırı) idin” hatırlatmasında bulunur. Halit Bey’in mektupları, Binbaşı Kasım’ın başından beri Azadî’nin içinde yer aldığına işaret eder; mensup ya da muhbir olarak. Onun Kürdistan savunuculuğundan ihbarcılığa savruluşu göz önünde bulundurulduğunda, muhbir olma olasılığı daha güçlü görünür.
Kasım 1923’ün sonunda emekli olur. Varto’ya yerleşir. CHF teşkilatı sıkı bir ilişki içine girer. 1924’te Pasinler’de meydana gelen deprem nedeniyle Erzurum’u ziyaret eden Mustafa Kemal’i, Varto’ya davet eder. Mustafa Kemal, vakit darlığından ötürü Varto’ya gitmez ama Binbaşı Kasım Muş heyetinin bir üyesi olarak Mustafa Kemal ile Erzurum’da görüşür. Hatıratında Mustafa Kemali ile özel görüşme talebinde bulunduğunu ve bunun hemen kabul edildiğini söyler.
“Çıkacağım, kıyam edeceğim”
Kasım, Mustafa Kemal’e “bulunduğu çevre ve havalide bağımsızlığını almak için Kürtlük cereyanları olduğunu, bunun kamuoyunda % 85’i bulduğunu” anlatır. Çare olarak da aşiret reislerinin ve şeyhlerin Batı’ya sürülmesini önerir.
“Nakilleri temin edildiği takdirde bu fikrin bu bölgede öleceğini, aksi takdirde yakın bir geleceğin bu bölgede bir felaket getireceğini gözümle görür gibi bildiğimi, bildiklerimin incelenmeye ve ispata muhtaç olmayan gerçeklerden ibaret olduğunu detaylı bir şekilde izah etmiştim. Bu nedenle bu görüşmeden memnun olduğuna dair teşekkürlerini almıştım.” (s. 55)
Kasım Mustafa Kemal ile görüşmek için Erzurum’a geldiğinde Halit Bey’in evinde kalır. Halit Bey, bu ziyaretinde Kasım ile son derece mahrem mevzuları konuşur.
“Halit Beg’de kaldım. Bana dedi ki, Şeyh Sait geldi, ‘Bu güz yine çıkacağım, bana itbah edenlere (tabi olanlara) Kur’an’ı temhir ettireceğim’ dedi. O vesika olur, başka şeyler yaptırınız dedim. Sabah 5’e kadar münakaşa… (Şeyh’e) ‘Bu tertibatınız doğru değildir, dedim. Tekrar konuştuk. ‘Benim üzerime vacip oldu, çıkacağım, kıyam edeceğim’ dedi ” (s. 57)
Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza’nın torunu Abdülillah Fırat da, Akyürekli ile yaptığı mülakatta bu görüşmenin yaşandığını anlatır. Fırat’ın ifadesine göre “Şeyh Efendi ile Halit Bey arasında ciddi tartışmalar yaşanıyor. Bu münazaraları sabah ezanına kadar devam ediyor. Halit Bey’in ‘Efendi, sen şeyhsin, âlimsin, bu işler senin işin değil, bırak, kenara çekil’ ifadelerine kızan Şeyh Efendi, sabah namazını Halit Beyin evinde kılmıyor, çıkıyor, yol üstünde başka bir köyde sabah namazını kılıyor.” (s. 100)
Kasım, Halit Bey’i dikkatle dinler. Şeyh’in ayaklanmak ile ayaklanmamak arasında tereddütte kaldığını düşünür. Yine de ayaklanacağına ihtimal vermez. Görüşmeyi ilgili makamlara iletir. Akabinde Yusuf Ziya tutuklanır, Halit Bey Bitlis’e çağrılır. Bazı aşiret reisleri ile birlikte Şeyh Said’in de ifade vermeleri istenir. Şeyh Said, yaşlılığını gerekçe göstererek ifadesinin Hınıs’ta alınmasını ister. Hınıs Kaymakamı ve diğer memurlarla iyi bir ilişkisi olduğundan onlardan bilgi almayı planlar. Dosyanın içeriğini öğrendiğinde Şeyh’in tedirginliği arar. Zaten kısa bir süre sonra hadise patlak verir.
“Şeyh Said Efendi Perşembe’yi Çarşamba’dan getirdi”
Kasım, hadisenin başlangıcında yoktur, dolayısıyla hadisenin nasıl başladığına dair söyledikleri işittikleriyle sınırlıdır. Buna rağmen, hadiseyle ilgili mahkeme evrakları ve diğer belgeler verdiği bilgileri doğrular.
“Duyduğuma göre bir akşam bir jandarma zabiti birkaç jandarma ile Piran’a geliyor ve Şeyh Said’in bulunduğu eve gidiyor. Beraberinde bulunduğunu haber aldığı bir asker firarisini Şeyh Said’den istiyor. Cevaben firari olduğundan haberi olmadığını ve yarın Piran’dan gidince o adamı tutup götürmesini, sabaha talik etmesini Şeyh Said söylüyor. Zabıt, katiyyen ve şimdi isterim, diyor. Şeyh Said de, bak nerede alabilirsen al, götür diyor. Zabıt dışarıya çıkıyor, bu muhavereden (konuşmadan) haberdar olan asker firarisi ve birkaç kendisi gibiler silahla mukabele ediyor. Jandarmadan bir ikisi şehid düşüyor. Zabitle bakiyye-i maiyeti köyden çıkıyorlar.” (s. 63)
Böylece 14 Şubat 1925’te ayaklanma başlar. Binbaşı Kasım, Şark İstiklal Mahkemesindeki yargılanmasında, bu durumu “Şeyh Said Efendi’nin Perşembe’yi Çarşamba’dan evvel getirmesi” şeklinde yorumlar. Ayaklanma hızla yayılır. Şeyh’in taraftarları 11 Mart’ta Varto’ya ulaşırlar. Kasım’ın hadiseyle doğrudan teması da bu tarihte başlar ve hatıratında bu dönemi tafsilatıyla anlatır.
Kasım, ayaklananlar tarafından Solhan’da bir köye getirilir, iki gün sonra orada Şeyh Said ile görüşür. Şeyh, mukavemet imkânın kalmadığını ve İran’a geçmeyi planlandıklarını ona açıklar. Kasım, önce buna itiraz etmez, hazırlıklara başlanır. Fakat sonradan plan uygulanma aşamasına geldiğinde onlarla birlikte hareket etmeyeceğini Şeyh’e söyler.
Askerin yolları tutması üzerine Şeyh ve yanındakilerin İran’a geçme planları suya düşer. İçlerinden bazıları teslim olmayı öne sürer, Kasım da kesinlikle teslim olmayı önerir. Şeyh Said evvela bu fikre sıcak bakar, fakat bir müddet geçince teslim olmayacağını belirtir. Tartışma sertleşince Şeyh elindeki tüfeği Binbaşı Kasım’a yöneltir. Kasım’ın kardeşi Reşid de silahını Şeyh’e doğrultur; hem Şeyh’ten hem de Kasım’dan durmalarını, silahlarını yere bırakmalarını ister ve ellerindeki silahları alır. Şeyh Said artık silahsızdır.
Neticede 15 Nisan 1925’te Binbaşı Kasım, Şeyh’i tevkif ettiğini ve gönderilecek küçük bir askeri birliğe teslim edeceğini bildiren bir tutanağı bölgedeki askeri kumandana gönderir. İki saat sonra bir manga asker gelip Şeyh’i ve Kasım’ı tutuklar. Kasım, önce Varto’da tutulur, daha sonra mahkemeye çıkmak üzere Diyarbakır’a götürülür.
“Taşrada isyân 14 Şubat sen 1341’de Piran vak’asıyla başlamış, 15 Nisan sene 1341 Abdurrahman Paşa Köprüsü üzerinde müstakil fâilleri itibariyle sona ermiş, iki ay devam etmişdir. Bundan sonraki şekâvet (eşkıyalık) hâdiseleri mevziî (yerel) tenkîllerle (bastırmalarla) neticelenmişdir. 15 Nisan’dan 15 Mayıs’a kadar bir ay yol ve istirahatler ve muvâcehe (yüzleşme) ve bazı adlî mu’âmelelere âid ve 15 Mayıs’dan 28 Haziran’a kadar bir buçuk ay da muhakeme günleridir. Piran vak’ası’ndan idamlara kadar sayarsak dört buçuk ay bir zaman kabul etmemiz lazımdır.” (s.85)
“Avamda bile Kürdistan kanaati vardı”
Binbaşı Kasım, mahkeme heyetini kendine inandırmak için bildiği her şeyi anlatır, mahkeme heyeti de bundan istifade eder. Kasım’a göre, hadisenin asıl amacı, bağımsızlıktır. “Herkeste bir kanaat vardı ki, hatta avamda bile, Kürdistan olacak” (s.91) diyen Kasım, Kürt kamuoyunun zihniyet olarak hazır olduğunu, Şeyh Said’in de bunu tetiklediğini belirtir. Mahkeme heyetinin ısrarlı “Bu isyanın gayesi nedir?” sorularına “İstiklaldir” cevabını verir.
“İstiklaldir, kendileri de kısmen itiraf ettiler. Bu gayeye vasıl için bazısı siyasi çalışmış, bazısı da dini çalışmış. Herkes kendine terettüb eden vazifeyi yapıyordu, maksat müşterekti ve istiklaldi.” (s. 106-107)
Her soruyu ayrıntılı yanıtlamasına karşın mahkemenin, Kasım’ın pozisyonu hakkındaki şüpheleri devam eder. O da her söz aldığında devlete bağlılığını ispatlamaya çalışır. Son savunmasında devlete yaptığı hizmetleri en ince detaylarına kadar anlatır. Kürt ve Kürtçülük meselesiyle bir alakasının olmadığını, karşısında durduğunu ve bunları ihbar ettiğini, bu nedenle de bölgede yalnız kaldığını anlatır.
“Sadakat ve bağlılığımdan ekseri mu inhiraf etmedim (kıl kadar sapmadım). Asilerin esaretinde iken bile hükümet lehine ve onların aleyhine alıştığım eserlerle mütehakkıktır (hakikattir)… Ve netice itibariyle şu ateş-i fesadı Şeyh Said’in derdesti ile söndürdüm. Bu babda (konuda) hükümet-i Cumhuriyetimizin mukarrerâtı (kararı) vardır. Her ne de olsam affım mukarrerat iktizasındadır (affıma karar verilmesi gerekir).” (s. 123)
Yargılama süresince Şeyh Said, Kasım’ın aleyhine tek bir kelime etmez. Sadece ona değil, kurtulmak ümidiyle bütün suçu kendisine atanlara da bir söz söylemez. O ve kırkaltı arkadaşı idam cezasına çarptırılır. Binbaşı Kasım ise beraat eder. Serbest bırakılınca 1927’de kardeşleriyle birlikte Varto’dan taşınır, Elazığ’a yerleşir. Lakin, bir vakitler Mustafa Kemal’e başkaları için verdiği tavsiye ona tatbik edilir ve ailesiyle birlikte Aydın-Söke’de zorunlu ikamete tabi tutulur. 1953’te zorunlu ikamet tahdidi kalkınca Elazığ’a geri döner ve 1966’da Elazığ’da vefat eder.
Binbaşı Kasım hatıraları, onun taşıdığı kimlikten ötürü, çok büyük bir önem taşır. Zira onun, Şeyh Said ve Halit Bey’in yakın akrabası olması, onlarla hadisenin öncesine varan yakın bir ilişki içinde bulunması, Şeyh Said’in tesliminde başrolde yer alması ve Şark İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp kurtulması, 1925 Hadisesi bağlamında, Binbaşı Kasım’ı çok önemli konuma oturtur. Hadisenin birçok karanlık noktasına ışık tutabilecek nitelikte olduğundan, onun hatıratı tarihi açıdan büyük bir değere sahiptir.
* Mahmut Akyürekli, Binbaşı Kasım’ın Hatıraları, Avesta Yayınları, İstanbul, 2020.