Neredeyse her sene Ramazan ayı yaklaşırken, belli aralıklarla gelen kandiller hakkında bir yazı yazarım. Bu sene de yazıyorum.
Ümmi İslam’ın büyük çoğunluğunu oluşturan mütedeyyin muhafazakar çevreler ve dini belli zamana ve mekana hasreden laik kesimler, takvimlerde kodlanmış geceleri (kandiller) kutlamayı ihmal etmezler. Bu kesimler için kandiller “dini geceler”dir.
Kutlamanın belli başlı ritüelleri kandil simidi alıp dağıtmak, mevlid okumak veya dinlemek, camîleri, özellikle selatin veya Camî-i kebirleri gezmek ve cep telefonları üzerinden süslü cümlelerle mesajlaşmaktan ibarettir.
Dini pratiklerin Hz. Peygamber (s.a)’in gösterdiği çerçevede yaşandığı ilk dönemlerde bu türden gecelerin kutlandığına dair güvenilir kaynaklarda bilgi yok. Kandil veya belli gecelerin kutsal ilan edilmesi, İslam’a sonradan dahil edilmiş belli başlı bid’atların başında gelir. Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab (öl. 1206/1792) ilk ortaya çıktığında en çok İslam’a sonradan monte edilen bid’at ve hurafelerle mücadele etmeyi kendine misyon edinmişti ki, bence zaman içinde Vehhabiler ve Selefiler bazı aşırılıklara kaçsalar bile, başlangıç noktasında haklıydılar.
Bid’at ve hurafelerin dinleştirilmesi konusunda Müslüman dünyada birbirinden farklı algı ve tutumlara sahip iki havza var: Arap havzası ile Türkiye-İran ve Hind Yarımkıtası (Hind, Pakistan, Bengladeş) Müslümanları arasında bid’at ve hurafeler konusunda derin görüş ayrılığı ve tutum farkı söz konusudur. Nispeten Türkiye’ye yakın olan Suriye’yi istisna edecek olursak, özellikle Hicaz bölgesi ve genelde Arap alemi, bid’at ve hurafeler konusunda her zaman ve neredeyse her konuda tayakkuz halindedirler. Horasan merkezli mistik ve mitolojik tasavvufî akımların kök saldığı İran ve Türkiye Müslümanlığı bid’at ve hurafelerde başı çeken iki ülkedir. Türkiye’de mitolojik tasavvufla gelen bid’at ve hurafelerin kaynağı büyük ölçüde Horasan ve İslam öncesi inançlardan; İran’da ise aynı kaynak yanında başlangıçta tamamen siyasi bir duruş olarak teşekkül eden Ali ve Ehl-i Beyt taraftarlığının zaman içinde mitolojik inançlar ve ritüellerle iç içe geçmesinden kaynaklanmaktadır. Arap havzası ile Türkiye-İran havzaları arasında bir doku uyuşmazlığıından bahsetmek mümkün ese, bunun en önemli “kültürel” sebeplerinden biri budur.
Burada “bid’at”tan neyi anladığımı belirtmem gerekir:
“Usuli selefiler”den ayrı davetçi ve reaksiyoner özellikleriyle öne çıkan Selefiler her ne kadar kapsamı hayli genişlettilerse de, esasında ve başlangıçta bid’atlar ibadetlere dair ilave veya eksiltmeleri ifade eder. Sosyal hayat (beşeri tecrübe ve yaşantılar), ekonomik, siyasi vb. alanlarda Müslüman olmayan başka toplumların “örf” sayılan davranış biçimlerinden, tecrübe ve kurumlarından yararlanmak bid’at çerçevesine girmez. Toplumlar birbirlerinden etkilenir, bu etki beşeri zihin ve hayatın inkişafını sağlar.
Bid’atlere karşı tayakkuz halinde olmak ile her ithale karşı kalın gümrük duvarları inşa etmek aynı şey değildir. Buna göre toplumsal hayata ilişkin sosyal, ekonomik, idari, askeri alanlarda başka topumlar veya medeniyetlerle karşılıklı alış-veriş yoluyla alınan şeyler, sonraları sisteme dahil edilmeleri dolayısıyla “bid’at” sayılasalar bile, bunlara literatürde “bidat-ı hasene” denir. “Hasene” yani güzel olan değer hem özünde güzel ve yararlıdır hem ilahi mesaj ve hükümlerin maksadına uygundur. Yerlerine ve fonksiyonlarına göre doğru ele alındıklarında sosyal hayatın maddi alanlarıyla ilgili herşey örf niteliğini taşıyorsa, hangi topluluktan veya bölgeden alınıyor olursa olsun, alınır ve isti’mal edilir.
Bid’at ise başka bir şeydir. Yahudi, Hıristiyan, Budist ve başka dinlerin ibadetlere ilişkin ritüellerini onlara kutsiyet atfetmek ve ibadet amacıyla alıp kullanmak bid’attır, bid’at-ı seyyiedir.
Buradan özellikle Türkiye’de kutlanan kandil gecelerinin bid’at olduklarını söylemek mümkün. Bunlar sonraları müslüman olan kavimlerin İslam’a soktukları kutsallıklardır. Kandiller de bu meyanda kutsala büründürülmüştür. Kandil geceleri ne Hz. Peygamber hayatta iken ne ilk nesil sahabe ve tabiin tarafından kutlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.) bırakın kandil geceleri kutlamayı, bid’atları yasakladağı gibi cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklamıştır (Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Sıyâm,147-148).
Kandil geceleri Osmanlılarda II. Selim (1566-1574) zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılmak suretiyle duyurulup kutlandığı için bu gecelere “Kandil Geceleri” denmiştir.
Şimdi devletin “dini/idari bir kurumu” olan Diyanet’in (DİB) öncülüğünde kutlanan kandil gecelerine kısaca bakalım:
1.Regaib kandili, Hz. Peygamber bu gece ana rahmine düştü diye, Recep ayının ilk perşembe günü gecesinde kutlanır, gece kutsal kabul edilir. Hz. Peygamber’in bu gece anne rahmine düştüğünü kim tespit etmiştir, annesi Amina hatun dahi bilemezken, bu geceye böyle bir kutsallık atfedenler nereden bilmektedirler?
Konuyla ilgili rivayet var, lakin İbnü’l Cevzi, el Mevzuat adlı eserinde (II, 47), bu rivayetin Ali bin Abdullah bin Hüseyin bin Cehdam (.414/. 1024) adlı bir sufi tarafından nakledildiğini ama rivayetin asılsız olduğunu belirtmektedir (İbnü’l Cevzi, Regâib gecesinin ilk defa kandil olarak kutlanmasına ise Kudüs’te (448 /1056). Bağdat’ta (480 /1087) yılında başlanmıştır.
2. Mevlid Kandili de böyledir. Hz. Peygamber, sahabe, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde bu türden bir kutlama yoktu. Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi olan Mevlid kandili, ilk defa Mısır’da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmaya başlanmıştır. Eyyûbîler birçok ritüel ve bayram kutlamalarını yasaklamışlardı, Fatımiler bir çoğunu yeniden kutlamaya başladılar. Mevlid kandili kutlamaları da Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö.629/1232) tarafından kutlanmaya başlamıştır.
Hz. Peygamber’in bu gece doğduğuna ve gecenin faziletli olduğuna dair güvenilir bir bilgi ve belge yoktur. Hz. İsa (a.s.)’nın doğumunu büyük törenlerle kutlayan Hıristiyanlara nazire, Hz. Peygamber’in doğum günü kutlamaları icad edildiğini söylemek mümkün. 1979’da İmam Humeyni, Ramzan Ayı’nın son haftasını “Kudüs Haftası” ilan edince, Türkiye de buna karşılık “Kutlu Doğum Haftası”nı icat etti.
Bugün Müslümanların kahir ekseriyeti doğum gününü vazgeçilmez, atlanmaz, ihmal edilmez seküler bir kutsallığa dönüştürmüş bulunmaktadırlar; doğum günleri, yıl başı kutlamaları, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü kapitalist piyasa için “kutsal günler”dir.
3. Beraat kandili ile ilgili Tirmizi (Siyam, 39) ve İbn Mace’nin (İkamet, 191) Sünenlerinde yer alan bir rivayet var. Rivayete göre bu gecede yüce Allah’ın (rahmet ve bağışı) dünya semasında tecelli eder, Allah, Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanı bağışlar, kendisine edilen tüm duaları kabul eder. Buhari, bu rivayeti zayıf bulur, bununla amel edilmeyeceğini belirtir. Ahkamü’l Kur’an’ın sahibi Ebu Bekir İbn’ül Arabi, Duhan Suresi’nin 2. Ayetinin tefsirinde Beraat gecesiyle ilgili sahih-güvenilir tek bir rivayet olmadığını söyler (IV, 1678.)
4. Mirac Bu konuda Hz. Peygamber’in Mirac gecesini kutladığına, sahabelerin onu takip ederek benzer kutlamalar yaptıklarına dair hiçbir bilgi ve belge mevcut değildir.
5. Kadir gecesini ayrı tutmak gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bir surenin ismi olarak yer almaktadır. Surede, bu gecenin bin aydan hayırlı olduğu belirtilmektedir. Bu gece ile ilgili Hz. Peygamber’den gelen sahih rivayetler vardır: Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber, Ramazan ayında daha çok ibadet eder, son on gününde Mescid-i Nebevi’de i’tikafa çekilirdi. (Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvud, Salât 318).Sahabeye ve bizlere “Allah’ım! Sen affedicisin. Affetmeyi seversin. Beni de affet” (Tirmizi, Daavât, 84) dua etmeyi, Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde, tekli günlerde aramamızı buyurmuştur.
Kadir gecesini ibadet ederek, Kur’an okuyarak, müslüman dünyanın sılahı için aklı başında insanlala müzakereler yaparak geçirmek, gecenin ruhuna uygundur.
Dinini ciddiye alan ve hayatlarını Hz. Peygamber’in sünnetine göre yaşama azmi içinde olanlar, “Ne olsa gider” post modern hurafesine iltifat etmeden her günü nasıl yaşıyorlarsa öyle yaşamalıdırlar. Çünkü İslam’da toplu günah çıkartma gün ve geceleri yoktur.
Kandil kutlamalarının vazgeçilmez hale getirilmesinin müslümanların laikleşmeleriyle yakın ilgisi var. Senenin belli birkaç gününde youn “dini hayat” yaşıyorsan, geri kalan günlerde dilediğin gibi yaşarsın.
Bu konuda hassas davrananlara “hiç değilse senede üç beş gün insanlar dini hayat yaşasın, bunda ne mahzur var?” diye soranlara, bir müslüman dini hayatı 365 gün yaşar; din belli günlere hasredilemez, diye cevap vermek mümkün. Toplumun kahir ekseriyeti bu kutlamaları benimsemişse, toplum bunu istiyor demek de geçerli bir argüman değil. Çünkü değişimde referans toplum değil, ilahi mesajdır. Dinin esaslarını toplum belirleyemez, toplumsal her değişim meşru ve iyi yönde olmayabilir. Meşru, makbul ve arzu edilen değişim, ilahi murada ve hükümlerin maksadına göre olan değişimdir.