Beyoğlu’ndan erkenden çıktık yola. Fenerbahçe (FB)-Galatasaray (GS) maçına gidiyoruz. Kadıköy’e… Geçmiş sezonlardan farklı olarak FB de iddialı. GS ile puan farkı sadece 1. Eğer Fener yenerse GS’nin iki puan önüne geçecek. Takım formda, taraftar umutlu. Maç bir bayram şenliği. İki saat önceden, stadyumun olduğu alana yaklaşıyoruz. Oradan ötesi ilerlemiyor. Sıra sıra polis barikatları. Dünyanın bütün polisleri sanki buraya gelmiş. Bizim kilitlenip kaldığımız yere hep kadın polisler dizilmiş. Aralarında konuşuyorlar. Onların derdi daha kaç saat ayakta kalacakları. Hafiften hava soğuyor. Dünyanın en yüksek gürültü aletleri bu stada takılmış gibi. Yanımdaki gazeteci arkadaşlarla bile konuşamıyor, yorum yapamıyoruz. Tabii haklı olarak şunu soracaksınız: Bu kadar yoğun taraftar ilgisi varken, maça nasıl bilet buldum?

Önce uzun zamandır kullanmadığım passolig veya teknik ismiyle “Passo mobil uygulaması” gerekti. Passolig’i kaybetmiştim. Ama her sorun elektronik ortamda çözülebiliyor. Genç kuşak bu işin uzmanı, onlara başvurdum. Bütün engelleri birer birer aştılar ve Passolig hazır hale geldi. Sonra eş dost yardımıyla bilet bulundu. (Murat Ülker’e, Lorbi Ajans Başkanı Mustafa Kaya’ya, Posta gazetesinden arkadaşlarım, Faik Gürses ve Bilal Emin Turan’a teşekkürlerimle) Arabadan indim. Gireceğim kapıyı buldum. Müziğin temposu daha da yükseldi. Fenerbahçe Marşı çalıyor. Taraftar eşlik ediyor. Sloganların çoğu küfürle karışık. Yazmaya kalksam müstehcenlikten dava açılır. Kadın seyirci sayısı azdı. Belki de onların eksikliği küfrü kışkırtıyordu. Bitişiğimizdeki tribünlere konuk GS’liler yerleşmiş. Bin kadar sarı kırmızılı taraftar, takımlarını desteklemek için, her türlü sıkıntıyı göze alarak, Kadıköy’de, Fenerbahçe stadında, sıkı polis koruması altında…
Bu kez yenmek umudu içindeyiz. Fenerbahçe bu maçı kazanır, kazanmalı. Maç başlıyor. Takım her zamankinden farklı bir taktikle oynuyor. Topu Fener kalesiyle orta saha arasına getiriyorlar. Oradan Galatasaray kalesine şişiriyorlar. Rakip takımın savunması daha uzun boylu. Rahatça o topları kesiyor. Halbuki Fener’in oyuncularının top hakimiyeti daha yüksek, yerden ilerleme olanakları daha fazla. Fener taraftarı tedirgin. Oynanan oyundan memnun değil. Seyirci, öfkesini GS tribünlerine yöneltiyor. Örneğin maç dışında bir yerde görseniz “salon beyefendisi” diye adlandırabileceğiniz bir Fener taraftarı ayağa kalkıyor ve saydırmaya başlıyor. Ben bu üslup karşısında şaşkın şaşkın bakıyorum. Araya hakemi fırçalama seansları da giriyor. Yanlış oyun, “netice”sini veriyor. GS golü atıyor. Seyirci üzgün ama takımı desteklemekten vazgeçmiyor. İlk yarı tatsız tuzsuz bir şekilde geçiliyor. İkinci yarıda beklentimiz, teknik direktörün müdahalede bulunması, kötü oynayanları değiştirmesi. Yalnızca iki değişiklik yapılmış. Yeterli değil. Bu arada FB karambolden bir gol atıyor. Sayılmıyor. Yine de takıma bir can geliyor. Taktikte bir değişiklik yapılmadan, son dakikalara geliniyor. “Yine yeniliyoruz” duygusu, stadyumu sessizliğe itiyor. Futbolcular ise son dakikalarda artık taktik falan dinlemeden saldırıyor. Bunca bindirmenin sonunda gol geliyor ama maç bitiyor. Böylece umutlar gelecek haftalara erteleniyor.
“Futbol, yüksek hızda oynanan, estetik, zarif bir satranç oyununa benzer.” – Markus Keimel.













