Öncelikle araştırmanızın serüveniyle başlayalım. CHP’nin gayrimenkulleri konusunu araştırma fikri nasıl doğdu?
İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte yaşanan homojenleştirme/Türkleştirme süreci ilgimi çekiyordu ve mülkün Türkleştirilmesinin önemli bir alan kapladığından üstünkörü haberdardım. Cumhuriyet Arşivi’nin CHP Kataloğunda gezinti yaparken CHP mülkleriyle ilgili belgelere rastlamaya başladım. Bu belgeler ekseriyetle CHP’nin taşra teşkilatları ve genel merkezi arasındaki gayrimenkul konulu yazışmalardan oluşmaktaydı ve bir araya geldiklerinde düzenlilik ve süreklilik arz ediyordu. Bu belgelerin arasında eşindikten sonra olup bitenler ana hatlarıyla belirmişti ve zihnimde yeni kurulmuş bir siyasi partinin neden mülk edindiği ve kullandığı soruları oluştu. Ancak bu hikâye sadece bir siyasi partinin emlak varlığından ibaret değildi ve etnisite mühendisliği politikalarıyla başlatılan büyük bir sermaye transferinin önemli bir parçasıydı. Bu transferin emlak kısmını anlama çabası benim için günden güne önemli hale geliyordu. Bunun yanı sıra CHP de transfer edilen mülkleri kendi bünyesine katarak tepeden modernleşmeci amaçları yolunda kullanıyordu. Bu mesele bende önemli bir merak oluşturdu ve çalışma yapma fikrim buradan doğdu.
Çok partili hayata geçişle CHP’nin gayrimenkul edinme süreci arasında ilişki olduğunu belirtiyorsunuz? Bunu açar mısınız?
Tabii. CHP’nin mülk edinmeye başladığı yıl 1926. Bir sene önce, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştı. Mülk edinmenin ivmelendiği yıl da 1931, yani Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapandığı yıl. CHP ortaya kendince yeni bir anlayış koyarak birtakım reformlara girişiyor ve üst kadrolar bu şekilde toplumu tepeden dönüştürme tasavvuruna sahip. Ancak ne zaman ikinci bir parti kurulsa halk ona meylediyor, teveccüh gösteriyor. İlkinde, 1925’te Terakkiperver Parti güç bela kapatılmıştı. Ancak altı yıl sonra 1931’de de halk yeni partiye karşılık gösterince CHP taşrayı daha fazla ciddiye alıyor, mülk edinme politikaları da bu doğrultuda ilerliyor. 1931’den sonra CHP bakıyor ki yapıp ettiklerinin tabanda pek bir karşılığı yok, hatta o tabanın yapılan edilen birçok şeyden haberi dahi yok. Bunun üzerine CHP hem tabanın neler düşündüğünden, neler yaptığından haberdar olmak için hem de kendini o tabana tanıtmak ve ilkelerini benimsetmek için çalışmalara girişiyor. İl ve ilçe teşkilatları daha kurumsal bir şekilde oluşturulmaya başlıyor, Halkevleri kuruluyor, bildiğiniz gibi. Gayrimenkul ihtiyacı da tam bu noktada doğuyor. CHP, çok partili hayat denemelerinde tabanda aradığı karşılığı bulamadığı için taşrada etkin olma ihtiyacı hissediyor, aksi takdirde ülke genelinde bu kadar gayrimenkul edinmesini gerektirecek bir sebep yok.
Emval-i metrukenin CHP’nin gayrimenkul ihtiyacını karşılayamaması ve başka arayışlara girilmesinin nedeni ne olabilir? CHP’nin gayrimenkul arayışına girdiği 1926 yılına kadar emval-i metrukenin büyük bölümünün zaten farklı kurumlar ve kişilere devredilmiş olmasıyla ilgili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aslında bunun ardında başka sebepler aramak daha doğru olur. Emval-i metrukenin sayısını net olarak tespit edememekle birlikte Hazine’nin elinde çok sayıda olduğunu biliyoruz. Emval-i metruke kıtlığı yaşandığını düşünmek pek mümkün değil. 1940’lı yıllarda dahi gazetelerden ilan verilerek emval-i metruke satışı yapılıyor. Şu sıralar emval-i metruke ile ilgili çalıştığım başka bir konu var: 1930’lu yıllarda sadece İstanbul’da yaklaşık 500 konut, devletin bilgisi ve kontrolü dışında, bilinmeyen kişilerce gasp edilmiş. Mektum emlak denilen bu mülkleri gasp edenlerin bildirilmesi için devlet ödül dahi koyuyor. Dolayısıyla emval-i metrukenin CHP’nin emlak ihtiyacını karşılayamama gibi bir durumu olduğunu pek zannetmiyorum. Dediğiniz gibi emval-i metruke farklı kurumlara devredilmişti, en çok da Türk Ocakları’na. CHP de 1931 yılında bu kurumları kapatarak mülklerini kendi bünyesine aldı.
Ancak yine de emval-i metrukenin CHP gayrimenkullerinin neden sadece yüzde 45’ini oluşturduğunu soruyorsanız, cevabım CHP teşkilatlarının daha fazlasını istediğini söylemek olacaktır. Emval-i metruke CHP’nin gayrimenkul varlığının ciddi bir kısmını oluştururken aynı zamanda da nakit kaynağı olmuştur. Parti teşkilatları eski binaları genellikle yetersiz bulmuş ve bunları satıp yeni binalar alma ya da inşa etme yoluna gitmişlerdir. Kitapta da göreceksiniz CHP’nin neredeyse her şehirde onlarca kullanılmayan arsası var. Parti teşkilatlarının o arsalara yeni binalar yapma hayali olduğunu anlıyorum ben. Bunun da iki nedeni olduğu düşünülebilir; birincisi gerçekten binalar yetersiz ve teşkilatlar da genel merkeze karşı sorumlu olduğu için faaliyetleri layıkıyla yerine getirmek istiyor ve amaçlarına uygun yeni binalar yapmak istiyorlar. İkincisi de merkezi otoritenin temsilcisi olarak taşradaki kudretini artıran teşkilatlar şaşaalı binalar yaptırarak ya da satın alarak kendi yerleşim yerlerinde bir nevi güç gösterisine girişmiş olabilirler. Ben ikinci ihtimalin daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum.
Emval-i metrukeden CHP’ye gayrimenkul olarak aktarılanlar arasında kilise binaları, manastırlar ve gayrimüslim mezarlıkları da olduğunu belirtiyorsunuz? Bunlara örnek verir misiniz?
Gayrimüslimlerin şahsi mülkleri Maliye’ye, kamusal mülkleri ise Evkaf (Vakıflar) İdaresi’ne nakledilmişti emval-i metruke komisyonlarınca. Evkaf Hazinesi’nden CHP’ye 27 mülk geçmiş. Bunlar hep belirttiğiniz gibi kilise binaları, manastırlar, mezarlıklar. Trajik iki kullanım şekli söyleyeyim; Mersin’de bir kilise, halkevi konferans ve temsil salonu olarak kullanılmış, Ankara’da ve Bolu’da (Ciğerler Mezarlığı diye geçiyor) iki mezarlık ise spor sahası olarak kullanılmış. Yakın tarihimizdeki etnisite mühendisliğinin ve homojenleşmenin üzücü sonuçları bunlar.
Belediyeden ve il özel idarelerinden alınan gayrimenkullerin ederinin oldukça altında bedellerle alındığına dikkat çekiyorsunuz. Şahıslardan alınan mülkler arasında da benzer örnekler var mı? Yani şahıslara yapılan dolaylı ya da dolaysız baskıyla ederinin altında bedelle CHP’ye aktarılmış gayrimenkuller var mı?
Elbette çok sayıda var. Ancak bunların çok az bir kısmı arşiv belgelerinde yer bulabilmiş, gayrimenkullerin alındıkları fiyatlarla tapu değerlerini kıyasladığımızda bunlar kolayca anlaşılabiliyor ama bunların tamamının varlığını göstermek ve hikâyesini anlatmak için yeterli arşiv belgesine sahip değiliz. Çünkü bu olaylar belgelere yeterince yansımamış. Kaynakların manipülasyonuna düşmeyelim hemen; belgelere yansımaması olmadığı anlamına gelmiyor. Kitapta da anlattığım bir hikâye vardı. Bir CHP üyesi Diyarbakırlı tüccar, parti genel merkezine mektup yazıyor ve bu mektubunda tapusu kendisine ait olan bir evin ildeki CHP yöneticileri tarafından halkevi binası yapılmak üzere ucuza alınmak istediğini ve buna rıza göstermediğini söyler. Bu tüccar kendince buna direnç gösterebilmiş ama bu direnci gösteremeyen niceleri daha vardı. CHP’nin taşra teşkilatları, tek parti iktidarının gücünün taşradaki uygulayıcısı olduklarını düşünerek birçok insana bu şekilde baskı yapmışlardı. Bu baskının gayrimenkul alanındaki tezahürleri bu şekilde olmuştu. Bahsettiğim bu vakalardan hareketle dönemin siyaset sosyolojisi ve merkez-çevre ilişkileri hakkında fikir geliştirebiliriz.
Demokrat Parti iktidarında CHP’nin gayrimenkullerine yasal düzenlemeyle el konulurken, CHP’nin İş Bankası hisseleri gibi menkul varlıkları gündeme gelmiş mi? Bu konuda girişimler var mı?
Evet, 1951’de el konuluyor ve gayrimenkuller gibi 1963’te Anayasa Mahkemesi’nce iadesi sağlanıyor. Demokrat Parti’nin haksız iktisap argümanlarının haklılık ve doğruluk payı olsa da ülkemizdeki birçok dava gibi mülklere el koyma meselesi Demokrat Parti tarafından siyasallaştırılmış ve rakibi zayıflatma aracı olarak görülmüştü. Hukukun bağımsızlığının sağlanamaması ve siyasallaştırılması hâlâ ülkemizin çözülemeyen önemli sorunlarından birisi.