12 Eylül 1980 askeri darbesinin en ağır günleri. Albay Raci Tetik, tekmelerle, işkencelerle Mamak Cezaevi’nin hücrelerinde cinayetler işliyor. Tam bir cehennemin ortasındayız. Görüş günü. Ailelerle iki tarafı tel örgülerle çevrilmiş alanda karşılıklı bağrışarak görüş yapılıyor. Görüşçüsü gelenlerden Yaşar Okuyan (daha sonra bakanlık yaptı), görüş yerinden gözleri sulanmış olarak dönüyor. “Ne oldu?” diyoruz. Anlatıyor: “Küçük kızım ve eşim karşı tarafta bekliyor. Başçavuş bize döndü. Bağırdı: Rahat hazır ol! Şimdi en yüksek sesinizle Andımız’ı söyleyeceksiniz. Türküm doğruyum diye başlayan andımızı sesimiz kısılıncaya kadar yüksek sesle bağırarak okuduk.
Eşim şaşkınlık içindeydi. Kızım ağlıyordu…” 12 Eylül rejiminin ideolojik silahı kaba milliyetçilikti, militarizmdi. Milliyetçilik bir siyasi malzeme olarak piyasadaki önemini koruyor. Önümüzdeki seçimlere iki cephe halinde gidileceği belli olduğu için bu cephelerin propaganda silahlarının ne olacağı tartışılıyor. Görünen o ki AK Parti-MHP bloğu milliyetçi-militarist bir propaganda söylemi tutturacak.
Tabii siyasette 24 saat bile önemlidir. Bu ittifak değişmeyecek diye bir garanti yok. Dün iki puan artan faiz, yüzde 17’ye çıktı. Bu enflasyonun da artacağının habercisi. Ekonominin, eski günleri yeniden yakalayabilmesinin en önemli fırsatı, en büyük ekonomik ve siyasi partnerimiz olan Batı. Bu alanda durum pek parlak görünmüyor. ‘Beka’ diyerek, bölgede yalnızlaşmayı milliyetçi söylemlerle izah etmeye çalışmak bir yoldur.
Peki iktidar, seçmeni bu dille ikna edebilir mi? Otoriter rejimlerin baş silahı milliyetçiliktir. Köşeye sıkışan, söyleyecek sözü kalmamış olan, katı milliyetçiliği dillerine pelesenk eder. Toplumda bu söylemin her zaman belli bir karşılığı, belli bir alıcısı vardır. Ancak, atalarımızın şu sözünü de ara sıra hatırlamak gerekir: Kuru laf karın doyurmaz.
Ekonominin sinyalleri
Gönül ister ki toplum, öncelikli olarak demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri dert edinsin. İktidarları bu açıdan sigaya çeksin… Araştırmalar tayin edici olanın tencere olduğuna işaret ediyor. Ekonominin bu sinyalleri iktidarın aleyhine yazıyor. İktidar da bunun farkında. İktidar başı sıkıştığında, milliyetçi hamasete sığınabiliyor. Muhalefetin de en zaaflı olduğu alan bu.
Bu alanda yeterince gerçekçi, demokratik bir tutum sergileyemiyor. “Libya’ya asker göndermeyelim mi?” diye bir gündem oluşunca, Libya siyasetini eğrisiyle doğrusuyla tartışmaya girişmek muhalefetin ittifak dengelerini sarsabiliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine bir tartışma yapmak muhalefet açısından yeni sorunlar yaratıyor.
Tabii güneydoğuda olanları konuşmak, orada ‘güvenlikçi siyaset’in yol açtığı travmaları gündeme taşımak da şu dönemde ciddi bir sorun olarak muhalefetin önünde duruyor. Ancak, gerçek hükmünü yürütecek. Sonucu milliyetçilik değil yurttaşın hayat şartları belirleyecek.