Serbestiyet’te Mustafa Ali Aykol’un röportajının başlığını görünce içeriğini hemen okudum.
Başlık şuydu: “İnsan Hakları Örgütleri, kapılarının çalınmasını bekliyor!”
Önce İnsan Hakları Örgütlerinin bu Parti Devletin yöneticilerinden hâlâ nasıl bir beklentisinin olacağını merak ettim. İçeriği okuyunca bu başlığın aslında bilerek veya bilmeden yapılan bir ironi olduğu kanısına vardım. Bu kuruluşların başkan ve yetkililerinin hemen hepsi de ümitsizlik içindeler. Sorulan sorulara karşı hem kapıyı açık tutmaya çalışmışlar -ne de olsa hâlâ bu örgütlerin yönetiminde bulunuyorlar- hem de bunca olan bitenden sonra pek de ümitli olmadıklarını belirtmişler.
Her Parti Devletten olduğu gibi bizim Parti Devletten de hâlâ insan hakları ve demokrasi reformu yapmasının beklenmesinin ne kadar beyhude bir durum olduğunun anlaşılamamasına gerçekten hayret ediyorum.
Son referandum sonucunda ancak yüzde 51 ile geçilen yeni anayasal düzen içinde Türkiye’nin demokratikleşmesi, dolayısıyla bu ekonomik buhrandan kurtulabilmesi, her şeyden önce bilime aykırıdır.
Parti Devletlerin en önemli özellikleri çoğulculuğu reddetmeleridir. Çünkü adı üzerinde, o tek bir partinin devletidir. Otokrasi artık kurulmuştur.
Bunun en doğal sonucu güçlerin tek elde toplanmasıdır.
Güçlerin tek elde toplanması için yargının ele geçirilmesi şarttır. Yargı mutlak erke bağlandığında yönetimin denetlenmesi artık mümkün değildir.
Güçlerin tek elde toplanması sonucu mutlak erk aynı zamanda Devletin tüm malvarlığına da sahip olur ve O’nu denetletmez.
Onun için biz hâlâ Borsa’nın yüzde 10’unun Katar’a kaç liraya satıldığını öğrenemedik.
Aynı zamanda bu mutlak erk medyanın yüzde 90’ına sahip olduğundan, yüzde 10 dışında bu soruyu soracak bir kanal da bulunmamaktadır. Dolayısıyla medyanın yüzde 90’ını izleyen vatandaşlar böyle bir sorunun olduğunun farkına dahi varamazlar.
İktidarın mutlak olması bu iktidarın başındaki insanları bir güç zehirlenmesine de sokar.
Bunun neticesi olarak şizofrenik bir durum ortaya çıkar.
Bir an gelir, Mutlak Lider tüm gücün kendisinde olduğunu unutur ve yargı üzerinde hiçbir şekilde söz sahibi olmayan muhalefeti Anayasanın 138. Maddesine aykırı olarak ona emir ve talimat vermekle suçlar.
Bu da Mutlak Gücün gerçeklik duygusunun iyiden iyiye ortadan kalktığını göstermektedir. Yani aynı zamanda psikiyatrik bir durum da yaşanmaktadır.
Bizde olduğu gibi bu iktidarları besleyen ana güç, milli bir tehdit algısının ülkede yaşayan her bireyi alabildiğine kaplamasıdır. Bunun için de kör milliyetçiliğin ülkenin her bireyinin beynini esir alması gerekir.
Bu nedenle de daha grip aşısını getirebilmekten acizken dünyanın dört bir tarafına asker yollamaktan geri kalmaz.
Kendisine saraylar yapar. “İtibardan tasarruf olmaz” şeklindeki bir cümleyi açlık sınırı altında bulunan bunca insanın gözüne baka baka söyleyerek utanma duygusu olan herkesi utandırır!
Böyle bir Parti Devlet otokrasisinden bağımsız yargıyı gerçekleştirmesini, ifade özgürlüğünü sağlamasını beklemek mümkün değildir. Çünkü sorun bizzat kendisidir.
Bu Parti Devletin iktidarı uğruna, kendisinin olmazsa olmaz parçası olan MHP liderinin, bir mafya elebaşısının ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanını tehdit etmesini haklı gösterme ifadelerine hiçbir şekilde itiraz etmeyerek iştirak etmesinin, bu ülkeyi yakın zamanda bir mafya cennetine döndüreceği açıktır.
Kalıcı hasarlar her gün artmaktadır.
Ayakkabı kutularından çıkan, bizzat Cumhurbaşkanının oğlu tarafından ancak para sayma makinesi ile sayılabilecek paralara ne olduğunu sormaktan muhalefet partileri dahi artık vazgeçmiştir.
Bu Parti Devletin başında bulunan kişi, Sayıştay denetiminin dışında tutulan ve milyar dolarlarla ifade edilen Varlık Fonu’nun da başkanıdır. Varlık Fonu örtülü ödenek gibi kullanılmaktadır.
Böyle bir güç hiçbir yetkiyi paylaşmaz, paylaşamaz.
Kurduğu yasal ve politik sistem zaten paylaşmasına izin vermez. Paylaştığında bilir ki iktidar da elinden gider.
Geri dönüş yollarını bizzat kendisi ortadan kaldırmıştır.
Gemiler Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte çoktan yakılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinde tek partinin yetkisini paylaştığı tek dönem, CHP’nin çok partili düzene geçiş dönemiydi. O dönemin dinamikleriyle bugünün dinamikleri farklı olduğundan; bugünkü Parti Devletin hukuk ve demokrasi alanında reform yapması yetkilerinin de kısıtlanması anlamına geleceğinden; AKP-MHP ikilisinin ülkenin bu karabasandan çıkış denkleminde yer alması mümkün bulunmamaktadır.
Oysa muhalefetin bileşenlerinin ve onların tabanlarının önünde, daha geçtiğimiz yıl olmaz denen oldu; Millet İttifakı, HDP’nin de dışarıdan desteğiyle, özgül ağırlığı itibariyle Türkiye’nin nerdeyse üçte ikisini oluşturan İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere belediyelerin yönetimlerini aldı. Aynı irade önümüzdeki genel seçimlere de yansıtıldığında, bu Parti Devletin halkın oylarıyla iktidardan uzaklaştırılması mümkün bulunmaktadır.
Bence artık meclis içi ve dışı muhalefetin, beyhude reform ve demokrasi umutlarından vazgeçerek bu hedefe kilitlenmesi gerekmektedir.