Yıl sonunda, hatta yeni yılın ilk günlerinde, geçmiş ayların bir muhasebesini ve ileriki aylarla ilgili beklentilerin bir değerlendirmesini yapmak âdettendir. Doğrusu 2023 yılı hakkında çok olumlu bir şey, aynı şekilde de 2024 için yine olumlu beklenti dile getirmek bana pek mümkün gelmedi. Oysa ben yıla pozitif bir şekilde bakmak arzusuyla bu yazımda ülkemizde geçmiş yılda meydana gelen bana göre nadir iyi şeylerden birine değinmek istiyorum. Bir diplomatın gözüyle 2023 ve 2024 değerlendirmesi okumak isteyenlere, değerli eski meslektaşlarım Hakan Okçal ile Selim Yenel’in sırasıyla Gazeteduvar’da 24 Aralık, YetkinReport’ta da 29 Aralık tarihlerinde yayınlanan “Annus Horribilis” ve “Savaş, Yıkım, Değişim: 2023’ü nasıl bilirdiniz?” başlıklı yazılarını tavsiye ederim.
Gerçekten de 2023 yılı ne içeride ne de dışarıda iyi bir şekilde hatırlanmayacaktır. Dış dünyada meydana gelen gelişmeler belli. Ukrayna ve Gazze savaşları korkunç ve insanlık dışı katliamlara sebep olmuş, bunların da sonunun 2024’te geleceğine ilişkin herhangi bir işaret de en azından şimdilik pek gözükür olmamıştır. İçeride ise seçimler birçoğunun ümit ettiği değişimi getirmemiş, tek adam rejimi pekişmiş, dış politika hataları arka arkaya gelmiş, son olarak da geçtiğimiz günlerde Riyad’da yapılamayan futbol maçı nedeniyle yeniden mahcubiyet yaşanmıştır. Ne yazık ki Atatürk’ün hatırasının bu işe beceriksizce karıştırılması, sonunda da Suudi’lerin bastırmasına karşılık, kafilenin İstanbul’a eli boş dönmesi hem bir fiyaskoya yol açmış hem Atatürk’ün sandığımızın aksine tüm dünyada kutsal olmadığı algısının birçok ülkede hissedilmesi, hem de onun adının dış dünyanın gözünde FİFA tanımına göre bir siyasi simge teşkil ettiği sonucunu doğurmuştur. Umarım yanılırım ama tahmin edilmesi zor olmayan bu fiyaskonun sorumlularının hiç birisinden bermutat hesap sorulmayacağı açıktır. 2023 yılını şüphesiz daha kötü bir şekilde bitirmek pek kolay olmayacaktı.
2023 yılında en azından benim gördüğüm nadir iyi gelişmelerin başında CHP’deki değişim olmuştur diyebilirim. Hatta belki de ilerisi için tek ümit veren gelişmedir.
CHP’de kurultay yoluyla lider değişikliği olabilmiş olması bizatihi çok önemli bir husustur. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana bir siyasi parti liderinin kendi iradesi dışında kongre yoluyla görevden alınması ilk defa oluyor. Ben Bülent Ecevit’in 1972 yılında İsmet İnönü’yü kongrede yendiğini sanardım. Ancak yenileneceğini hisseden İnönü’nün kendi iradesiyle liderlikten çekildiğini de bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Kanaatimce maalesef battal olan demokrasimiz için CHP’deki lider değişikliği son derece önemli bir umut kaynağı teşkil etmiştir. Normal demokrasilerde eşyanın tabiatından olması gereken, başarısız liderlerin değiştirilmesini belki ileride daha sık görürüz. Mevcut badireyi bir gün atlatıp tarihimizde ilk defa gerçek bir demokrasiye kavuşabilmemizin olmazsa olmazlarının başında bu önemli husus yer alacaktır.
Eski yönetimi altında CHP ne yazık ki iktidara nazaran bir farklılık getiremedi. Teröre destekle suçlanma korkusuyla eski yönetim iktidarın muhalefeti susturmak için attığı birçok adıma sesini çıkarmamıştı. Bunların başında 70 kadar belediyenin seçilmiş başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyumlar atanmasına, ayrıca milletvekillerinin dokunulmazlığının kolaylıkla kaldırılmasına imkan veren anayasa değişikliğine destek verilmesi geliyor. Şahsen Atatürk’ün Ayasofya’yı müze haline getirerek dünya kültür mirasına kazandırması kararının iptal edilerek bin beş yüz yıllık bu koca abidenin sıradan bir camiye çevrilmesi ve 1000 yıllık mozaiklerin örtülmesine o zamanki yönetimin yanlış bir oy kaygısıyla yeterli ölçüde ses çıkarmamış olmasını kabul etmekte zorlanıyorum doğrusu.
Dış politikada da eski yönetim iktidarın dümen suyundan gitmeyi hep eleştiri kaygısıyla tercih etmişti. Oysa son yıllarda yapılan dış politika hataları sayılmakla bitmez. Örneğin S400-F35 fiyaskosu, Doğu Akdeniz’in tartışmalı sularında atılıp geri dönülen tek taraflı adımlar, Kıbrıs’ta uluslararası toplumun kabul etmesi mümkün olmayan iki bağımsız devlet ilkesinin kabulünün müzakerelerin yeniden başlaması için bir ön şart olarak öne sürülmesi gibi yanlış adımlar atılmasına CHP sessiz kalmıştı. Hatta Sayın Kılıçdaroğlu bir vesileyle Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret ettiğinde KKTC Cumhurbaşkanı ile görüşmüş, ancak vakit yetersizliği gerekçesiyle aynı siyasi hareketten oldukları farz edilen eski Cumhurbaşkanı Akıncı ile buluşmaya ihtiyaç duymamıştı. Zaten yabancılarla temaslarını de pek kısıtlı tutmayı tercih ediyordu. Örneğin şimdiki Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock Ankara’ya geldiğinde takvim uyuşmazlığını öne sürerek onunla görüşmeyi kabul etmemişti. Oysa bu vesileyle Bakana ve onun aracılığıyla AB üyesi 27 ülkenin Bakanlarına CHP’nin dış politika hedeflerini anlatma fırsatı mevcut iken, bu fırsat tepildi. Belki de CHP’nin iktidardan farklı dış politika hedefi yoktu ve bu isteksizliğinin nedeni de buydu.
Gerçekten de seçimlerden önce yabancı çevrelerde iktidar değişse bile Türkiye’nin dış politikasının değişmeyeceği, aynı çizginin devam edeceği, özellikle Batı ile ilişkilerin normale dönmeyeceği yolunda bir algı oluşmaya başlamıştı. Pek haksız da sayılmazlardı.
CHP’nin yeni yönetiminin eskisinden farklı olarak temel konularda iktidarı tahrik etmeme siyasetini terk ettiğini görüyoruz şimdilerde. Hem söylem değişiyor hem de TBMM’deki oylamalarda davranış. CHP’nin iki hafta önce Kuzey Irak’ta meydana gelen ve iki günde 12 şehidimize mal olan terör saldırısı hakkında TBMM’de kabul edilen açıklamaya katılmayıp, kendi açıklamasını yayınlaması, ayrıca diğer partiler gibi şimdilerde DEM adını alan partiyi şeytanlaştırmaktan imtina etmesi şüphesiz bir çok itiraza yol açmıştır. Ancak bence bir farklılaştırma işareti olarak olumludur. Muhalefet hep iktidarın dümen suyundan gidecekse, ona ne ihtiyaç vardı?
Dış politikada da CHP’nin farklı bir çizgiye doğru yöneldiğini görmekten memnuniyet duyuyorum. CHP’nin yeni lideri selefinden farklı olarak yüzünü dışarıda da göstermekte, sosyalist parti liderleriyle görüşebileceği toplantılara gitmeye başlamakta, Türkiye’nin mevcut iktidardan ibaret olmadığı mesajını vermektedir. Örneğin Almanya Şansölyesi ile vakit kaybetmeksizin tanışmış olması da olumlu bir adımdır.
CHP’nin yeni dış politika ekibi de hemen cesur açıklamalarla etkisini hissettirmeye başladı. İstanbul Milletvekili Namık Tan ve Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlhan Uzgel fırsatları değerlendirmekteler. Görülebildiği kadar Genel Başkanın da güvenine sahipler. Oysa eski yönetimde bu görevi ifa eden Ünal Çeviköz, Ege sorunları hakkında gerçekçi olduğunu düşündüğüm ancak ulusalcıların tezlerini pek desteklemeyen bir notu parti amblemiyle birkaç yıl önce dağıttığında kazan kaldıranlara karşı lider tarafından desteklenmemiş, Genel Başkan Yardımcılığı görevinden alınmıştı. Bu olay sanırım CHP’nin dış politika konusunda sesinin fazla çıkmamasına da yol açmıştır.
30 Aralık tarihli “Birgün” gazetesine verdiği demeçte, Sayın Uzgel CHP’nin daha dinamik ve interaktif dış politikasının ilk işaretlerini vermiştir. Bunlar şüphesiz önemli ve olumlu şeylerdir.
Değerli eski meslektaşım Namık Tan 25 Aralık tarihinde TBMM çatısı altında düzenlediği basın toplantısında iktidarın son dönemlerindeki hatalarının bir özetini yaptı. Konuşmasında İsveç’in NATO üyeliğinin partisi tarafından Dışişleri Komisyonundaki oylamada neden desteklendiğini açıklaması da bence çok önemli bir husustur.. Bu konuşmada iktidarın sık sık dile getirilen dış politika virajlarından örnekler vermiş, İsveç’in terörle mücadeledeki yükümlülük ve taahhütlerinin NATO’ya üye olduktan sonra bitmeyeceğine, tersine artacağına haklı olarak dikkat çekmiştir. Ayrıca Rusya’nın Suriye’deki teröre verdiği desteğe işaret etmekle çok önemli bir hususa değinmiş, PYD/YPG’nin palazlanmasında Rusya’nın rolünün ABD’ninkinden az olmadığına yine haklı olarak işaret etmiştir. Oysa, ülkemizde sağcı ve solcu aşırı milliyetçi/ulusalcıların Rusya’nın rolünü görmezden gelmeyi tercih ettikleri herkesin malumudur.
Umarım CHP ayakları yere basan, gerçekçi ama aynı zamanda ülkemizin çıkarlarına uygun yeni politikasını sadece içeride değil, eskiye nazaran dışarıda da daha etkin bir şekilde duyurabilir. Bunun için Prof. Uzgel’in yukarıda bahsettiğim demecinde işaret ettiği gibi yerel seçimlerden sonra lider Özgür Özel’in başta Brüksel’de AB yetkilileri olmak üzere, Türkiye’nin belli başlı partneri olan ülkelere bir dizi ziyaret gerçekleştirip CHP’nin hem içeride hem dışarıdaki hedeflerini anlatma yoluna gideceğini umarım. Bu ziyaretler eski lider Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz dönemde ABD ve İngiltere’ye yaptığı, resmi makamlarla temaslardan kaçındığı ziyaretler gibi olmamalı, tersine o makamlarla olabilecek en yüksek düzeyde temasları hedeflemeleri gerekir. Tabii iktidar onu dışarıdan destek aramakla suçlayacaktır ama muhalefet liderlerinin bu tür temaslarda bulunmaları tüm demokrasilerde olağan bir şeydir. Örneğin İngiltere İşçi Partisi lideri Sir Keir Starmer daha geçenlerde Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından kabul edilmiş ve bu gayet normal karşılanmıştır. Yunanistan Başbakanı Miçotakis birkaç hafta önce Londra’yı ziyaret ettiğinde Akropoldan alınan ve iki asırdan bu yana British Museum’da muhafaza edilen mermer heykellerin iadesi ihtilafı nedeniyle Başbakan Sunak ile görüşmesi iptal edilmiş, buna karşılık Starmer ile görüşmüştür. Eleştirilen Starmer ve Miçotakis değil, fevri davranan Sunak olmuştur. Uzun yıllardır bir Türk muhalefet lideri görmeyen yabancı siyasetçilerin böyle bir inisiyatiften memnuniyet duyacaklarına şüphe yok.
CHP’nin dış politika sorumluları Namık Tan ile Prof. Dr. İlhan Uzgel’i iyi başlangıçları için tebrik eder, 2024 yılında bu olumlu seyrin devamını umar, tüm okuyucularımın yeni yılını içtenlikle kutlarım.