Önceki yazımda (14 Ekim) kantosu-tangosundan Pop’una, şarkısından marşına değinmeye çalıştığım “aranjman”ın, Türk Halk Müziği’nden uyarlanan nağmeleri de 60’larda tam bir fırtına. Batı’nın Pop müzik borsasından devşirilen “aranjman”ın yönünü değiştiren ve türkülerden gitarı-baterisiyle Batı’ya yürüyen Anadolu Pop ve Anadolu Rock’un tarihi, o rüzgârla başlıyor.
“Aranje edilen” halk türkülerinin miladının Tülay German’ın “Hi’caz” makamından seslendirdiği “Burçak Tarlası”na dayandığı yaygın bir kabul görse de, aslında 1950’lerde “Tangocu” Celal İnce’nin Batılı enstrümanlar eşliğinde ecnebileştirdiği “Aman Adanalı” kayda alınmamış.
Oysa yaylı sazların fazlasıyla yaylandığı türkü, dans pistlerini dolduruyor. Merakım, caz, swing, fokstrot sularında gezinen besteleri, geniş “ecnebi” repertuarı olan “İnce’nin Adanalısı”yla piste çıkanların şimdiki gibi göbek mi attığı, yoksa dönemin o daldaki danslarını mı sergilediği… İkisi de herhalde; hepsi mümkün. O türkü çaldı mı, kimsenin elini-ayağını tutamıyorsun.
“Hey Güllü” yahut türkünün nakaratından mülhem “Hele Hele Twist” diyelim mesela. Kalkın deneyin, o her şeye elverişli ritme twist figürleri de aynen uyuyor. Hele hele, zafer işareti yapan parmaklarınızı gözlerinizden yatay geçirme figürünü layıkıyla, işveli işveli, bizim usûlle gerdan kırarak yaparsanız, “Pulp Fiction”daki efsane twist sahnesi yavan kalır. Adanalı oyun havasının da şablonunu değiştirirsiniz “yeminlen”.
Sütre gerisinden “Kızları da Alın Askere”
1962’de Alpay’ın yorumladığı “Kara Tren”, 1963 yılında Barış Manço’nun Harmoniler grubuyla çıkardığı 45’likteki “Çıt Çıt Çedene (Ekin Ektim Çöllere)” türküsünden devşirme “Çıt Çıt Twist”, Anadolu Pop’un güzide örnekleri. Farklı tarzıyla Tanju Okan bile 1965’deki çıkışını “Kundurama Kum Doldu” türküsünün 45’liğiyle yapıyor.
Beyaz Kelebekler’den “Dam Üstüne Çul Serer”, “Asmam Çardaktan”, “Yoğurt Koydum Dolaba”, Mavi Işıklar’dan “Helvacı”, “Fındık Dalları”, Harami’lerden “Arpa Buğday Daneler” listelere yerleşirken, her sahnede Anadolu’nun, türkülerin kulakları çınlıyor.
1967 yılı Anadolu Pop’un yanında Anadolu Rock’da da dönüm noktası. Erkin Koray “Kızları da Alın Askere” 45’liği ve düzenini kendi yaptığı elektro bağlamasıyla, “Gıy gıylara paydos, ilk modern Türk müziğini biz yapacağız” diyerek çıkıyor sahnelere.
Koray’ın askerliğini 1963-65 yılları arasında Ankara’da Hava Kuvvetleri Caz Orkestrası’nda solist ve gitarist olarak yaptığı düşünüldüğünde o şarkıdaki “Ah…” daha bir yerine oturuyor. Güftesi-bestesi sütre gerisinden… Koray bir yıl sonra, 1968’de Altın Mikrofon yarışmasında “Çiçek Dağı” ile dördüncü oluyor. Zira enstrümantal; söz olmayınca tadı tuzu eksik. Söylenesi değil…
“Gençliğe Veda”dan gençliğe merhabaya
Genç sanatçıların piyasayı sarmasında Hürriyet’in Altın Mikrofon yarışması önemli bir fırsat. Çünkü ilk 10’a giren şarkıların hediyesi, piyasaya çıkarılan 45’likleri… 1965 yılında başlayan yarışmanın ilk kürsüsünde birincilik, 20 kişilik orkestrasıyla sahneye zor sığan Yıldırım Gürses’in “Gençliğe Vedası”nın…
O veda ederken gençliğe merhaba ise ikinci sıradaki Mavi Işıklar’dan “Helvacı”yla ve üçüncü olan Silüetler’den “Kaşık Havası”yla geliyor. Gürses’in türkülere yaylı sazlarını geren şarkısını saymazsan, 1969’da yarışmaya ara verilene kadar finale kalan eserlerin hepsi istisnasız türkülerden, halk müziğinden uyarlama.
1966’da ilk sıraya Silüetler “Lorke, Lorke” ile yerleşirken, Mavi Işıklar da “Çayır Çimen Geze Geze” ile ikinci. Cem Karaca’nın 1967’de Altın Mikrofon Yarışması’nı sarsan, oğluna verdiği isme de ilham olan “Emrah” bestesi de, sözleriyle, tarzıyla halk türküsü geleneğinden. Daha önce hiçbir plak çalışması olmayan Karaca, henüz 22 yaşında. Bıyıksız-sakalsız, kısa saçlı hâli epey Fransız. Ama yarışmanın hemen ardından değişecek.
“Fotoroman”la öğrenilen Hayat Bilgisi
Plağa ilgi öyle büyük ki Karaca’nın “Emrah”ı saç-sakal fotoroman bile oluyor. Zaten gazetelerde, dergilerde tefrika fotoromanların, kitapçık olarak satılan “Cep Foto Roman”ların da altın çağı… Ayrıca fotoromanlar özgür; mesela sigara serbest. Bugün +18’in bile kurtarmadığı mevzular, gazetelerde, dergilerde, resimli yahut fotoromanlarda… Gazete bayilerinin önündeki ergen bebeler, Taksim’deki lokantaların vitrinine doluşan çocuklardan iştahlı.
Bir yönüyle medyada-sinemada darbelerin de canı gönülden desteklediği “eğitim reformu”. Eğitim istatistiklerinde o resimlere/fotoğraflara baka baka okumayı söken nüfusun oranı “Diğer” şıkkının altında iyice kabarıyor. O yolla edinilen “Hayat Bilgisi”nin toplumsal sonuçları, yıllarca bilim insanlarını da meşgul edecek. Ki hâlâ muamma…
Karaca idealist Orman Mühendisi
Lâkin Karaca’nın fotoromanında bir nebze “sosyal içerik” de var. Canlandırdığı Emrah karakteri, Orman Fakültesi son sınıf öğrencisi… Fakülte seçiminin “Ziraat” olması, türkünün ozanı Erzurumlu Emrah’a otantik bir gönderme, hafif bir balans.
Emrah, en yakın arkadaşı “Vur patlasın, çal oynasın” Şahin’in tersine, derslerine önem veren, ona durma nasihat eden sorumlu, efendi, örnek bir genç. Yani henüz… Öğrenci pansiyonunda yan odada kalan Lale de Emrah’ı çok takdir ediyor ama gönlünü her kız gibi efendi değil serseri olan Şahin’e kaptırmış “normalen”.
Emrah da devrin aşk aritmetiğinde imkân-mesafe denklemine uygun olarak ona âşık tabii. Yani bir “Arkadaşımın Aşkısın” meselesi var, ki -birazdan değineceğim gibi- hep olur. Pür şehirli Pop fotoromanda ikinci Anadolu balansı, Emrah’ın ve Lale’nin mezun olunca Anadolu’da çalışma hayali/idealiyle yapılıyor. Uzatmayayım, gerisi kör talih, zalim felek Yeşilçam işte…
Apaçiler beyaz aranjmana karşı
Emrah’ın ardından Karaca, “Hudey”ler, “Oy Babo”lar, Karacaoğlanlarla, protest, dolu dolu Anadolu repertuarıyla bir devri başlatacak. Adım adım tamirci, işçi tulumlarından gerillaya/“eşkıya”ya devrimci teatral kostümleriyle de sahnedeki beyaz takımlı, badem şekeri aranjmanlara meydan okuyacak.
Zaten grubunun adından belli… Karaca’nın Apaşlar grubu adını The Shadows’un “Apeche” şarkısından almış. Navajo’ların yeri ayrı da olsa… “Apaşlar” kovboy filmlerinde Kızılderilileri tutan gençleri de mutlu ediyor, içindeki “kızılgenizli” çığlığı onlarla bütünleştiriyor.
O yıllarda “Apaçiler” henüz “Beyaz Türkler”in varoşlara, alt-kültürlere etiketlediği bir kavram değil. Muhalif bir “Ugh”u, düşünceli bir hâli var. Karaca’nın Anadolu’nun solundan tarzı, “müzikal taraftarı” da Cem Karacacı-Barış Mançocu olarak ikiye ayıracak.
Manço’nun barış-savaş ikilemi
Barış Manço 45’likler döneminde 1962’den 1966’ya kadar İngilizce ve Fransızca besteleri, yorumlarıyla piyasada. O yıllarda sağ-sol açısından bıyık formları henüz tam netleşmese de, onunki biraz şüpheli… Anadolu, 1966’da plağının ön yüzünde “Aman Avcı Vurma Beni”yle beliriyor. Bir yıl sonra o kült “Kol Düğmeleri”nin ardından 1968’de “Kızılcıklar Oldu mu”yu çıkarıyor ki, “Oldu mu şimdi” diyorsun.
İsmini babası İkinci Dünya Savaşı yıllarında, 1943’de barış özlemiyle koymuş. Oğlu Doğukan’ın sözleriyle erkek isimlerinde “Barış”ın miladı babasıyla… İki yaş büyük ağabeyinin ismi ise Savaş. O savaşta iki yıl çok şeyi, çok duruşu değiştiriyor, Barış belki ondan.
O karışıklık, belki de duygu yüklü nağmelerden sonra 70’lerde “Hey Koca Topçu” gibi gümbürdemelerin “Dağlar (Dağlar)”ın ardından duyulan yankısı. Listelere yerleşen Manço’nun müziği protest esintilerin uzağında dursa da, Anadolu fırtınası berdevam.
En katmerli, ana-avrat beddua
Hele 70’lere gelirken yükselen siyasi tansiyonla birlikte dillerde öyle bir türkü var ki… Katmerli, özgün, veciz bedduanın, hatta ana-avrat küfrün bu kadar legal dolaşıma girdiği ezgi anca kodeste bulunur. Sosyal içeriğini duyduğunda deprem sanırsın… Kazak Abdal’dan “Eşeği Saldım Çayıra”, Cem Karaca, Ruhi Su, Rahmi Saltuk, hatta Timur Selçuk’la o dönem “siz de rtükleştiremediklerimizdenmiydiniz” tarihine yazılıyor.
Siyaseten eleştiri yağmurunda, hatta her müzikal mırıldanmada “ördek alınganlığı” vakayı adliyeden de… O kadar sunturlusuna “Bana mı dedin?” karşılığını vermek, şüyuu vukuundan beter bir duruma sokabilir insanı. Kolay kolay, gocun gocun üzerine alınamazsın… Pas geçersin.
Belki de bu bakımdan yıllar sonra Erkan Oğur & İsmail H. Demircioğlu yorumuyla müzikalitesini yükseltirken, konserlerde aynı türkü Oğur’la Sezen Aksu’nun düeti olarak çıkıyor sahneye. Haz etmesem de söylemişliğimiz var tabi; “İktidar”ın o türküdeki gibi “gördüğü düşü bile yine hayra yor(a)madığın” o yıllarda… Zaten “iktidarın düşü” ezelden lekeli, sabıkalı kelime. O tahttaki alaturka rüyaları hayra yormak zor…
Efendi efendi Modern Folk Üçlüsü
Fikret Kızılok da 1965’de “Silifke’nin Yoğurdu /Hereke” ve aynı yıl “Makaram Sarı Bağlar /Halime” 45’likleriyle katılıyor türküden Anadolu Pop’a yürüyen kervana… “Aranje edilen” türkülerde 1970 yılı, henüz bir yaşındaki Modern Folk Üçlüsü ile açılıyor. Menajerleri Hıncal Uluç o yıllarda. Papyonlarıyla meskenleri TRT…
Bir yıl içinde artarda çıkarttıkları dört ayrı 45’lik; Gaziantep türküsü “Deriko”, “Sarhoş Oğlan /Leblebi (koydum tasa)”, “Tello”, “Diley Diley Yar /Gelin Ayşe”… Aynı yıl Edip Akbayram da çıkışını “Kendim Ettim Kendim Buldum” ile yapıyor. 1972’de ise Altın Mikrofon’u kazanıyor.
Akbayram’ın protest/devrimci müziğin “Haydi hep birlikte”leri arasına yerleşmesi de bir bakıma 12 Eylül darbesine giden sürecin de müzikal tarihi. 1977’de “Aldırma Gönül” türkülü-şarkılı marşların zirvelerinde, mitinglerde yerini alıyor. Hatta radikal devrimciler bile “Aldırma, aldırma…” nakaratının pasifist ve dâhi revizyonist çağrışımına aldırmıyor.
Daha içten aldırmayan gönül
Sabahattin Ali’nin kemiklerini sızlatmıştır mı bilmem… Sinop Cezaevi’nde yazdığı şiir, kısa sürede Türk Sanat Müziği’nden, arabesk yahut “fantâzî” müziğin sanatçılarına, düğünlerden tavernalara, gazinolardan pavyonlara kadar her yerde -göbek atmak serbest- yankılanacak. Öyle ki, 2000’lerde Kibariye-İbrahim Tatlıses düetlerinin de markası… Zira onlar daha güzel, daha içten aldırmıyor.
Yeri gelmişken, Ali’nin o güzelim “Melankoli” şiiri, Nükhet Duru’yu da uçuran albümün ilk şarkısı… Normal esasında, ülkem insanının her dönemde çarpılan-bölünen aritmetiği, elde var “beni sarar melankoli”. İnsan bu kadar güzel, neredeyse özenilesi, “ölem ölem” mi bunalır: “Beni en güzel günümde /Sebepsiz bir keder alır /(…) Anlayamam kederimi /Bir ateş yakar derimi /İçim dar bulur yerini /Gönlüm dağlarda bunalır”.
Akbayram rüzgârı birer yıl arayla Ahmed Arif’in şiirinden “Adiloş Bebe”, sonra “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”la sürüyor. Ki o dize sağdan-soldan siyasi söylevlerin de anahtar cümlelerinden. Sonra 12 Eylül darbesiyle iki yıllık bir kesinti… 1982’de adını Nâzım Hikmet’in en masum şiirinden alan 33’lüğünü, “Nice Nice Yıllara”yı çıkartıyor.
“Köylü kızı” çıkmayınca yasaklandı
Halk türküleri, 1970’lerin başında “ikinci yeni” patlamasını, hemen herkesi şaşırtan ve yakalayan bir “ses”le yapıyor. TRT’ye fon müziği gibi yerleşen yanık mı yanık bir türküyü konuşuyor cümle âlem: “Kâtip Arzuhalim Yaz Yâre Böyle.”
“Sivas ellerinde sazım çalınır…” diye yankılanan/yakılan türküyü, 13-14 yaşlarında bir köylü kızının okuduğunu sanıyor/savunuyor çoğu insan… Rivayete göre çocuk Sivas’ın bir köyünden elbette. Meğer hep genç kalan sesiyle Muğlalı Selda Bağcan söylermiş.
Bağcan’ın 1971 yılındaki ilk 45’liği bir milyon satıyor. Sonra darbeli TRT’de tam 20 yıl “yasaklı” kalıyor; 1972’den 1992 yılına kadar… Gerekçesi de yine 1971 yılında ama bu kez 12 Mart darbesinden sonra Neşet Ertaş’ın “Hapishanelere Güneş Doğmuyor” türküsünü seslendirmesi…
Cunta o türkünün başta “Deniz Gezmişler” olmak üzere hapishanelere doldurulanları “ima ettiği”, onlara selam yolladığı fikrinde. 12 Eylül darbesi ise Bağcan’ı 33 yaşındayken “Koçero” türküsü nedeniyle iki kez “mapushane”ye yolluyor.
“Mapus” ve “Güneş”in tarihi sabıkası
Aslında sağlam, bugünün standartlarında da kuvvetli gerekçe; hele Bağcan’ın o türkünün “hapishanelere” kelimesini “mapusane” diye değiştirdiği düşünüldüğünde… “Kasıt” da var. Cem Karaca’yla da dillere yerleşen “mapus damları”nın adresi, cemaati, mahkûmları malum…
O şarkıdaki o nitelemede bir Türkçe hatası olduğunu savunmayın lütfen. Hani “mapus” da, “dam” da zaten hapishaneyi işaret ettiği için “mapus damları” olabilemez gibilerinden… Bu ülkede hapishaneleri tek kelimeyle anlatamazsın, bir ikileme/pekiştirme gerek. Anlatabilmen için dili zorlaman, “cezaevine hapsedilen mahkûm” filan demen lazım.
Onu bırakın… “Mapusanelere güneş doğmuyor” diyen insanı, bugün çıkarırlar mı TRT’ye? Kim bilir kime selam yollama derdinde… Hatta bugün dillere yayılsa, yasaklamak yetmez ağırlaştırılmış bir şeyler uygun düşer. “Mapus” da güneş de zaten hep şaibeli, sabıkalı.
“Güneş topla benim için” ne demeye getiriyor mesela… Nâzım Hikmet’in şiirinden “heyli, hoplu, haydili” yorumuyla meydanlara çıkan “Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü” yahut. Hepsi örgütlü duygular. Bir dönem her mitinge yerleşen “Güneş ufuktan şimdi doğar /Yürüyelim arkadaşlar” dâhil.
Mecburen “Arkadaşımın Aşkısın”
70’lier yaklaşırken taze genç aday adaylarının, en azından bizim çevremizdeki/menzilimizdeki ergenlerin türkülü Anadolu Pop’a başta iştahla yaklaşmadığını söylemeliyim. Turkish Hafif Müzik’te Timur Selçuk, Hümeyra, biraz da “Dünya Dönüyor” ile Nilüfer öne çıkarken, aranjmanın başta Juanito gibi ecnebi yorumcuları da henüz eskimemiş.
Aslında Juanito’nun liste başı olan “Arkadaşımın Aşkısın”ı, tam bir dönem hikâyesi. Hani iki dinle bin söyle hesabı… Zira mahallede aşk başına düşen oğlan oranıyla, pencereleri saymazsan ulaşılabilir kız sayısı arasında -erkek aleyhine- uçurum var.
O istatistiklerle “Arkadaşımın Aşkısın” toplumsal bir realite. Hele mahallenin kızını daha ilk görüşte inhisarına alma yaygınsa… Böyle fırsatları kaçırmayan Yeşilçam, 1968’de hemen Filiz Akın, İzzet Günay, Ekrem Bora kadrosuyla “Arkadaşımın Aşkısın (Kan Kardeşim)”ı çekiyor zaten. Adına bak, süngüye davran… Yeşilçam’ın ilk gerilim filmi bence.
Hem sana, hem arkadaşına gurban
Türkçe Pop’un sayılı örnekleri dışında asıl heves, başta Deep Purple, Led Zeppelin ile Rock sularında, daha ılımanı Beatles markasında geziniyor. Rock’un sadece “hard”ı değil “slow”u da gözde. Deep Purple’ın, King Crimson’ın “Epitaph”ının dokuz dakikalık Slow Dans rekorunu bir yıl sonra (1970) kıran ve 10 dakika 20 saniye süren “Child in Time”ı, gençlik çaylarında upuzun aşk sahnelerine imkân veriyor mesela.
O muhitte “Batılı diskografi”yi sarsan ilk isim Cem Karaca… Pür türkü deyince de kısa süre sonra Ruhi Su. Onun sevda türkülerinin yeri ayrı… Hem ararsan orada da “arkadaşımın aşkı” -hem de sansürsüz- var. Bir gelenek olsa gerek ki, Ruhi Su’nun seslendirdiği o eski, anonim “Bugün Ayın Işığı” türküsü mesela: “Çatık kaşına gurban /Yal(ı)nız sana değil de, arkadaşına gurban…” Yârin kaş çatıklığının nedeni derin, bıçağı sırttan yani.
Kafa karıştıran sevda türküleri
Sadece o mu? Yine Ruhi Su repertuarına giren Karacaoğlan türküsü de insanın kafasını karıştırıyor: “Dört yanım almış güzeller /Bir bir yandan, bir bir yandan /Eğildim bir buse aldım /Bir bir yandan, bir bir yandan”… Ötesi türküye “Güzel olanı severler” bahanesi, “Güzele bakmak sevaptır” kabilinden ustaca yerleştirilmiş.
“Ozan ne demek istemiş?” diye girsen meseleye, çıkamazsın. Aynı Ruhi Su serisinde bir de “Kız nişanlın bakıyor”lu “Çamdan Sakız Akıyor” var ki, her kıtasında dozunu artıran “+ 18” safahatı nedeniyle ona girmeyeyim. Kızın nişanlısına ayıp olacak.
Onlarla birlikte “Arkadaşımın Aşkı” tesellisini bulurken, aşk da farklı, bazen sol platonik, bazen Anadolu’yla kronik sevdalarda aranıyor. Henüz “Besmeleyle yüzün açıp oturmadan diz dize” radikal devrimciler bile bazı bildirilerinde “bacı-kardaş-yoldaş” “Namus Belası”nın peşine düşüyor.
Evren’in huzurunda el öpme resitali
Türkülerin uyarlanması deyince… Bir de asla hatırlamak istemediğim Ersen ve Dadaşlar var ki… Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Başbakan Turgut Özal’la aynı masada ama araya üç-dört kişi alarak oturduğu bir davette, masaya, Evren’in yamacına giden Ersen, “Vatan bizim, ülke bizim” türküsünü büyük bir şevkle, haykırarak okuyacak.
O anın videosu, https://www.turkiyerocktarihi.com/d/815/ersen-ve-dadaslar,-kenan-evren-ve-turgut-ozal- arşivlik esasında. Evren huzuruna gelen Ersen’in şarkısına iki parmağını yumruk yaptığı eline pıtırdatarak hafifçe eşlik ederken, en köşedeki Özal elini çenesine dayayıp “Allahım günahım neydi de beni bu masaya oturttun” pozunda. İki buçuk dakikalık videoda tek hareketli profili, çenesine dayadığı elini, önüne eğdiği başına, şakağına götürerek veriyor. Belli ki onun türküsü biraz “Kendim ettim, kendim buldum”.
Ersen ve Dadaşlar dersen… Şarkı bitince alkışlar arasında Evren’in yanına gidip uzattığı öpülmeye alışık eline -sırayla- okkalı buseler konduruyorlar. O dönem Evren’in gençlere yönelik “Ömrün uzun olsun evladım” temennisi, sadece o pozisyonda var. Ersen’in de içinde var zaten… Bu vesileyle Ersen’in resmi müzikal tarihinde “Aman tertip can tertip” diye askere, “Aman aman can polis” diye polise yaktığı türkülerin ayrı bir yer tuttuğunu da hatırlatmalıyım.
Türkülerin Batılı aranjesinde caz, Klasik Batı Müziği, hatta “arya” dönemi de çarpıcı, heyecanlı, gerilimli kuşkusuz. O ve daha ötesi de, gelecek pazara…
İKİ MASUM ŞARKI/İKİ POLİTİK “ARANJMAN”
“HATIRLA MENDERES”
Türkülerden, şarkılardan aranjman, siyasi “marş”ların da gözdesi. Hazır dizeleri, aranje etmekten öte meramına uydurmak, başına “anti”sini yerleştirdiğin başta emperyalizm olmak olmak üzere her türlü “izm”e uyarlamak zor değil. Hele popüler bir şarkıysa “kitle katılımı” da makamı, detone katılımları, karıştırılan sözleriyle sosyal medyada “viral” olan İstiklâl Marşımız kadar milleti tökezletmiyor. Kulağımda kalmış anti-ABD bir uyarlama, Türk Sanat Müziği’nin millî hitlerinden “Gül Ağacı Değilem”: “Gül ağacı değilem /Her gelene eğilem /Çek elini ülkemden /Ben sömürgen değilem”…
Sözlerinin bir bölümünü esefle hatırladığım bir diğer “şarkı marşı” ise “Hatırla Menderes”. 27 Mayıs 1960 “devrim”i sürecinde Kızılay’da söylenen o edepten, vicdandan uzak şarkının -kulaktan kulağa- aklımda kalan sözleri şöyle: “Hatırla Menderes o meşum geceyi /Çamların altında yediğin tekmeyi /Beni mecnun ettin, sen de olasın /Devrimi inkâr edersen, Allahtan bulasın”… İşin dramatik yanı, o uyarlamaya temel olan “Hatırla Sevgili”nin yıllar sonra Menderes dönemine ayrıntılı yer veren dizinin adı ve jeneriği olması…