İngiltere’nin eski Maliye Bakanı Rishu Sunak, Lizz Truss’un istifasının ardından liderlik yarışında verdiği mücadeleyi kazanarak Başbakan oldu. 2015 yılında Muhafazakar Parti’den Milletvekili seçilen ve 2019 yılından itibaren Maliye Bakanlığı başta olmak üzere birçok önemli görevi üstlenen Sunak, ülkedeki beyaz olmayan Hint azınlığın bir parçası. Bu durum onu İngiltere’deki ilk Hint kökenli ve beyaz olmayan Başbakan kılıyor.
Sunak süreç boyunca başta İşçi Partisi vekilleri olmak üzere birçok siyasi tarafından eleştirildi. Muhalifleri, onun oldukça varlıklı bir siyasetçi olmasından dolayı halka uzak olduğunu dile getiren birçok açıklamada bulundu. Dahası, Brexit sürecinde aldığı pozisyon başta olmak üzere parti içinde yakın olduğu gruplar ve Bakanlık dönemindeki müdahaleci ekonomi politikaları tekrar gündeme geldi. Bu bağlamda gerek kitlelere gerek de partisine tutarlı ve güvenilir bir lider olacağını ispat etmesi bekleniyor.
Öte yandan bu süreç boyunca hem parti içinde hem de Britanya kamuoyunda Sunak’ın azınlık cemaatinin bir parçası olması ciddi bir tartışma konusu olmadı: ne muhalifleri ne de ana akım medya onun Başbakanlık konusundaki yeterliliğini etnik bir bağlamdan hareketle tartışmaya açmadı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu durum Britanya çokkültürcülüğünün ve farklılık politikalarının başarısı ile ilgili bize çok şey söylüyor. Bununla bağlantılı olarak etnik azınlık bir Tory’nin Başbakan olması, yurttaşlık kimliğine dair ulusun etnik anlamda “yekpareliğini ve birlikçiliğini” esas alan klasik milliyetçi ezberlere meydan okuyan bir portre de sunmakta.
Britanya’da kimlik politikalarının meyvelerini verdiği birçok dönem oldu ve ülkenin bugünlere bir günde gelmediği de çok açık bir biçimde ortada. Bu kısa değerlendirme yazısı boyunca temel motivasyonum Britanya’da çokkültürcülüğün gelişimine odaklanmak ve benimsediği kimlik politikalarının ne ölçüde başarılı olduğunu kısaca tahkik etmek olacak. Sunak’ın Başbakanlığı ise bu makalede sadece ve sadece çokkültürcülük ile olan ilişkisi bağlamında değerlendirmeye tabi tutulacak. Sunak’ın zaferi ve çokkültürcülük arasındaki ilişkiye değinmeden önce, Britanya’nın nasıl çokkültürlü bir yer haline geldiğine değinmekte fayda var.
Çokkültürlü Britanya’nın Oluşumu
Britanya bugün geldiği yer itibariyle dünyanın en çok-etnikli ve çokkültürlü ülkelerinden biri. “Çokkültürlü Britanya”nın oluşumu, İkinci Dünya Savaşı sonrası vuku bulan Commonwealth göçüne dayanmakta. Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan gelişmeler, bilhassa 1945-1950 arası dönemde uygulamaya konulan çeşitli reformlarla birlikte modern çokkültürlü Britanya’nın temellerini attı.
Ashcroft ve Bevir’in “Multiculturalism in Contemporary Britain” adlı makalesinde de belirttiği üzere, İngiltere bu dönem boyunca açık sınır politikaları uygulamaktaydı ve bu politikayı da İmparatorluğun çöküşüyle beraber başlayan dekolonizasyon sürecinin yarattığı tehditlere çözüm olarak görmekteydi.
İmparatorluğun çöküşüyle başlayan süreçle bağlantılı olarak, Commonwealth ile bağını güçlü bir biçimde garanti altına almayı hedefleyen Britanya, birçok idari, hukuki ve siyasi düzenlemeyi hayata geçirmişti. Bu reformların bir kısmı ulusal kimlik ve siyasi sadakatin sınırlarıyla ilgiliyken, diğerleri ise göç politikalarıyla ilgiliydi.
Bu bağlamda İngiliz Vatandaşlık Yasası 1948 (British Nationality Act 1948) anglo-sakson kökenlere mensup olmayan yığınların ülkeye girişi hususunda kilit önem taşımaktaydı. 1948 ve 1962 arasında, beyaz olmayan 500.000’e yakın kişi gerek Commonwealth ülkelerinden gerek de kolonilerden göç etmek suretiyle İngiltere’ye girdi.
Yasayla beraber, vatandaşlık dönüşüme uğrayarak Britonları ve kolonilerdeki tebaaları aynı anda içeren yasal bir vatandaşlık statüsü yaratılabildi. Öte yandan Britanya’da göçmenlerin kalıcı hale gelmesine neden olan savaş sonrası bu gelişmeler (bilhassa 1950-1965 arası gelişmeler), gerek siyasette gerek de sivil toplum içerisinde ayrışmaları tetiklemişti.
Beyaz olmayan göçmenler gayri resmi yollarla caydırılmaya çalışılıyordu, Eski ve Yeni Commonwealth göçmenleri arasında etnisite bazlı bir ayrım yapılıyordu, işgücü kıtlığı nedeniyle Beyaz olmayan göçmenlere değil, Avrupa’lı Beyaz göçmenlere devlet bazında etnik endişelerden ötürü pozitif ayrımcılık uygulanıyordu.
Etnisite temelli tartışmalar bazen 1948’de yürürlüğe giren vatandaşlık yasasına dair tartışmalarda da dile getiriliyordu. Avrupalılar “değerli bir insan kaynağı” olarak görülse de, Beyaz olmayan göçmen olgusu ırk temelli kaygılar nedeniyle istenmeyen bir durum olarak görülüyordu.
Temelde bu görüşler, Beyaz olmayan göçmenlerin topluma kolayca uyum sağlayamayacaklarını belirtiyordu. Aynı şekilde bu kitleleri “Britanyalılık” çatısı altında değerlendirmenin zorlukları da dönem içindeki birçok siyasi tarafından dile getiriliyordu. Örneğin dönemin muhafazakar figürlerinden olan David Renton, Britanya’nın anglofon kökenlerine dayalı bir yurttaşlığa dayanması gerektiğini savunuyordu.
Benzer şekilde sivil toplum içerisinde de Beyaz olmayan göçmenlere dönük açık ayrımcılık ve hoşnutsuzluklar bulunuyordu:
1958 yılında Nottingham’da ve sonrasında Notting Hill’de başlayan şiddetli protestolar, İngiliz hükümetini oldukça problematik bir durumla karşı karşıya bırakmıştı. Protestolar süresince Beyaz olmayan göçmenlerin ülkeden gönderilmeleri gerektiği dile getirildiği gibi yer yer fiziksel saldırıların da gerçekleştiği kayıtlarda bulunuyor.
Bu bağlamda, Beyaz olmayan göçmnelere karşı artan halk direnişi ve buna bağlı olarak toplumda hem ekonomik hem de ırksal gerekçelerle yaşanan rahatsızlıklar, İngiliz hükümetini sıkı bir dış göç kontrolüne dayalı bir politika izlemeye zorlamıştı. Öte yandan 1960 sonrası dönemde her ne kadar göç kontrolünü amaçlayan birçok tasarı gündeme gelse ve hatta uygulamaya konsa da bunların pek işe yaradığı söylenemez.
İşte böyle bir ortamda Britanya çokkültürlü bir ulus haline geldi ve sınırları içerisinde barındırdığı kültürel çeşitliliği (özellikle 80 sonrası dönem) bütün sorunlara ve eksikliklere rağmen kabul etmeyi başarabildi. Britanya’ya dair hikayenin bir bölümü ırk ayrımcılığını gerek tabanda gerek de siyasette gösterse de hikayenin bir diğer bölümü ise anti-ırkçı kapsayıcı bir çokkültürcülüğü gözler önüne sermekte.
Britanya, ülke içindeki değer çoğulculuğunu ve kültürel çeşitliliği bir değer olarak görmek suretiyle sadece çoğulcuğun farklı türlerini kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda bunun serpilmesi ve gelişmesi için de birçok adım attı. İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti dönemsel olarak belli başlı ayrışmalar yaşasa da, romantik bir nostaljiye dayalı “homojen ulus” projelerine çok açık bir biçimde karşı çıkmışlardı. Özellikle dönem dönem göç kısıtlamaları gündeme gelse de, Britanya’nın iç çeşitliliği koruyan ve ayrımcılıkla mücadele eden bir siyasi vizyona sahip olması çelişkili olsa da “Britanya çokkültürcülüğü”nü kuran ana omurgaydı.
Rishi Sunak ve Çokkültürlü Yurttaşlığın Zaferi
Bugün çağdaş Britanya’da şahit olduğumuz şey, Beyaz olmayan göçmenlerin ırksal, etnik, ve dinsel farklılıklar etrafında geliştirdikleri toplumsal ve siyasal mücadeleler ve müzakereleridir. Britanya toplumunda çoğullukları oluşturan her parça, bütünün bir parçası olmaya, kendi kaderi adına konuşmaya ve bir bütün olarak geniş topluma ilişkin kendi vizyonunu dile getirmeye çabalar bir vaziyette konum almakta.
Çağdaş dönemin en önemli çokkültürcülerinden Tariq Modood’un “Multiculturalism” adlı kitabında da vurguladığı üzere yurttaşlık, “bir haklar ve katılım pratikleri çerçevesinin yanı sıra, adiyet söylemlerinden ve simgelerinden, kendimizi bir ülke olarak imgeleme ve inşa etme yollarından, kimliklerin birbirlerini belirginleştirdiği ve kucaklayıcı kamu alanları yarattığı yollardan oluşmaktadır.”
İngiltere’de şahit olduğumuz yurttaşlık, bütün eksiklerine rağmen çoklusöyleşilere, melezliğe ve farklılıkların ortak bir kamusal vizyon etrafında kenetlendiği dinamik bir yapıya sahip. Böylesine bir vatandaşlık anlayışı, yurtseverliği ilerlemeye tabi olan ve hep bir çeşit inşa süreci içinde olan dinamik bir sürece bağlıyor.
Ulusun değişime kapalı olmaması ve göçmenlerin de aitlik hissi geliştirecekleri bir yapıda olması, toplumsal üyeliği ve aidiyet hissini yurttaşlığın sınırlarını genişleterek ve hatta yapısöküme uğratarak güçlendiriyor.
Bu bağlamda Rishi Sunak’ın Başbakan olması bizlere İngiltereyle ilgili, demokratik bir yurttaşlık tasavvurunun sınırları ve bağlamı ile ilgili önemli şeyler söylüyor:
- Azınlıklara mensup bireyler kimliklerinden ötürü yüksek mevkilerdeki kamu görevlerine gelme konusunda kamuoyu tepkisiyle karşılaşmıyorlar.
- Britanya’da yurttaşlık ve ulusal kimlik, baskın çoğunluk kültürün önem gösterdiği kimliklerin yanı sıra azınlıkların önemsediği grup kimliklerini de kucaklayacak bir bağlamda olması hasebiyle Sunak’ın ve siyasetteki diğer azınlıkları “kültürel öteki” olarak kodlama eğiliminde değil.
Tartışmaların Sunak’ın ulusal aidiyeti yerine kişiliği, maddi gücü, güvenilmezliği ya da geçmişteki tutarsızlıkları üzerinden şekillenmesi, kamusal alanın yeni grup kimliklerine ve normlara dayalı intibakını gerektiren kimlik siyasetinin uzun yıllar boyunca açığa vurduğu kazanımların eseridir.
İngiltere’de ve Türkiye de dahil dünyanın birçok yerinde Sunak’ın bugün oturduğu Başbakanlık koltuğuna “heteroseksüel zengin bir erkek” olarak konduğunu dile getiren tezler dolaşımda. Maddi gücünün ve Muhafazakar Parti içerisinde kurduğu network ağlarının sonucunda o koltuğu işgal ettiği dile getiriliyor, hatta genel seçim için çağrıda bulunuluyor.
Öte yandan çokkültürcülük zaferini tam da burada ilan ediyor:
Dile getirilen tartışmalarda etnik vurgular ve milliyetçi sanrılar neredeyse hiç yok. Geldiğimiz noktada ulusal azınlık cemaatine mensup bir aday etkili bir siyasi katılımda bulunabiliyorsa ve gerek sivil toplum gerek de siyaset bu konuda hoşnutsuzluk içinde değilse, reddetmek, küçümsemek yerine bunun üzerine düşünmek gerek.
Sunak’ın siyasi kariyeri nasıl gelişir ya da istifa edip etmez mi bunu bilemeyiz. Zaten bu makalenin temel derdi de Sunak’ın nasıl bir kamu politikası izleyeceği yahut nasıl bir siyasal söylemi benimseyeceği değil. Sunak ve daha da özel olarak çokkültürcülük tecrübesi bizlere şunları göstermesi hasebiyle önem arz etmekte:
- Milliyetçi hezeyanların iddia ettiğinin aksine özgül kültürel kimliklere karşı asimilasyoncu olmaksızın kapsayıcı olunabileceğini
- Kültürel farklılıkları tanırken aynı zamanda ortak bir aidiyet hissi yaratılabileceğini
- Yurttaşlık kimliğine zarar vermeksizin çoğulcu kültürel kimliklerin korunabileceğini
- Kamu politikalarına karar veren yüksek mevkilerin salt baskın kültüre mensup bireylerle sınırlı olmayışını
Görünen o ki kimlik siyaseti ve çokkültürcü yurttaşlık modeli muarızlarının indirgemeci şablonlarına rağmen gücünü koruyor. Aynı zamanda etnik anlamda gittikçe heterojenleşen bir dünya göz önüne alındığında, yurttaşlığı farklılıkların kendisini ait hissedebileceği bir bağlamda yeniden imgeliyor. Bu bağlamda Sunak’ın zaferi aslında kendisini de aşan çok daha önemli bir zaferi dünyaya ilan ediyor: çokkültürcülüğün zaferi.