“Türkler ve Gürcüler Javakhk’a bir gelişme fırsatı verebilirler. Türkiye-Gürcistan demiryolunun Javakhk’tan geçtiğini düşünelim. Bu, Javakhk’ın bir transit güzergâhı haline geleceği anlamına geliyor. Elbette Türk işadamlarının, belki de tövbekar hırsızların Javakhk’ta ortaya çıkacağı doğru, ancak sizi temin ederim ki Türkler insan etiyle beslenmezler. Türk Ermenileri buna tanıklık edebilir.
Javakhk’ta Türklerin ve genel olarak yabancıların varlığı otel işinin gelişmesini mümkün kılacak (Türkler yerde yatmıyor), yeni bir restoran zinciri oluşturulabilir. İş bağlantılarının kurulacağından bahsetmiyorum bile. Son olarak, Javakhk’a gelen Türk’ün beraberinde para ve diğer araçları da getireceği anlaşılmalıdır. Türk gelip gidecek ama maddi kaynaklar Javakhk’ta kalacak. Eski bir Ermeni atasözü şöyle der: nerede ekmek varsa orada kalınır.”
1998 yılında 24 yaşındaki genç bir Ermeni gazeteci, Kars-Tiflis-Bakü demiryolu projesini bu sözlerle desteklemişti. Ermeni bir gazeteci için oldukça cesur bir çıkıştı. Zira söz konusu demiryolu, Ermenistan sınırına yakın Ahılkelek kentinden de geçiyor, Ermenistan Ermenileri kentin çoğunu Ermeniler oluşturduğu için Türklerin bu demiryolu projesiyle kenti işgal edeceğini savunuyor, demiryolu projesine milliyetçi argümanlarla karşı çıkıyordu. Genç gazetecinin Türklerle ilgili nefret söylemlerini ti’ye alarak dalga geçtiği bu kişilere göre bu demiryolu projesinin amacı sadece Ermenistan’ı ekonomik anlamda by-pass etmek değil, Ahılkelek Ermenilerini de “yok etmekti”. Tam aksine genç gazeteci, bu demiryolu projesinin bölge Ermenilerini zenginleştireceğini söylemiş, “nerede ekmek varsa orada kalınır” diyerek Ermenilerin Türklerle ticaret yaparak zenginleşeceğini ve kendi deyimiyle Javakhk, Türklerin deyimiyle Ahılkelek’e daha fazla tutunacaklarını vurgulamıştı.

Kars-Tiflis-Bakü demiryolu açılış töreni
Genç gazetecinin olumlu karşıladığı ve hatta belki “nerede ekmek varsa, orada kal” sözüyle Ermenistan’ın da bir gün bu tür bölgesel projelere ve ticari ortaklıklara entegre olmasını ima ettiği demiryolu, 2017’de özel bir törenle açıldı. Elbette Azerbaycan ve Türkiye ile diplomatik ilişkilerin askıya alındığı Ermenistan bu projenin bir parçası hiçbir zaman olmadı, ama genç gazetecinin zamanının oldukça ilerisinde olan bu sözleri 27 sene sonra tekrar gündeme geldi.
Zira 27 sene önce bu sözleri yazan genç gazeteci, bugün itibariyle Türkiye’yi ziyaret eden nadir Ermenistan liderlerinden biri oldu: Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan. Türkiye ile normalleşmeyi, 1915’i değil Ermenistan’ın bölgesel entegrasyonunu öncelenmesini, Azerbaycan ile kalıcı bir barışı ve Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkilerin kurulmasını savunduğu için Ermeni milliyetçileri tarafından tepki gösterilen Paşinyan’ın bu eski yazısı da “vatan haini”, “Türk olmakla”, hatta “sünnetli” olmakla suçlandığı bir karalama kampanyası kapsamında yeniden hortlatıldı.
Rusya yanlılarına, kiliseye, Azerbaycan’a saldırmasını talep eden milliyetçilere, oligarklara rağmen ısrarlı bir şekilde sürdürdüğü barış inadı öyle bir kutuplaşmaya sebebiyet verdi ki Paşinyan’ın Türkiye’de yaşayan Ermenileri heyecanlandıran tarihi ziyareti sırasında Ermeni Patrikhanesi kapılarını Paşinyan-kilise tartışması nedeniyle kapattı, hiçbir din adamının Paşinyan’a kilise ziyareti sırasında eşlik etmemesini sağlayarak “sessiz bir protesto” gerçekleştirdi.

Türkiye Paşinyan’ın “sünnetli ve Türk” olmakla suçlanacak kadar Türkiye ile ilişkilerin geliştirimesini savunduğu bu “normalleşme” gündemine pek ilgi göstermedi. Bu tartışmaları Agos dışında pek takip eden yok. Türkiye kendine özgü yerel gündem maratonuyla, Suriye’den İran’a tetik üstünde olduğu bazen talihli, bazen talihsiz coğrafi konumuyla çok daha büyük, çetrefilli, işin içinden çıkması zor meselelerle uğraşıyor.
Fakat Paşinyan’ın ortaya koyduğu yeni Ermenistan vizyonu; Ermenistan’ın Türkiye ile normalleşme, Azerbaycan ile barış üzerinden anayasa değişikliklerinin konuşulduğu, iş insanları ve din adamlarının darbecilikle suçlandığı, kilisenin ve Rusya’nın siyaset üzerindeki etkisinin kırılmaya çalışıldığı, Paşinyan’ın yeni bir devlet ve vatandaşlık tanımıyla Ermeni diasporasıyla köprüleri attığı ilginç bir sürecin kapılarını aralıyor.
Ve sanırım Paşinyan’ın yapmaya şeyi anlamak için resmi dille yazılmış bir iki satırlık “Paşinyan ile Erdoğan görüştü” haberlerinden çok daha fazlası gerekiyor.
Kadife devrimin karizmatik, Karabağ’ın mağlup lideri
Nikol Paşinyan, Ermenistan siyaseti için yeni bir isim değil. Daha öncesinde Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’ın ekibinde yer alan ve önemli gazetelerde yazarlık yapan Paşinyan, uzun yıllardır muhalefetin önemli bileşenlerinden. Koçaryan ve Sarkisyan döneminde ülkedeki oligarşiyi, Rus etkisini sıklıkla eleştiren ve bu nedenle 2004’te yazarlık yaptığı gazetenin önüne park ettiği aracı patlatılacak, sırf çeşitli protestolara öncülük ettiği için halkı tahrik ettiği ve kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle yedi yıl hapis cezasıyla çarptırılacak kadar “çetin” bir muhalif.
2008-2018 arasında Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Serj Sarkisyan
Her ne kadar daha öncesinde Sarkisyan döneminin en ünlü “siyasi mahkumlarından” ve sokak protesto liderlerinden biri olarak anılsa da Paşinyan için dönüm noktası Sarkisyan’ın siyasi kariyerini bitiren 2018 Kadife Devrimi oldu. 2015 yılında “demokratik reform” kapsamında anayasa değişikliğine giden Ermenistan, başbakanlık makamını Cumhurbaşkanlığı karşısında güçlendirmiş ve yarı başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçmişti. Fakat bu anayasal değişikliğin nihai amacı sonradan anlaşılacağı üzere demokratik bir reform değil, görev süresi dolan Sarkisyan’ın önünü açmak, güçlendirilmiş bir başbakanlık koltuğunu görevi süresi biten Sarkisyan’a sunmaktı. Nitekim halkın yoğun tepkilerine rağmen görev süresi biten Sarkisyan 17 Nisan 2018’de meclis tarafından başbakan seçildi ve böylece Putin Rusyası’nı aratmayan bir formülle kısa bir süreliğine ayrıldığı iktidar gücüne yeniden kavuştu.
Sarkisyan’ın koltuğuna yapışma sürecinde halkın tepkisini mobilize eden ise daha önceki seçimlerde meclise kurduğu liberal merkez Batı yanlısı koalisyonuyla meclise giren Paşinyan ve arkadaşlarıydı. Paşinyan, Ermenistan’ın ikinci büyük şehri Gyumri’den yürüyerek Erivan’a doğru yola çıkmış, güzergahtaki şehirlerde miting yapa yapa halkı örgütlemiş, Sarkisyan’ın Ermenistan’ı tamamen Rusya’nın yörüngesine sokmak isteyen oligark ve Rus yanlılarının projesi sonucunda başbakanlığa getirilmek istendiğini söylemiş, demokrasinin askıya alındığını ileri sürmüştü.

Polisin şiddetli müdahalesi göstericilerin şevkini pekiştiriyor, meclis önünde ve meydanlarda toplanan kalabalığın sayısı Sarkisyan’ın başbakan seçilmesiyle daha da artıyordu.
Göstericilerle uzlaşmayı denemek isteyen Sarkisyan, Paşinyan ile sadece üç dakika sürebilen bir görüşme yapmış, iki lider kameralar önünde kavga etmiş, Sarkisyan öfkelenerek görüşmeyi terk etmişti. Paşinyan görüşme sonrasında bir geceliğine gözaltına alınmış, fakat halkın öfkesi dinmemiş, polis baskısı gösterileri sönümlendirmeye yetmemişti.

Paşinyan elinde mikrofon veya megafon, üzerinde basit bir T-shirt ile sokak protestolarını koordine ediyor, olası bir genel grevi organize ediyor, çok sistematik bir şekilde gösterilerin yavaş yavaş büyümesini sağlıyordu. Bu görüşmeden bir gün sonra gösterilerin dinmeyeceğini anlayan Sarkisyan vazgeçti ve başbakanlık görevinden istifa etti. Meclisteki muhalefetin yeni başbakan adayı Paşinyan’dı. Fakat Sarkisyan’ın partisi Paşinyan’ın seçilmesini engelliyordu.

Paşinyan çareyi bir kez daha sokakta buldu, ülkede genel greve gidildi, 150 bin kişi Paşinyan’ın konuştuğu büyük mitinge katıldı, yollar kapatıldı, hayat durduruldu. Sarkisyan’ın partisi bu baskıya dayanamayarak vazgeçti ve Paşinyan’ın başbakanlığına destek vermek zorunda kaldı.
Başbakanlığa seçilen Paşinyan kısa bir süre sonra ülkeyi erken seçimlere götürdü ve %70 gibi rekor bir oy alarak daha güçlü bir şekilde başbakanlığa geri döndü.
Büyük umutlarla ve beklentilerle seçilen Paşinyan ülke içinde iktidarını pekiştirse de Azerbaycan ile yükselen sınır geriliminde yüksek perdeden konuşarak tansiyonu yükseltti, belki de iç meselelerde elde ettiği galibiyetin ve akabinde Batı’dan aldığı desteğin baki olacağını düşündü. Fakat en büyük yenilgisini de dış politika alanında aldı. İkinci Dağlık Karabağ Savaşı neticesinde, Azerbaycan Şuşa dahil daha önce işgal edilen topraklarının neredeyse tamamını aldı, Ermenistan’ın yeni lideri Paşinyan da milliyetçilerin, ordunun ve kilisenin muhalefetine rağmen Azerbaycan ile ateşkes anlaşması imzaladı. Özellikle Genelkurmay Başkanı Onik Gasparyan’ın görevdeki üst düzey askerlerin de imzasıyla Paşinyan’a istifa çağrısı yapması Paşinyan’ı Cumhurbaşkanı’nın itirazına rağmen Gasparyan’ı görevden almaya ve bu darbe çağrısını bastırmak için destekçilerini yine sokağa çağırmaya itti, Azerbaycan karşısında alınan askeri yenilgi neticesinde yaşanan bu siyasi kriz üzerine Paşinyan ülkeyi yine erken seçime götürdü ve 2021 seçimlerini de %54 oyla kazandı.

Paşinyan yine eline megafonla halka sesleniyor: Bu sefer darbe girişimini bastırmak için
Fakat sular yine durulmadı; Paşinyan ülke içinde yeniden ipleri eline aldığı anda Azerbaycan iki sene sonra yeni bir taaruza geçerek bu sefer Dağlık Karabağ’da kalan son Ermeni bölgesini ele geçirdi, bölgede yaşayan 100 bin Ermeni evlerini terk edip Ermenistan’a göç etmek zorunda kaldı, hiçbir ülkenin tanımadığı Karabağ Cumhuriyeti, Azerbcaycan ile anlaşıp kendisini feshetti ve bu saldırı sırasında Karabağ Ermenilerine askeri destek vermeyen ve Azerbaycan’a saldırmayan Paşinyan yine büyük bir tepkiyle karşılaştı, anketlere göre beğenirlilik oranı ciddi anlamda düştü.
Paşinyan ise, bu askeri yenilgi ve yoğun muhalefet karşısında ilginç bir tutum sergiledi ve kendisinin uzlaşmacı tutumuna tepki gösterenlere inat yeni bir “Ermenistan vizyonu”nu ortaya koydu.
Anavatan neresi?

Tipik bir lider belki içi boş milliyetçi ve yayılmacı vaatlerle ülkedeki iktidarını pekiştirmeyi, Azerbaycan’ın saldırısı karşısında hamaset yapmayı tercih edebilecekken Paşinyan sahadaki güçsüzlüğünü örtmek için bu yöntemlere başvurmadı, tam aksine yepyeni ve bütüncül bir Ermenistan vizyonunu açıkladı.
Her anını sosyal medyadan, Instagram ve Facebook’tan paylaşan, sık sık açtığı canlı yayınlarla halka sorular soran, yanıtlarını dinleyen, bazen öfkelenip tartışmaya giren Paşinyan dört ay önce çalışma masasında uzun bir konuşma yaparak “Gerçek Ermenistan’ın İdeolojisi”ni tane tane anlattı. Paşinyan’a göre anavatan dünya tarafından kabul edilen ve tanınan 29,743 kilometre karelik Ermenistan Cumhuriyeti. Paşinyan, böylece özellikle Ermeni diasporası tarafından diri tutulan “Büyük Ermenistan”ın değil, mevcut Ermenistan’ın öncelenmesini vurguladı, Dağlık Karabağ üzerinde bir hak iddia etmediğini dolaylı yoldan söyledi ve en önemlisi Ermenistan’ın mevcut sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarının refahı ve zenginliği ile kalkılanabileceğini söyleyerek ülkenin önüne set çeken tartışmaların geride bırakılmasını gerektiğini belirtti, Türkiye’nin de tepkiyle karşıladığı Batı/Doğu Ermenistan tartışmalarını bir nevi geride bıraktı. Yıllar öncesinde de atıf yaptığı “ekmek neredeyse, orada kal” sözüne atıf yaparak Ermenistan’ın ekmek kazanılan bir yere dönüşmesinin zorunlu olduğunu söyledi: “Halklar, devleti refah için bir araç olarak yaratır. Devlet, Ermeni gerçekliğinde periyodik olarak fırtınalar koparan “ekmeğin olduğu yerde kal” atasözünün hedefidir, yani ekmeğin olduğu yerdir, çünkü ekmeğin, yani refahın yaratıldığı araçtır ve bu nedenle orada kalınmalıdır. Devlet, halkın refah arayışının ürünüdür ve refah, mutluluğa ulaşmak için gerekli bir koşuldur. Bu algı bizim gerçekliğimize yabancıdır, çünkü yüzyıllar boyunca vatan, devlet ve ekmek kavramları birbirinden ayrılmıştır. Ekmek, başkaları tarafından yaratılan ve/veya başka yerlerde bulunan devletlerde kazanılmış, anavatana yalıtılmış ama aziz geleneklerin ve değerlerin korunduğu bir yer işlevi saklı tutulmuş, bu da anavatan, devlet ve ekmek arasındaki gezintiyi Ermenilerin sosyo-psikolojisinin temel bir bileşeni haline getirmiştir.”
Tipik bir sosyal liberalizm örneği olan bu konuşma Paşinyan ve hükümetinin 2023’ten beri özellikle diasporadan tepki çekmesine sebep olan söylemlerinin genel çerçevesiydi. Nitekim Paşinyan uzun bir süredir Ağrı Dağı’nın, Ermenilerin tabiriyle Ararat’ın ülke sembolü olmaktan çıkarılmasına yönelik dolaylı bir kamuoyu kampanyası yapıyor. Geçen sene Instragram’da paylaştığı ve odasına astığı Aragats dağı (Türklerin tabiriyle Alagöz Dağı) resmi bunun en iyi örneği. Paşinyan, Ermenistan’ın en yüksek dağı diyerek Aragats’ı paylaşırken, birçok insan “Ağrı Dağı/Ararat bizim en yüksek dağımız” vurgusuyla Paşinyan’a “Türk” dedi; Paşinyan özellikle çocukların “en yüksek dağımız hangisi?” sorusuna verdiği Ağrı Dağı yanıtlarını Aragats diyerek düzeltti, ülkede alışılmadık bir kültür tartışması açtı.

Paşinyan’a “Türk” dedirten Aragrat paylaşımı
Paşinyan’ın 1915 çıkışları da oldukça enterasan. Ülkede tepki çekmesine sebep olacak şekilde Ermenistan’ın soykırım gündeminin 1950’lerde oluştuğunu ve bunun üzerine düşünülmesi gerektiğini söyledi, yine Ararat isimli Dışişleri Bakanı bakanlığın önceliğinin 1915’te yaşananların soykırım olarak kabul edilmesini sağlamak olmadığını, bölgedeki normalleşme süreçlerinin nihayete ermesi olduğunu vurguladı. Bütün bu açıklamalar nedeniyle Paşinyan ve hükümeti “soykırım inkarcılığıyla” suçlandı, özellikle diaspora çok sert açıklamalar yayınladı.
Paşinyan’ın son hamlesi ise, kendisine çok sert tepki gösteren ve sokak eylemlerine öncülük eden milliyetçi din adamlarını ve kilisenin siyasete karışmasını destekleyen iş insanı Karapetyan’ın hükümeti devirmeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklanması, Rusya yanlısı oligark Karapetyan’ın sahibi olduğu elektrik dağıtım şirket ağının kamulaştırılmasının gündeme getirmesi oldu. Rusya ile yakınlaşılmasını ve Karabağ’da geri adım atılmamasını savunan kilise yönetimiyle yaşadığı gerilim Paşinyan’ın bir rahip tarafınsan “sünnetli” olmakla suçlanmasına kadar götürdü. Paşinyan’ın cevabı ise sünnetsiz olduğunu kanıtlayabileceğini söylemek ve Ermeni Apostolik Kilisesi ruhani lideri Katolikos II. Karekin’i istifaya etmeye çağırmak oldu. Paşinyan’ın kiliseyle olan bu mücadelesi 2020’de Karabağ savaşı sonrası Kilise yönetiminin ve II. Karekin’in Paşinyan’ı istifaya çağırmasıyla başlamış, geçtiğimiz günlerde darbe girişimi suçlamasıyla tutuklanan Başpiskopos Galstanyan’ın sahaya inerek aktif muhalefet yapmasıyla zirveye çıkmıştı.

Başpiskopos Bagrat Galstanyan, Paşinyan karşıtı eylemlerde
Nitekim bu gerginlik öyle ciddi bir seviyeye ulaştı ki bugüne değin ne Ermenistan ne Türkiye hakkında ciddi siyasi konulara girmeyen Türkiye Ermeni Patrikliği, Paşinyan’ın tarihi Türkiye ziyareti sırasında eşi benzeri görülmemiş bir protestoya imza atarak Ermeni toplumuyla başbakanın yaptığı görüşmeleri boykot etti, ardından Patrik Maşelyan’ın yurtdışında olmasını ileri sürerek sessiz bir protesto yaptı. Paşinyan, Kumkapı’daki Meryem Ana Patriklik Kilisesi’ni ziyaret edip Patrikhane bahçesindeki Nisan 1915’te diğer yazar, gazeteci ve siyasetçilerle birlikte toplu bir şekilde tutuklanıp Anadolu’daki esir kamplarından birine sürülen İstanbul Ermeni aydınlarından biri olan ve bu nedenle çok ağır psikolojik sorunlar yaşayan ünlü müzisyen Gomidas’ın heykeline çiçek bıraktı, fakat Patrikhane kapısı kilitliydi ve hiçbir din adamı Paşinyan’a eşlik etmemişti. Her ne kadar Paşinyan heyetinin patrikliğe haber vermemesi sonucu bir protokol iletişimsizliği olduğunu ve kendisinin de Amerika’da olması nedeniyle şahsen başbakanı karşılayamadığını belirtse de Ermeni Patriği Maşalyan bu sessiz tepkinin sebebinin Paşinyan’ın kiliseyle olan tartışması olduğunu açıkça dile getirdi ve Patrikliğin bu konuda sessiz bir protesto yapıp Paşinyan’ı bilinçli bir şekilde karşılamadıklarını söyledi: “Sayın Paşinyan’ın Kumkapı’ya ziyaretinde bir din adamının bulunmaması bilinçli bir tavırdır. Gerekçe, Katolikos Karekin II’ye kullandığı hakaretamiz, saldırgan bir dildir. Aynı şekilde diğer kiliseler de tepki göstermiştir. Kilikya Katolikosu I. Aram da Eçmiadzin’in yanında olduğunu belirtmiştir. Benzer şekilde Kudüs Patriği Nurhan Manukyan da. Benimle birlikte görev yapan din adamları kardeşlerim, orada Başbakan ile birlikte görüntü vermek istememişlerdir. Patrikhane ana giriş kapısı açıktı ve Gomidas heykeline çiçek bıraktı. Bazı insanların Patrikhane’ye ve din adamlarına gösterdikleri tepki, gündemi takip etmemekten kaynaklı. Bu siyasi bir tartışmadır ve siyasal kapışmadır. Bunun Tüm Ermenileri Katolikosluğu üzerinden yapılması, kilisenin iç işlerine siyasi sebeplerle karışılmasını ve hakaretamiz bir dille konuların ele alınmasını istemiyoruz. Ve en doğal tepkimizi gösterdik. Bu bizim açık tepkimizdir.”

Paşinyan’ı Agos’un haberine göre Kumkapı Bezciyan Okulu Vakıf Başkanı Hrant Moskofyan ve vakıf yetkilileri karşıladı ve ağırladı
Paşinyan’ın kilise tarafından boykot edildiği bu ziyaret kapsamında Patrikliğin bile siyasi bir çekişmenin parçası olması bile Ermenistan’da yaşanan kutuplaşmanın geldiği boyutu göstermek için yeterli.

Paşinyan, Ermeni toplumuyla görüşmesi sırasında Rakel Dink ile el sıkışıyor.
Bu kutuplaşmanın Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerin normalleşme sürecinde daha da artması ise kaçınılmaz. Zira barış süreci ile Ermenistan iç siyaseti doğrudan bağlantılı.
Önce anayasa, sonra barış?
Ermenistan ve Azerbaycan’ın kalıcı bir barış anlaşmasının önündeki en büyük engel şimdilik Ermenistan anayasasının başlangıç kısmı. Ermenistan, üçüncü ülke askerlerinin Azerbaycan-Ermenistan sınırından çekilmesini ve Karabağ’a yönelik toprak taleplerinin sonlanmasını, daha önce başlatılmış uluslararası şikayet süreçlerinin çekilmesini kabul ediyor, fakat Azerbaycan’ın en büyük talebi Ermenistan anayasasının başlangıcındaki bağımsızlık bildirgesine yönelik atfın kaldırılması. 1990 tarihli bağımsızlık bildirgesi Sovyetlerin dağılmasıyla kurulan Ermenistan’ın Karabağ ile birlikteliğine vurgu yapan bir metin. Her ne kadar geçen sene Ermenistan Anayasa Mahkemesi başlangıçtaki bu vurgunun bir toprak talebi veya yayılmacılık meşruiyeti olmadığına hükmetse de Azerbaycan bu madde anayasada durdukça Ermenistan’ın toprak taleplerinin devam edeceğini ileri sürüyor. Anayasa değişmedikçe barış anlaşmasını imzalamak istemiyor.
Anayasanın değişmesi içinse meclisin yeni bir teklifi kabul etmesi, fakat en önemlisi halkın referandumla bu teklifi onaylaması ve anayasaya göre toplam seçmen sayısının en az ¼’ünün olumlu oyu gerekiyor. Yani halkın referandumu boykot etmesi de yeterli değil, en az ¼ seçmenin katılıp olumlu oy kullanması gerekiyor. Bu nedenle Paşinyan, iki senedir yeni bir anayasa, yeni bir Ermenistan üzerinden kampanya yapıyor ve “Azerbaycan’ın zorlamasıyla anayasa değiştiren” lider algısının doğmaması için çabalıyor. Fakat Ermenilerin bu süreçte böyle bir paketi Azerbaycan’ın teklifi üzerine kabul etmesi pek gerçekçi bir ihtimal olmayabilir, bu nedenle de özellikle Aliyev’i Beyaz Saray’da ağırlama ihtimali bulunan ABD’nin devreye girmesiyle anayasa değişikliği önşartının revize edilmesi bir olasılık olabilir, başka bir formül ortaya çıkabilir. Zira Ermeni seçmenin bu ulusal gündemde Azerbaycan’ın talebi üzerine kendi anayasasını değiştirmesi hayatın olağan akışına pek uygun değil, Paşinyan’ın barış çabalarına yönelik kamuoyu tepkilerini karşısında hiç mümkün değil.
Şimdilik bu tıkanıklık Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme ve sınırların açılma süreçlerini de engelliyor, çünkü Türkiye de Azerbaycan ile kalıcı bir barış anlaşması imzalanmadan Ermenistan ile normalleşmek istemiyor. Fakat Başbakan Paşinyan hem Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sık sık görüşerek hatta özellikle Filistin devletini Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinden kısa bir süre sonra tanıyarak Türkiye ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesine verdiği önemi gösteriyor, diğer bir yandan da Ermenistan kapalı olan Margara sınır kapısının yenilenmesi için 2,5 milyon dolar harcayarak yeni bir “normale” kendini şimdiden hazırlıyor. 2008 Dünya Kupası kapsamında başlayan futbol diplomasisi ve 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Erivan’ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmasıyla umutların 17 yıl önce oldukça arttığı Türkiye-Ermenistan normalleşmesinin nihayete ermesi bu nedenle hiç olmadığı kadar yakın.

Ermenistan ile Azerbaycan’ın kalıcı bir şekilde barışması, Türkiye ile Ermenistan sınırının açılması ve ilişkilerin pekişmesi; hem iki ülke arasındaki ekonomik bağları kuvvetlendirme hem de bölge ticaretini ve entegrasyonunu canlandırma açısından yeni bir potansiyel. Bu nedenle bütün bu süreçte etkisini kaybetme riski yaşayan Rusya tepkili. Kalıcı bir şekilde istikrarsızlıkla boğuşan, varoluşsal krizler karşısında Rusya’ya ve ordusuna her savaşta muhtaç zayıf Kafkas ülkeleri Rusya’nın çıkarına hizmet ederken, bölgesel entegrasyonu sağlamış, savaşmayan ve birbirine serbest ekonomik anlaşmalarla bağlanan bölge ülkeleri Rusya dahil birçok büyük gücün aleyhine.
Rusya’nın tepkisini resmi propaganda aracı Russia Today’ın Ermeni genel yayın yönetmeni Margarita Simonyan’ın Paşinyan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinin ardından paylaştığı feveran dolu tweetinden de anlamak mümkün:
Sayın Paşinyan -ya da şimdiki adıyla Paşinyan Efendi- Türkiye’den döndüğünden beri Ermeni Apostolik Kilisesi’ne ve onun başı Katolikos II. Karekin’e karşı karalama, arama ve tehdit kampanyası başlattı. Anavatanlarında yaşayan Ermenilere: Ne bekliyorsunuz? Oğullarınızın başlarınızın kesilmesini, kızlarınızın yine haremlerde köleleştirilmesini mi?
En sıkı Putin savunucusu Simonyan’ın Paşinyan’a “efendi” diyerek Türk olduğunu ima etmesi ve Ermenileri başlarının kesilmemesi, kızlarının hareme gönderilmemesi için ayaklanmaya davet etmesi, tabii ki Paşinyan’ın Türkiye ile normalleşme uğruna tüm ülkeyi karşısına alması gibi yine ülkemizde pek ilgi çekmedi, fakat bölgede kurulmaya çalışılan bu yeni barışın hem ne kadar hayati olduğunu hem de bozduğu büyük hesaplar karşısıında ne kadar sallantıda olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu yara kapanır mı?
Amerika’da “the most underrated” veya “underdog” sıfatları, özellikle çabalayan fakat çabası son ana kadar takdir edilmeyen, fark edilmeyen veya başarıya ulaşmasına rağmen yeterince alkışlanmayan kişiler için kullanılır. Sanırım bugünlerde bu sıfatları en çok hak eden Paşinyan ve Serdar Kılıç ve Ruben Rubinyan yönlendirmesinde ilerleyen Türkiye-Ermenistan normalleşme görüşmeleri.
Bu çaba karşılık bulursa ve Türkiye ile Ermenistan normalleşirse çok derin bir yaranın kapanması için hem Türkler hem Ermeniler çok önemli bir adım atmış olacak. Bu yaranın kapanması çok hayati, çok önemli.
Zira bu yara 2007’de katledilen Hrant Dink’in tabiriyle aynı zamanda çok ağır bir hastalığın da emaresi: ’ “Hasta iki toplumuz biz: Türkler ve Ermeniler. Birbirlerine yönelik ilişkilerinde. Ermeniler büyük bir travma yaşıyor Türklere yönelik. Türkler ise, Ermenilere yönelik büyük bir paranoya yaşıyor. İkimiz de klinik vakalarız. Tam klinik vakalarız.
Kim tedavi edecek bizi? Fransız Senatosu’nun kararı mı, Amerikan Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek, kim bizim dostumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin. Bunun dışında doktor, ilaç, hekim mekim yok. Diyalog tek reçete, doktor da birbirlerinin doktoru.”
ABD’nin elini ayağını çektiği, Rusya’nın güç kaybettiği, İran’ın ve İsrail’in birbirini kırdığı yeni bir bölge denkleminde belki de ilk kez Türkler ve Ermeniler aracısız, üçüncü ülkesiz, fitnesiz, fesatsız bir şekilde doğrudan karşı karşıya, göz göze, yüz yüze. Bu sefer hem Ermenilerin ekonomik gelişme, uluslararası arenada tanınan mevcut ülke topraklarında huzurlu yaşama gibi daha önemli kaygıları, hem Türklerin Ermenistan’dan öte ülkenin kendi gündemi, Suriye, İsrail, İran gibi çok daha büyük paranoya ve korkuları var. Belki de barış için bölge hiç olmadığı kadar uygun. Paşinyan’ın deyimiyle “dış bir destek olmadan komşularla barış içinde yaşamak” anlamına gelen gerçek barış hiç olmadığı kadar yakın.
Çok geç olmadan birbirimizin hekimi olabilir, reçetemizi yazabiliriz. Yıllardır ilgimizi çekmeyen, sınırımızın kapalı olduğu, üzerine düşünmeyi bıraktığımız komşu topraklarımızda Paşinyan bir şeyler deniyor, bu uğurda “Türk” olmakla “suçlanıyor”, yeni bir barış projesi kurguluyor. Bu çabayı fark edip, yeterince takdir edip Paşinyan’a omuz verilmezse, Paşinyan ile birbirimize reçetelerimizi uzatmadan önce barış karşıtları ve radikaller Paşinyan’a “barışın” faturasını kesebilir ve bugüne kadar ilmek ilmek örülen barış köprüleri tekrardan suya atılabilir.
Paşinyan’ın her şeye rağmen uzatmaya çalıştığı eli fark etmek ve barış için el uzatmak, hatta el yükseltmek şart.
Tabii önce Ermenistan’da ne olduğunu, Paşinyan’ın ne yapmaya çalıştığını da fark etmek, üzerine daha fazla konuşmak, iki ülke arasında kamuoyu oluşturmak, etkin bir kamu diplomasisi yürütmek ve tüm bu yaşanan iyi gelişmelerin, çabaların da hakkını vermek lazım. Ermenistan’ı birbirine katan bu normalleşme gündeminin, Türkiye’de ancak 1-2 cümlelik haber olabileceği yerli gündem fırtınamız izin verirse tabii…
Yine de doğal olarak ülkeyi kasıp kavuran bu gündemin arasında şerhi düşmek şart, çünkü bir daha böyle bir normalleşme fırsatının gelmesi çok zor olabilir: Kuru gürültüye, protokol kavgalarına, elimizi kolumuzu bağlayan tarihi hesaplara inat, yaşamın güncel ve mevcut heyecanı, kaygıları ve pragmatik bir realizmin ve iyimserliğin çabası uğruna “de hayde barışa”.