Sedat Peker’in videolarıyla başlayan süreç, iktidar içi kavgaları ve çekişmeleri de spekülasyon konusu olmaktan çıkardı. Artık taraflar gûya kamuoyuyla konuşur gibi yaparak birbirlerine mesaj iletiyorlar ve bu da kavgaları ve çekişmeleri kristalize ediyor, elle tutulup gözle görünür hale getiriyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TRT ve Habertürk’teki performansları, aradaki dolgu malzemelerini çıkartırsak tamamen bu amaca matuftu.
Soylu, bu söyleşilerde ağzından kaçırmış gibi yapma tekniğine baş vurarak âmiri olan Cumhurbaşkanına elindeki kozlardan ikisini duyurdu. Önce TRT’de, Sedat Peker’e cevap verirken “her ay 10 bin dolar gönderdiği siyasetçiye sorsun, o bilir” gibi bir laf etti.
“Siyasetçi”nin muhalefetten olması durumunda (Bay Kemal’in partisinden olması daha iyi ama Bayan Meral’in partisinden de olur), ismin bir saniye bile beklemeksizin kamuoyuyla paylaşılacağı açık… Belli ki iktidar kanadından ve hatta belli ki AK Parti’den bir siyasetçi bu (hiç kuşkunuz olmasın, MHP’den olsaydı, Soylu ucunu bile göstermezdi bu meselenin).
TRT’deki programda soru soran iki gazeteciden biri neyin ne olduğunu bildiği için konuyu deşmezken, daha naif olan öbürü kısa bir süre için de olsa “Mafya’dan para alan muhalif siyasetçi” heyecanıyla ‘haydi söyle söyle’ diye tutturdu ama, İçişleri Bakanı bu heyecan karşısında gülümsemekle yetindi.
Habertürk performansı
Soylu, bu kişinin bir iktidar siyasetçisi olduğu algısı kamuoyunda yerleştikten sonra da vazgeçmedi iddiasından ve gerekirse kullanmaktan çekinmeyeceğini Habertürk’teki programda bir kez daha kayda geçirdi.
Soru: Sedat Peker’den her ay 10 bin dolar maaş alan kişi milletvekili mi?
Cevap: Siyasetçi.
Soru: Bu siyasetçi AK Partili mi?
Cevap: Siyasetçi.
Hayır, boşuna ısrar etmesindi gazeteciler, bu ismi açıklamayacaktı; savcılar sorarsa açıklardı, o başka…
Adı ortalıkta dolaşan bu “Erdoğan’a çok yakın siyasetçi”yi bir gün İçişleri Bakanı’nın savcılığa tanık olarak vereceği ifadede görmeyi bekleyen iyimserlerin bu beklentilerinden vazgeçmeleri isabetli olur. O bir kozdu ve Cumhurbaşkanının “İçişleri Bakanımızın yanında olduk, yanındayız ve yanında olmaya devam edeceğiz” açıklamasından sonra o ‘koz’ artık el yakar ve tabii ki yere bırakılacaktır.
Soylu, ağzından kaçırma tekniğini Habertürk’teki programda bu defa kendisinden önceki içişleri bakanının oğlunun para sayma makinelerinden söz ederek uyguladı. Ertesi gün “yanlış anlama” olduğunu söyledi ama o kamuoyuna söylenmişti. Asıl mesaj yerine ulaştıktan sonra bu ‘düzeltme’ yapılabilirdi.
Soylu başka kozların da ucunu gösterdi ama bunlar kadar ileri gitmedi. Fakat elbette Soylu’nun asıl büyük kozu MHP ve Bahçeli’ydi. Bahçeli’yi ikna etmeden onu görevden almak imkânsızdı.
Nitekim, Bahçeli’nin “İçişleri Bakanımız saldırı altındayken üç maymunu oynamanın zamanı değildir” çıkışından bir gün sonra Erdoğan’ın sahiplenişi geldi.
Soylu’nun Habertürk’teki programda bir bıyık altı gülüş eşliğinde sarf ettiği “Benim gücüm ne ki, bir geceyarısı kararnamesine bakar” sözlerini bu tabloyla birlikte okumak lazım. Soylu, “benim gücüm ne ki” derken aslında görevden alınamayacak kadar güçlü olduğunu imâ ediyordu.
O da astını görevden alamıyor
İçişleri Bakanı kendi üstüyle yaşadığı maceranın aynısını aralarındaki problem arşa çıkmış bulunan Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı Mustafa Çalışkan’la yaşıyor.
Soylu, bunu Habertürk’teki programda bizzat kendisi söyledi: Sedat Peker’e koruma polisi şimdi Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı olan eski İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan döneminde verilmişti ve kendisi göreve geldikten sonra korumayı geri çekmişti.
Geri çekme meselesinin Soylu’nun anlattığı gibi olmadığı çıktı ortaya ama burada bunun üzerinde durmayacağız. Burada soru şu: Bir ‘suç örgütü lideri’ne koruma tahsis eden ve bunu kamuoyuna şikâyet eden İçişleri Bakanı neden şikâyet yerine onu görevden almıyor?
Bunun cevabını da Mustafa Çalışkan’ın merkezinde olduğu dünkü (28 Nisan) gelişmelerden öğreniyoruz: Çünkü, evet bir imzaya bakar ama o imzayı atmak o kadar da kolay değil.
Dünkü gelişmeler, Mustafa Çalışkan’ın Cumhuriyet gazetesi muhabiri Seyhan Avşar’a verdiği demeçle başladı. Haberin bizi ilgilendiren kısmı şöyleydi:
“Soylu’nun suçladığı Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan ise gazetemize yaptığı açıklamada Soylu’nun hakkındaki iddialarına ilişkin, ‘Allah’a sığınıyorum’ dedi. ‘Açığa alınmayı bekliyor musunuz?’ şeklindeki sorumuza ise Çalışkan, ‘Türkiye’deki en dürüst insanı neden dolayı açığa alacaklar çok merak ediyorum. Çıksın bir görelim bakalım. Türkiye’de insanlar var. Dürüst siyasetçiler var. En başta Sayın Cumhurbaşkanı var. Mustafa Çalışkan gibi bir insanı açığa kim alacak, nasıl alacak bir görelim bakalım. Çok merak ettim’ dedi. ‘Soylu’nun açıklamaları sizde herhangi bir rahatsızlık yaratmıyor mu?’ sorumuza ise Çalışkan, ‘Bence toplum rahatsız. Benim rahatsız olmam çok da önemli değil’ ifadelerini kullandı.”
Mustafa Çalışkan daha sonra muhabirin, söylediklerini yazacağını bilmediğini, bilseydi konuşmayacağını söyledi. Fakat bu sözlerin kendisine ait olduğunu da inkâr etmedi.
Cumhuriyet muhabiri buna karşılık “Kendisi bana ‘konuştuklarımız yazılmasın’ şeklinde bir şey söylemedi. Off the record söylüyorum şeklinde bir uyarıda bulunsaydı elbette ki söylediklerini yazmazdım” dedi.
Sizi bilmem ama ben burada yine son dönemin yaratıcı mesaj iletme tekniklerinden birini görüyorum: “Yayımlanacağını bilmiyordum, bilseydim söylemezdim” tekniği.
Mustafa Çalışkan’ın elinde de artık spekülasyon olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünmüş kozlar var ki bunların başında Soylu’nun gözaltındaki bir tanıdığını serbest bıraktırma baskısına dayanamayarak intihar ettiği iddia edilen Silivri Emniyet Müdürü Hakan Çalışkan ‘dosyası’ geliyor.
Deniyor ki Berat Albayrak’la yakınlığı apaçık olan Mustafa Çalışkan Bakan Soylu’yu dinletiyordu ve Silivri’deki gelişmelerden o sayede haberi olmuştu. Mustafa Çalışkan, İçişleri Bakanı Soylu’nun baskısıyla gözaltındaki kişiyi serbest bırakmak zorunda kaldığına dair bir tutanak tutması için Hakan Çalışkan’ı zorlamış, bakanla kendi âmiri arasında sıkışan genç emniyet müdürü de bu baskının yükünü kaldıramayarak odasında intihar etmişti.
Hülasa edersek: Cumhurbaşkanı İçişleri Bakanını, İçişleri Bakanı da Emniyet Genel Müdür Yardımcısını görevden almak istiyor fakat alamıyor. Çünkü herkesin elinde zor zamanda kullanılmak üzere hazırlanmış kozlar var. Bu kozlar ağzından kaçırmış gibi yapmak, biliyorum ama söylemiyorum demek, “yayımlanacağını bilmiyordum, bilseydim söylemezdim”e baş vurmak gibi yeni tekniklerle, güya kamuoyuna konuşurmuş gibi yapıp üst makamlara iletiliyor. Ve bu kozlar sayesinde koltuklarını koruyabiliyorlar.
Devlet, dehşet dengelerinden mürekkep bir dengesizlik içinde… Çok ilginç bir zaman diliminde yaşıyoruz.