Dev-Genz manifestosunu okudunuz mu? Altı maddeden oluşan bu kısa bildiri, altındaki notu dikkate alacak olursak yapay zekâya (ChatGPT 4o) yazdırılmış. Hatta bildiri için kullanılan istem (prompt) de sonuna iliştirilmiş. Yapay zekayı yoğun kullanan biri olarak buna pek ikna olmadım, yazdırılmış ve üstünden geçilmiş de olabilir, ama “öyle olsun” deyip ilerleyeceğim. Nasıl yazılmış olursa olsun bu manifestoyu seven ve paylaşanların olduğu anlaşılıyor. Dahası manifesto yaklaşık olarak 97 sonrası doğumlu genç kuşağın diliyle ve onlar adına konuşma iddiasında, belki de sadece bir kısmı adına. Kime seslendiği ise biraz belirsiz, ortada. Bir yönüyle daha yaşlı kuşaklara meydan okuma içeriyor, bir yönüyle de genç kuşağı derleyip bir cephede toplama arayışını ifade ediyor.
Tam metin şimdilik bu adreste: https://yersizseyler.wordpress.com/2025/04/09/dev-genz-kurulus-manifestosu/
Adından da anlaşılabileceği gibi 70’lerin en yaygın sol siyasi hareketlerini ifade eden şemsiye bir terim olan Dev-Genç’e gönderme var. Anlaşılan köklerini bitmeyen geçmişten alan bir diriliş denemesiyle daha karşı karşıyayız.
Tam olarak kimler tarafından yazıldığını/yazdırıldığını ve hangi kesimi temsil ettiğini anlamak zor. Dev-Genz ifadesi, anladığım kadarıyla, İBB başkanının tutuklanmasıyla birlikte başlayan sokak protestolarında açılan bir pankarttan alınmış. Manifesto “Doğduğumuz Dünya Yanlış Programlandı” diye başlıyor, yani daha ilk cümlede dijital çağa ve teknolojiye gönderme var. Havalı görünen bu cümleyi okuduğumda şunu düşünmeden edemiyorum: 1997 sonrası doğan genç kuşakları ifade ederken acaba bu program, dijitalleşme, kodlama, robotik terminolojisi artık bir klişeye dönüşmeye başlamadı mı?
Her çağın insanı doğduğu yere ve zamana ait koşullarla sınanıyor, ama toplumun belli bir kesimini bir dizi tanımın çerçevesine almak ve onları bu yolla mobilize etmek artık eskide kalmalı. Bir bölümü lise çağında sayılabilecek genç insanları hatta çocukları mobilize etme çabasında bence siyasi sorumsuzluk denebilecek bir şey var.
Manifestoya devam edelim: İlk maddenin açıklamasında “Bizler, 1997 sonrası doğan, Z Kuşağı olarak adlandırılan; sürekli krizlerle yoğrulmuş, çocukluğu savaş ve şoklarla, gençliği ise ekonomik çöküşler ve iklim çöküntüsüyle geçen bir kuşağız.” Öyle mi? Türkiye özelinde düşünecek olursam 1997 ve sonrası doğumlular için zorunlu askerlik süresi 6 ay, yani tarihsel minimumunda. Dahası bedelli askerlik bu kuşak için artık bir piyango değil, imkan. Elbette yıllar geçtikçe şartların iyileşmesi ve daha da iyisinin talep edilmesi gerekli! Her kuşağın buna hakkı var… Ama Ukrayna ya da Suriye’de doğanları ayrı tutmak gerekirse bu kuşak için çocukluğun savaşta geçtiğini söylemek bence bir yere oturmuyor. Terörden etkilenen bölgelerde yaşayanları istisna tutabiliriz elbette. Ayrıca Z kuşağının çocukluk dönemlerinde vekalet savaşlarının yarattığı terör eylemleri hiç de az değildi, bu da doğru. Ama savaşın yarattığı yıkım, yokluk ve kimsesizliğin çöküşünü yaşadılar mı? Yaşamasınlar zaten, hiç yaşamasınlar.
“Çünkü bizi toplum değil bir sistem büyüttü” gibi şık bir cümleyle sona eriyor ilk madde. Yine soralım: Gerçekten öyle mi? Mesela bana göre Türkiye’de çoğu aile Z kuşağı çocuklarının üstüne titremiştir. Doğrusu da budur. Örneğin 68 öncesi kuşaklar için böyle bir kıyasa gidecek olsak sanırım akla ilk “Parasız Yatılı” gelecektir. Geçmişte ailelerin gençlere verebilecekleri çok daha azdı. Z kuşağı da el bebek gül bebek büyümedi belki ama “sistem büyüttü” denecek durumda da değiller. Youtube bağımlısı olup video oyunlarıyla sosyalleşmek “bizi sistem büyüttü” anlamına gelmez.
Manifestoyu yazan açısından bu çağın gençleri sanal bir sistemin ideolojik ürünleri gibi anlaşılıyor. Bu dilin rahatsız edici yanı da “büyüttü” kelimesinde yatıyor. Yazan sanki Z kuşağından değil de şöyle bir bakıp “Bunları … büyüttü” demiş gibi.
Manifestonun ikinci maddesi çok ilginç: Dev-Genç’in Yaktığı Meşale Bizde Hâlâ Yanıyor. Bir anda cep telefonlarını bir kenara bırakıp antik Roma döneminden kalan meşaleyi elimize alıyoruz. Bir cümlede çağ değiştirdik. Öyle ya, Dev-Genz makbul bir sol hareket olmak için – her ne kadar tam tersini söyleseler de – birilerinden meşale almak durumunda. Aksi düşünülebilir mi? Bunlar daha stajyer devrimci. İkinci maddenin devamında kabaca bir karşılaştırma var, manifesto yazarına göre geçmişte işçiler fabrikalarda sömürülürken bugün Gen-Z ekranlarda “özgürce” sömürülüyormuş. Bu ifadenin kafa karıştırıcılığını yapay zekâya havale edip ortaya çıkardığı soruları derleyelim: Bugün işçiler fabrikalarda sömürülmüyor mu? Emek / Artık-Değer denkleminde bilmediğimiz bir değişiklik mi oldu? Ekranlarda “özgürce” sömürülmenin anlamı nedir? İlginç bir biçimde Dev-Genz yazarı geçmişin sol tecrübesinden özgürlük karşıtlığını tevarüs etmiş. Yani özgür olduğumuzu sanıyoruz ama bu sömürülmenin bir biçimi demeye getiriyor; ki bu eleştirel iddia çok uzun süre pek bir şey üretmedi. Bir kez daha denensin, ne kaybederiz?
Üçüncü madde: “Bizim Kavgamız, Sadece İş İçin Değil — İnsan Kalabilmek İçin”. Kavga? Anlamlı bir yaşam, toplumsal aidiyet, psikolojik bütünlük ve insanca onur kesinlikle haklı, doğru talepler. Bununla birlikte insan şunu sormadan edemiyor? Bu talebi kimin ya da neyin karşılamasını umuyoruz? Yine bu başlık altında algoritma ve yapay zekâdan şikayet edilmiş ama bir yandan bu tür teknolojik gelişmelerin Z kuşağını tanımladığını anlıyoruz- yani bir bakıma Z kuşağı bu algoritmalar, sosyal medyalar, orantısız zekâlar olmasa olmayacak. Üçüncü maddenin başlığının içeriğiyle ilgisini kurmak da kolay değil; belki yine ChatGPT’nin azizliğidir. Ama manifesto cümlelerinin “Bizim Kavgamız” gibi geçmişin sol hareketlerini çağrıştıran bir dili kullanması bir bağ kurma etkisi yaratmıyor. İfadelerde nostaljik bir reprodüksiyonun dili var. Tıpkı Instagram’ı meşhur eden filtreler gibi… Devrimcilik filtresi uygulanmış zayıf bir dil.
Dördüncü maddeye gelince: “Neoliberal Çölü Aşmak İçin Yeni Bir Sözleşmeye İhtiyacımız Var” Ama başlığa rağmen toplumsal bir sözleşmeden çok bir talep listesiyle karşılaşıyoruz. İş garantisi, ruh sağlığı hakkı gibi itiraz edilemeyecek talepler bunlar, ama bir talebin kıymetli ve doğru olması o talebin karşılanacağı anlamına da gelmiyor; çünkü tam olarak kimden talep edildiğini en azından ben anlamıyorum. Bu madde “cephe” sözcüğüyle bittiğine göre talepler karşılanana kadar mücadele edecek bir cephe örgütlenmesi tahayyül ediliyor diye anlıyorum. Bu mobilizasyon dili açıkçası bugüne ait olma iddiasındaki bir metni herhalde en az yarım asır geriye götürüyor.
Beşinci maddede kolektif platformlar oluşturulması öneriliyor: “Direniş Yalnız Değildir: Kolektif Bilinç, Kolektif Gelecek” Manifestonun belki de somut bir plana dönüşebilecek kısmı burası sayılabilir. Fakat Dev-Genz bu “kooperatif” dünyasını nasıl yaratacak? Bilmiyorum. Eğer cephelerle, meşalelerle, özgürlük kısıtlamalarıyla yola çıkılacaksa ben bu harekette bir gelecek görmüyorum. Hiçbir şey yapamazlar demiyorum ama yaptıkları şeyin sonucu umulduğu gibi olmaz.
Altıncı maddeyle bitirelim: “DEV-GENZ Manifestosu Geleceğin Çığlığıdır” Yani bu maddede manifesto kendinden söz ediyor, bir çeşit üst metin…
Siyasi hareketlerin gençliğe seslenmek, gençliğe teklifte bulunmak yerine gençliği mobilize etmeye yönelmesi geride kalmış bir uygulama- ama ülkemizde hala yaygın. Siyasi partilerin ya da gayriresmi siyasi hareketlerin gençlik teşkilatları sağda da solda da güçlü. Örneğin sol örgütsüzlükten daha çok şikayet ediyor, ama bu daha çok örgütlülükten beklentilerinin çok yüksek olmasıyla ilgili. Örgütlülük deyince fedakarlık hatta heroizm bekliyor sol. Üstelik bunun kendiliğinden, olağan biçimde, sanki o gencin doğuştan bir borcuymuşçasına karşılık beklemeden gerçekleşmesini istiyor. Bana kalırsa bu materyalist bir felsefenin sonucu değil, asetik bir dini bağlılığın ortaya koyduğu değer olabilir.
Sağda durum ne? Açıkçası özellikle sağla irtibatlı gençliğin önemli bir bölümü bu teşkilatlarla pragmatik bir ilişki kuruyor diye tahmin ediyorum. Temiz bir öğrenci yurdunda kalabilmek, burs alabilmek, hatta gelecekte bir kariyer sahibi olabilmek adına bu kuruluşlara yöneliyorlar. Siyasi olarak derin bir angajmana sahip değillerse belli bir süre bu teşkilatlarla bağ kurmaları beni şaşırtmıyor.
Sol, bu yönde devlet imkanlarını kullanma ayrıcalığına sahip olmadığından gençliği Dev-Genz türü söylemlerle mobilize etmeye yöneliyor. (Hoş zamanında sağ örgütler ya da tarikatlar devletten bağımsız bu ilişkiyi tesis edebilmişti. Belki de sol, gençliğe ne verebileceğine değil gençlikten ne alabileceğine fazla kafa yoruyor. ) Haliyle sol, çoğunlukla bir görev listesiyle endam ediyor ve ne kadar alçakta olursa olsun kürsüyü görünce kendini tutamıyor. Toplumsal tepkinin yüksek olduğu dönemlerde kısa süreli bir cereyan yakalanabiliyor, ama pek de sonuca varmıyor. Bir çeşit tekrar oyunu bu. Vasat siyasetçiler ve kötü kararlar dışında pek bir şey üretmiyor. Yine de genç kuşaklardan fedakarca denebilecek bir siyasi bağlılık göstermelerini ve risk altına girmekten kaçınmamalarını bekliyor, bunu alkışlıyor, buna teşvik ediyor. Gençlik bir baş dönmesi çünkü, sokağa çıkarması en kolay kitle.
Bana göre bir kuşağa bu kadar tarih ve siyaset biraz fazla. Hatta içimden geleni olduğu gibi söyleyeyim: Çocukların siyasetle ilgilenmesini, memleket ve dünya meseleleri üstüne düşünmesini sağlamak doğru, ama onlara “siyasi ödev” yüklemek açıkça istismardır. Karamsar bir “no future” tablosuyla dar anlamıyla bir bilim kurgu distopyası atmosferi yaratmanın sonu gelsin. Her kuşağa şapka takıp cepheye göndermekten artık vazgeçilsin. Gençlere talimat verilmesin. İkramda bulunulsun. Susayan bir insan temiz bir bardakta ikram edilen suyu kolay kolay geri çevirmez. Yani tabi bir bardak suyun da hesabı yıllarca sorulmaz!