Geçtiğimiz günlerde Amerikalılar pandemi koşullarında 72. Emmy ödüllerini dağıttılar. Ben de evde kendi törenimi yaptım ve bütün ödülleri ‘En Azından Bu kadarının Doğru Olduğunu Biliyorum’ (I Know This Much Is True – 2020) adındaki HBO dizisine verdim. Orijinal törende ise sadece Mark Ruffalo’ya mini dizi kategorisindeki en iyi erkek oyuncu ödülü verildi.
Olaylar Connecticut’ta geçer. George H.W. Bush başkanlığındaki Amerika Irak’a girmek üzeredir ve paranoid şizofren hastası Thomas ikiz kardeşi Dominick’e sorar; ‘Tanrı’nın gazabından nasıl kurtulabiliriz? Hem Tanrı’ya hem paraya tapamayız değil mi?’ Dominick kardeşini idare etmeye çalışır kaçamak cevaplarla ama biraz sonra görürüz ki dindar Thomas, adına dini bir eylem dediği çok büyük bir fedakarlık yapar ve kardeşini ahlaki bir ikilemle karşı karşıya bırakır. Fazla ayrıntıya giremiyorum spoiler olmasın, tadımız kaçmasın diye ama ben bu kadar etkileyici bir açılış sekansı görmedim.
Karanlık Sular (Dark Waters – 2019) filmini yeni seyretmiştim ve bu dizi iyice pekiştirdi Mark Ruffalo hayranlığımı. Sonra biraz özel hayatı ile ilgili çıkan eski haberlere bakınca oyuncunun kendi acılı yaşantısından da beslendiğini düşündüm. Büyük oyuncu vesselam. Bu arada gerçek hayattan uyarlanmış Karanlık Sular’ı tavsiye ederim ama seyrettikten sonra mutfaktaki teflon tavayı çöpe atmayı göze almalısınız. Film boyunca ibretlik bir hukuk mücadelesine tanık oluyoruz. Aslında en güzel hukuk mücadelesi temalı filmi de biz yaparız ama hukuk yok. Biraz hukukumuz olsa önce mücadelesini, sonra da bu mücadelenin filmini yapardık güzel olurdu. Amerikalıların pek çok hukuk temalı filmi var çünkü ülkelerinde hukuk var.
‘En Azından Bu Kadarının Doğru Olduğunu Biliyorum’ yaklaşık birer saatten altı bölümlük uzun bir sinema filmi deneyimi sunuyor. İkiz kardeşlerin hikayeleri akarken ara ara Bush televizyonda halkı savaşa hazırlayan açıklamalar yapıyor. Zavallı küçük dünyalarında bin türlü dertle uğraşan insancıkların toplumsal olarak da maruz kaldıkları şiddet, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Dizi ikizlerin geçmişinden de parçalar gösterince kardeşlerin Vietnam savaşı sırasında da savaşa gitmenin kıyısından döndüklerini ve özellikle Thomas’ın zihinsel rahatsızlığının tetiklendiğini anlıyoruz. Hastalığının sebebi belki kalıtsal ya da belki çok basitçe hayatla baş edemeyecek kadar hassas bir kişiliğe sahip olması.
Savaştan ve özellikle gençler üzerindeki etkilerinden bahsedildiğinde en çok ben konuşmak istiyorum ama hep susuyorum. 1993-94 yıllarında Siirt’in Eruh ilçesinde Jandarma Komando Er olarak yaptım mecburi askerlik vazifesini. Susuyorum çünkü savaşta yaşadıklarımı dillendirmeye çalıştığımda hâlâ sakin kalamıyorum ve hâlâ beceremiyorum anlatmayı.
Biz nasıl çıkacağız bu işlerin içinden? Ermenistanlı ve Azerbaycanlı iki arkadaşıma aynı mesajı attım iki gün önce, çünkü ikisinin de aileleri memleketlerinde ve ikisine de “ailen iyi mi?” diye sordum. Bu çok trajik değil mi sizce de? Hiç romantik bi hafiflikle “kahrolsun savaşlar ne kötü” modunda falan yazmıyorum bunları. Taş gibi sert gerçek. Savaşın bahsi bile bağrımıza oturan öküz değilse hangi insanlığımızdan bahsedeceğiz? Susmamız da cenaze evinde taziyeye gelenlerin sessizliği gibi. Ne diyeceğimizi ne konuşacağımızı bilemeden sessizce oturuyoruz. Sonra patavatsızın biri gereksiz ve lüzumsuz bir muhabbet açıyor ve her zamanki gibi rahatlıyoruz. Hatta cenaze evlerinde gülme krizine girenleri de görmüş ya da duymuşsunuzdur. Alışık olmadığımız gerginlikle başa çıkamayınca yüzümüzdeki kasları kontrol edemiyoruzdur belki. Dünya kocaman bir cenaze evi ve taziyeye gelen erkeklerin ayakları kokuyor. Nasıl topluca delirmeden devam edebiliyoruz, gerçekten çok ilginç bir adaptasyon ve uyum yeteneğimiz var. Bu kadarı fazla geliyor bazen.
Dizide arkada Bush’un demeçlerini gördükçe aklıma “Barbarların İstilası” (Les Invasions Barbares – 2003) filmi geldi. Kanserden ölmek üzere olan adam ailesini ve yakın arkadaşlarını etrafına toplamıştır ve hayata dair harika bir muhabbet döndürürler. Arkadaşlar arasında eski aşkların, ilişkilerin, kişisel değerlendirmelerin yapıldığı sohbet; yer yer bütün insanlık tarihinin değerlendirilmesine dönüyor film boyunca. Tavsiye ederim.
“Barbarların İstilası,” ilk duyduğumda eski çağlara ait bir tanımlama gibi geliyordu fakat uzun süredir hep olan ve hiç bitmeyecek bir olay zinciri olarak zihnime kodlanmış vaziyette. Batıda, doğuda, kuzeyde, güneyde, aşağıda, yukarıda, içeride, dışarıda ve gezegenin her yerinde, insanlık tarihinin her döneminde, her zaman devam edecek asla bitmeyecek bir fenomen. Barbarların karşısında kim var peki? “Biz varız” diye el kaldıranların alnını karışlasınlar mı?