T24’ten Hazal Özvarış’a konuşan çevreci sivil toplum örgütü Greenpeace’inTürkiye/Akdeniz eski direktörü Ersin Tek, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları karşısında sessiz kalan Greenpeace ve Greenpeace Türkiye’yi eleştirdi.
Tek’in açıklamaları şu şekilde:
“Sessizliği ağır bastığı için de Greenpeace Türkiye, takipçilerini şaşırtmamış olabilir”
Filistin bütün dünya gündemine yakıcı bir şekilde oturduktan sonra sadece Türkiye veya İsrail ofisi değil, genel olarak Greenpeace ofisleri ve International bu konuda uzun süre sessiz kaldı. Birkaç ülke ofisi dışında ve internetten yayımlanan birkaç açıklama dışında, bir var olmama hâli gördük. Greenpeace International ancak 8 ay sonra, 18 Haziran’da Filistin’de işgale son verilmesi gerektiğini söyleyen bir açıklama yayımlayabildi. Türkiye dahil bütün dünyanın gündemi ve sokakları Filistin ile çalkalanırken, süreçte sessizliği ağır bastığı için de Greenpeace Türkiye’nin son durumu takipçilerini şaşırtmamış olabilir.
“Bu konuda net bir söz söylememe ısrarı ve isteği var. Bu da politik bir tercih”
Türkiye’de sivil toplum olarak hiçbir şey söyleyemez hale getirildiğimizden yakınıyoruz uzun bir süredir ve bu konuda haklıyız da, ama söylenmesi daha kolay şeylerin de söylenmiyor olması şaşırtıcı. Türkiye ofisi bunu tercih ediyor. Demek ki, mevcut yönetici arkadaşların uygun gördüğü hat bu. Örneğin, ekonomik kriz nedeniyle hükümetin bulduğu kaynakların büyük kısmı “yeşil dönüşüm” için gelecek. Bu konuları es geçip sahil hakkına odaklanan kampanyalar görüyoruz. Belki mantık “kamuoyu ilgisinin” olduğu konulara odaklanmaktır denebilir ama Türkiye, Filistin ile sahillere kıyasla daha az ilgilenmediğine göre bu konuda net bir söz söylememe ısrarı ve isteği var. Bu da politik bir tercih.
“Bir yandan doğanın üzerindeki tahakkümün ortadan kaldırılmasından bahsedip öte yandan sömürgeci bir devletin soykırımına sessiz kalmak mümkün olabilir mi?”
Filistin’de bir soykırım yaşanıyor. Üstelik, bu soykırım bugün bir anda uygulanmadı. 1920’lerde ilk siyasi cinayetini antisiyonist bir Yahudiyiöldürerek işleyen, 1930’larda “Siyonist kolonileşme yerli nüfusun iradesine karşı koyarak gerçekleşebilir” diyen, 1948’de katliamlar gerçekleştiren sömürgeci bir ideoloji olan siyonizmin devletleşmiş hâli olan İsrail’in kuruluş ideolojisi zaten bunu öngörüyor. İsrail’in bir Yahudi devleti olmadığını, İsrail’de ve dünyanın dört bir yanında pek çok Yahudi de ifade ediyor. İsrail, siyonist bir devlettir. Dolayısıyla ne Yahudi toplumunu temsil edebilir ne de Yahudi toplumunu zan altında bırakabilir. İklim adaleti mücadelesi verirken bir yandan kaynakların adil dağılımından, insan dahil doğanın üzerindeki tahakkümün ortadan kaldırılmasından bahsedip öte yandan sömürgeci bir devletin soykırımına sessiz kalmak mümkün olabilir mi? Toplu mezarların üstüne rüzgâr istasyonları kurarak adalet sağlamak mümkün olabilir mi? Kan denizinin üstünden iklim adaleti yükselemez. Özellikle, Türkiye gibi ülkelerde Filistin’in özgürlüğü için verilecek mücadelenin, antisemitizme karşı verilecek mücadeleden ayrılmaması gerektiğini vurgulamak ayrıca gerekli.
“Soykırıma ses çıkaramıyorsak, evet, iklim adaletinin içini boşaltıyoruz demektir”
İklim adaletini savunmak için 2024’te ne söylemek lazım sorusu çok kritik. Çok sevdiğim bir söz vardır, “neren ağrır oran bağırır” diye. Bugün bütün dünyada adalet mücadelesinin Filistin’i ağrıyor ve Filistin’i bağırıyor. Dünyada pek çok yerde vahşi olaylar gerçekleşirken bugün bunların en kötüsüne, Filistin’de sömürgeci bir devletin soykırım uygulamasına ses çıkaramıyorsak, evet, iklim adaletinin içini boşaltıyoruz demektir.
“Greenpeace Almanya için bağışçı tabanından baskı olabilir”
Soru: “Greenpeace merkezinin paylaştığı 2022 finans raporuna göre kurumun 103 milyon Euroluk finansal bir varlığı var. Bu Türkiye’de herhangi bir hak örgütünün tahayyül etmekte dahi zorlanacağı bir sermaye. Bu sermayenin kaynağı ne? Bu kaynağın 7 Ekim sonrası Greenpeace’in tutumunu belirlediğini düşünmek ne kadar yanlış olur?”
Greenpeace neredeyse yüzde 90 üzerinde bir oranla bireylerden gelen, işte sokaklarda insanlara biraz da bıktık dedirten ‘yüz yüzeci’lerin imza kampanyalarına destek istediği, dergi aboneliği teklif ettiği insanların katkıları ile yaşıyor. Greenpeace Türkiye örneğin bir dergi olarak faaliyet gösteriyor ve dergi abonelerinin destekleri ile ayakta kalıyor ama bu ülkeler arasında farklılık gösterebiliyor. Bu bahsettiğiniz meblağın yüzde 70, 80’i Avrupa’dan, Almanya gibi çevre hareketinin çok güçlü ve gelişkin olduğu ülkelerin kendi kaynakları. Küresel ölçekte baktığımızda Almanya gibi ofislerde yapılanlar da büyük harcamalar. Örneğin bir dönem dünyanın ana gündemi olan ozon tabakasının delinmesine karşı buzdolabı teknolojisinin geliştirilmesinde Greenpeace Almanya’nın katkısı var. Dolayısıyla bu harcamalar büyük oranda ofislerin yürüttükleri çalışmaların boyutu ile ilgili. 7 Ekim’den sonra da Almanya’da başta hükümet olmak üzere İsrail yanlısı tavır alındığını ve bu yönde baskılar uygulandığını biliyoruz. Buna ek olarak, bilgiye dayanarak söylemiyorum, spekülasyon yapacağım ama, Greenpeace Almanya için bağışçı tabanından da bu yönde bir baskı olabilir.