“Uzunca bir süredir üzerinde çalıştığım önemli bir konuyu artık yeni bir yazı dizisine dönüştürme aşamasına gelmiştim.
“Tam 4 yıllık bir arayışın, araştırmanın, sorgulamanın ürünüydü. ‘Cemaat içeriden adım adım nasıl 15 Temmuz’a sürüklendi?’ başlıklı bu yazı dizisi, artık cümlelere dökülmeye hazırdı.
“Fakat bu dizi, şimdiye kadar Cemaat’e yönelttiğim eleştirel yazıların çok üzerinde, çok daha keskin, çok daha acıtıcı ve çok daha sarsıcı olacaktı.
“Bilinmeyen birçok olay ortalığa saçılacak, kimilerinin kutsalları yerle bir olacak ve ciddi bir kırılmaya yol açacaktı.
“Hareket’in lideri Fethullah Gülen de dahil olmak üzere herkes ve her şey sorgulanacaktı…”
Hakikaten de öyle oldu. ‘Cemaat içeriden adım adım nasıl 15 Temmuz’a sürüklendi?’ başlıklı dizinin ilk bölümünde yer alan bu satırların yazıldığı 11 Şubat 2021’den itibaren Cemaat diyasporası Ahmet Dönmez konusunda ikiye bölündü. Cemaatin bir kesimi onu davasına ihanet etmiş bir sapkın olarak görürken, bir kısmı (gördüğüm kadarıyla hiç de az olmayan bir kısmı) onu bir hakikat arayıcısı olarak görüyor ve kolluyor.
Ahmet Dönmez, kendisini “MİT’in adamı” ya da “Cemaat içinde iktidar mücadelesi yürüten kanatlardan birini adamı” olarak suçlayanlara, 17-25 Aralık sürecinde Başbakan Erdoğan’a bütün ülkenin şaşkın bakışları arasında soru sorduğunda da benzer bir suçlamaya maruz kaldığını hatırlatıyor.
Dönmez, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde neler olup bittiğini, Cemaat’in tepe noktasındaki -bilhassa kara, deniz ve hava kuvvetleri imamları arasındaki- güç savaşlarını anlattığı bölümlerde ele alıyor.
Anlattıkları, elde yeterli kanıt varken cemaatin bir kanadının ‘menfi’ diye adlandırdığı herkesi torbaya atıp etkisizleştirme stratejisinin ve bu yolda sahte delil üretme dahil her yolu ‘mubah’ saymasının darbe davalarını nasıl murdar ettiğini açıkça gözler önüne seriyor.
Bütün üstü düzey Cemaat imamlarının adlarıyla anıldığı, içeriden bilgilere dayandırılarak ortaya serilen bu tanıklığa geçmeden önce; gözümüzün önündeki yakın tarihin nasıl “her şey sahte, her şey kumpas” propagandasının mezesi haline getirilişini kısaca hatırlayalım.
24 Aralık 2013, Yalçın Akdoğan: “Kendi ordusuna kumpas kuranlar”
Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, 17-25 Aralık‘ın (2013) hararetli günlerinde, tam olarak 24 Aralık 2013’te Star gazetesinde kaleme aldığı yazıda Gülen Cemaati’ni “kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kurmakla” suçladı.
Buradaki kumpas vurgusunun esasen “milli ordu”ya ve Balyoz davasına dair olduğunu herkes hemen anladı.
O zamana kadar iktidar cenahından hiç böyle bir çıkış gelmemişti. Fakat tabii hiç kimse bunun Gülen Cemaati’ne karşı zımni bir AK Parti-Ergenekon ittifakına evrilebileceğini düşünmemişti. Benim 20 Nisan 2014’te Al Jazeera Türk’te kaleme aldığım “Cemaat ile hesaplaşmada hükümet-Ergenekon işbirliği muhtemel” başlıklı yazım da “saçma” bulunmuştu.
Fakat 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra başta Yalçın Akdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere AK Parti’den Ergenekon ve Balyoz davalarının tümüyle ‘kumpas’ olduğu değerlendirmelerine taban tabana zıt değerlendirmeler gelmeye başladı.
Mesela Ekim 2016’ya bir Yalçın Akdoğan ve iki Binali Yıldırım çıkışı birden sığdı.
Binali Yıldırım “Ergenekon ve Balyoz sapına kadar vardı ama FETÖ tarafından sulandırıldı” derken, Yalçın Akdoğan yeni kitabını anlatmak için çıktığı NTV’de (27 Ekim 2016) “Ortada hiçbir şey yoktu diyemeyiz. Bu yapı (FETÖ) kumpaslarıyla bu işi sulandırmıştır” diyecekti.
Yalçın Akdoğan “kumpas”ı ilk telaffuz ettiğinde, bunun, “ortada hiçbir şey yokken orduya karşı uyduruk davalar açıldı” anlamına geleceğini bilmiyor olamazdı. Nitekim öyle anlaşıldı ve kullanıldı.
Peki, aradan iki yıl geçtikten sonra, 2016’dan itibaren neden AK Parti’den “her şey sahteydi, her şey kumpastı” çizgisini ‘düzeltme’ çıkışları gelmeye başlamıştı? (Unutmayalım: Bu çıkışlar bitmiş değil ve koçbaşı pozisyonunda nedense hep Binali Yıldırım var. Daha iki ay önce bir kez daha dile getirdi bunu.)
Kanaatimce AK Parti, asker-sivil Ergenekon zihniyetli çevrelere şu mesajı veriyor böylece: “Bakın siz de biliyorsunuz ki o davalarda Cemaat’in kendi örgütsel çıkarları için araya attığı parçalar ayıklandığında geriye sağlam deliller kalır, o nedenle aklınızı başınıza alın, uslu uslu oturun; o sopayı kullanmak zorunda bırakmayın beni…”
17-25: Balyoz ve Ergenekon sanıkları için bir nimet
Bugün öyle diyorlar ama 2013’ün sonundan itibaren tıpkı ulusalcı çevreler gibi “her şey sahte, hepsi kumpas” çizgisindeydiler, daha doğrusu öyle yapmak mecburiyetindeydiler. Peki neden?
Sözü Ahmet Dönmez’e bırakmadan önce kısaca bu süreci de hatırlayalım:
Gülencilerin 17-25 Aralık 2013’teki bazı yolsuzluk dosyaları üzerinden hükümeti devirme hamlesi en çok cezaevlerindeki Ergenekon ve Balyoz tutuklularını sevindirmişti. Çünkü böylece hükümetin, Cemaat dışındaki bütün siyasi güçlerle iyi geçinmesinin hesaplarını yapacağını düşünüyorlardı ki böyle düşünmekte yerden göğe kadar haklıydılar.
Fakat sonraki birkaç ay içinde beklentilerini de aşan gelişmeler oldu. Muhtemelen onların mütevazı beklentileri, hükümetin, Cemaat’in kendi örgütsel çıkarları doğrultusunda delillere yaptığı müdahaleleri gerekçe gösterip davaların hukuken çökmesine zemin hazırlaması ve sanıkların bu yolla beraat etmeleriydi.
Fakat elbette onlar açısından daha iyisi, hükümetin davaların tümüyle “kumpas”, tümüyle uydurma, tümüyle senaryo olduğunu ilan etmesi ve beraatlerin bu gerekçeyle gerçekleşmesiydi.
Ergenekon ve Balyoz sanıkları her iki durumda da beraat edeceklerdi, fakat farklı gerekçelerle… Birinci durumda beraatin gerekçesi, Cemaat’in davaları murdar etmesi, yani delilleri hukuki olmaktan çıkarması nedeniyle sanıklara isnat edilen suçların hukuken kanıtlanamamış olması olacaktı. Bu durumda, beraatlerinden sonra, hele hele 15 Temmuz’dan sonra gördüğümüz manzara ortaya çıkmayacak, Türkiye’nin eski darbecilerinin her gece televizyonlarda izlediğimiz yakın Türkiye tarihini eğip bükme performanslarını izlemeyecektik. (Burada kurgulanan tarihe göre Türkiye’de Gülen Cemaati’nden başka darbeci yoktur. Eskiden de darbeler olmuştur ama bunları unutmanın da zamanı gelmiştir artık. Kendilerine gelince; onlar zinhar böyle şeylere tevessül etmemişlerdir.)
İkinci durumda, yani iktidarın darbe davalarını “kumpas” ve senaryo olarak kodlaması durumunda beraat etmekle kalmayacaklar, hiçbir anti-demokratik niyetleri olmadığı halde ceza görmüş kahramanlar olarak kamuoyunun karşısına çıkabileceklerdi.
Sonuçta hiç beklemedikleri şey gerçekleşti, hükümet darbe davalarına “kumpas” dedi. Başlangıç vuruşunu 24 Aralık 2013’te Yalçın Akdoğan yaptı, gerisini de iktidara yakın medya getirdi. Böylece çok kısa bir zaman dilimi içinde, davaların hiçbir gerçek temelinin olmadığına, tamamının Gülenciler tarafından kaleme alınmış bir senaryonun ürünü olduğuna dair algı, geniş bir kamuoyu kesiminin algısı haline getirildi.
17-25 Aralık’ın yolsuzluk boyutu olmasaydı…
İktidarın ve iktidara yakın medyanın bu tarzda davranmasının nedeni, 17-25 Aralık’ın bir de yolsuzluk boyutunun olmasıydı. İktidar, yolsuzluk iddialarıyla yüzleşmek yerine bu boyutun tümüyle gerçek dışı olduğu ve iktidara karşı darbe yapmak isteyen Cemaat tarafından uydurulduğu algısını oluşturmak üzere harekete geçti. İşte tam bu noktada Cemaat’in Balyoz ve Ergenekon davalarındaki kötü şöhretini kullanmak geldi hükümetin aklına… Gayet etkili bir propaganda yürütüldü: Tıpkı “tümüyle yalan” olan Ergenekon ve Balyoz davaları gibi 17-25 dosyaları da tümüyle yalandı.
Böylece Türkiye’nin eski darbecilerinin demokrasi kahramanları olarak arz-ı endam etmelerinin yolu da açılmış oluyordu.
Sonrasını hep birlikte izledik… Askerler, “madem iftiraya uğradığımızı kabul ediyorsunuz…” diyerek diyet isterken, bu yolu açmış siyasi heyet olarak AK Parti ve partiye yakın medya uzun süre sessiz kaldı. Nihayet, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu yolun yol olmadığını anlamaya başlayan birileri, televizyonlarda tek kale maç yapan emekli askerlere karşı “o kadar da değil” itirazları yükseltmeye başladılar.
7 Mayıs Cuma günü söz tamamen Ahmet Dönmez’de olacak. Onun kaleminden 2010-2011’de Cemaat içindeki “Fırsat bu fırsat bütün ‘menfi’leri temizleyelim”cilerle, onları “yukarı”ya “Biz doğru ve sağlam bir operasyon yürütüyoruz. Elimizde zaten güçlü deliller var. Ama birileri bu işi sulandırıyor. Haklı operasyonlara gölge düşürecekler. Bunun sorumlularını bulun ve gereğini yapın” diye şikâyet edenlerin mücadelesini izleyeceğiz.