Faşist ne demek? Kimin faşist olduğunu nasıl anlıyoruz?
Sözcüğün İtalyancadaki kökleri bizi ‘fascio’ yani ‘çubuk demeti’ sözcüğüne götürüyor. Hani meşhur bir mesel vardır, ince çubukları birer birer ele alınca kolayca kırarsınız, ama demetler halinde olduğunda dirençlidir. Öyle bir şey… İtalya’da ‘fasci’ denen, bizdeki lonca ya da modern anlamda sendikalara benzeyen örgütler varmış. Oradan türemiş. Mussolini’nin temelini attığı yapının adı da ‘Devrimci Eylem Loncaları / Sendikaları’ gibi bir şekilde çevrilebilirmiş.
Sendikalara dayalı örgütlenmeleri sola ait bir siyasi form olarak anlama eğilimindeyiz. Halbuki sendikal örgütlerde ilk dönemlerinden milliyetçi eğilimler güçlü olagelmiştir. Ayrı bir not olarak bunu bir kenara iliştirelim.
Bugün ‘faşist’ ya da ‘faşizm’ deyince ne Mussolini ne de İtalyan siyasi tarihi akla geliyor. Faşist artık kendiliğinden pejoratif bir terim ve popüler kültürün kolaycılığında siyasi anlamda olumsuz sayılabilecek her değerlendirmede yer bulabiliyor. Çoğunlukla ırkçılığı ya da milliyetçiliğin başka aşırı formlarını tanımlamakta kullanılıyor. Ancak sol ideoloji içinde de ‘faşist’ diye etiketlenenler var. Zamanında Alman siyasi tarihinde komünterne karşı çıkanlara sosyal faşist denmiş, çünkü ‘sosyal demokrasi’ de bir faşizm türü olarak etiketlenmiş.
Bizde galiba Maoculara sosyal faşist deniyormuş. Maocuların tamamına değil elbette.
Faşist teriminin, hiç değilse otoriteryan, anti-demokratik, militarist ya da milliyetçi ideolojileri tarif etmesini bekliyoruz. Ama bu yetmiyor. Terimin uğradığı anlam kayması Kemal Sunal, Müjde Ar ve Şener Şen’in başrolleri paylaştığı Kibar Feyzo (Atıf Yılmaz, 1978) filminde Feyzo’nun ağzından dökülen “Faşo Aga” lafına kadar gidiyor: “İ..ne gibin, p..t gibin bir şey…”
Bugün milliyetçiliğin aşırı uçlarında sayılabilecek çevrelerde bile ‘faşist’ ifadesini sahiplenen yok. “Ben faşistim” diyen yok kısacası. Faşizmin Mussolini’den beri hemen her kesime tatlı gelen yanları olmasına karşın etiketin kendisi son derece sevimsiz, açıkça bir hakaret anlamını taşıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ırkçılık yoluyla Dünya’ya en büyük hasarı veren Naziler… Ama ‘Nazi’ terimini ‘Faşist’ teriminden daha az kullanıyoruz. Bu bana hep ilginç gelmiştir. Belki Türkiye’ye has bir durum, bilmiyorum, faşist demek çok daha kolay, çok daha sıcak.
İşin doğrusu otoriteryenlik açısından sosyalizmin tarih karnesi de çok sevimli görünmüyor. Ne Stalin ne de Castro – bence tabi – iktidarı paylaşmaya hevesliymiş. Faşist sayılabilirler mi? Irkçı olmadıklarına göre faşist demek yanlış ya da eksik olur, ama faşizmin ırkçılıkla mahdut olduğunu kim söylemiş?
Faşizmin bir de romantik pardon psikanalitik yorumu var: “Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar.” Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’a atfedilen bu sözün Almanca orijinali bildiğim kadarıyla şöyle: “Der Faschismus ist das erste in einer Beziehung zwischen einem Mann und einer Frau.” Ben olsam “Faşizm, bir erkekle bir kadın arasındaki ilişkide ilk yaşanandır.” gibi çevirirdim. Siyasi değil, şiirsel bir tespit aslında…
Sahi Avusturyalı bir yazar neden Nazizm yerine Faşizm ifadesini tercih eder?
Kimlik envanterinin şiştiği bu çağda faşizm hemen her duruma uyarlanan bir çözümleme kolaylığı sağlıyor. Üç aşağı beş yukarı faşizm açısından ele alamayacağınız bir mesele yok. Homofobiden İslamofobiye neredeyse her toplumsal sorun – derinliğine bakmaksızın – faşizmin bir yorumu olarak okunabiliyor.
Turgut Uyar, “Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin” diyordu. Bu sevişmenin tanımıdır aslında, faşizmin değil. Ama faşizmle sevişme arasında bir ilişki olduğu – Ingeborg Bachmann’ın yanlış anladığımız sözlerinde yansıdığı gibi – inkar edilebilir mi? Sadece senin ter kokunu seviyorum, başkalarınınki iğrenç. İşte faşizm! Yani romantik anlamda…
Elbette bu romantik anlam sadece yatakta kalmıyor. Faşizm özünde ötekini çirkin, akılsız, yetersiz ya da düşman görmek değil mi? Tarih faşist dehalarla dolu. Bir bölümü büyük sanatçılar, Ezra Pound gibi. Heidegger gibi – Nazi mi? – derin felsefeciler var listede. Atom bombasının yaratılmasına rol alan Oppenheimer ya da Enrico Fermi’ye ne diyeceğiz? Fermi, İtalyan faşizminden kaçmış ve Japonya’ya atılan nükleer bombaların üretiminde bizzat rol almıştı. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında işlediği suçların da haddi hesabı yok.
Bizde de faşist ithamlarının sonu yok… Kimilerine göre vesayetçi ideolojinin büyük temsilcisi CHP dışında faşist yok. Ülkücüleri ya da MHP’yi faşist sayanlar var mı? Çok elbette, var. Vatan Partisi’ne ya da TKP’ye faşist diyenler yok mu? AKP tarafından temsil edilen rejimin kendisini ‘faşist’ olarak değerlendirenler de hiç az değil. Muhafazakarlara sorulursa LGBT ‘dayatması’ dış mihrakların işlettiği faşist bir uygulama, belli bir insan tipini dayatan sapkın bir ideoloji. Yeni sol açısından aldığımız nefes faşizm kokuyor. Faşistler yazar ya da şair olamaz diyenler var. Eh, falanjistler de balıkçı olamaz o zaman… Aynı kafa. ‘Türcülük’ diye yeni bir akım var. Köpeğe ‘hoşt’ diyen faşist buna göre… Kısacası insan olmanın, insan doğmanın kendisinin faşizm olarak adlandırılabildiği bir çağdayız.
Bu derece savrulan bir terim ister istemez anlamını yitiriyor. Ne milliyetçiliği ne de ırkçılığı içerebiliyor. Eleştirel anlamından soyunmuş, köyün delisi gibi ortalıkta dolaşan bir faşizm tanımı. Tükürük hokkası gibi bir şey… Gelen geçen söyleniyor ama artık bir şeye de yaramıyor.