Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIFaşistçe şeyler…

Faşistçe şeyler…

Bizim kuşak kahrolası faşizmle, emperyalizmle büyüdü sayılır. Sonra “dillere düşen” bir kelimeden ziyade, biraz gözden, “dilden düşen” kavramlar arasına ilişti bir süre. Şimdi yine gündemde. Üstelik “sol”a mahsus o kavramlar artık iktidara da kısmet, “çerez” oldu. Çeşitleri de “Irkçı, lümpen faşizm”le, “dijital”iyle çoğaldı hatta. Eh, oluyor her an “faşistçe” şeyler, insanlar “faşizan faşizan” dolaşıyor ortalıkta. Adını koy(a)masak da öyle.

Bazı kelimeler, kavramlar bazı insanların dilinde eğreti, emanet duruyor. Öyle ki o kelimeyi söylerken dilinden yere düşse (ki düşüyor), refleksle alıp geri bile ver(e)mezsin. Bırakırsın yerde kalsın… Siyaset meydanında örneği çok. Gündelik yansımaları da ibadullah. Söylediğinde kulağına batan sivri, “büyük kelimeler, kavramlar” bilhassa. Batıyor… Onun da ağzında, hatta yutkunsa boğazında “yabancı cisim” gibi zaten. “Çiğnemeden yutulmaz, boğazında kalır” denilen kavramlar, sıfatlar çoğu. 

Velâkin çoğu “hatip”i de o eğreti, iri, okkalı kelimeleri, (ç)alıntı, takma (protez) kavramları, onlardan ibaret hurda ama popüler hamaseti büyütüyor maalesef. Bağırmasa, fısıldasa-tıslasa bile vurgusu da “He hey, bre hey!”, yankısı kuvvetli. Gerektiğinde “öteki”lerin, “düşman”ların terminolojisini de kullanıyor, şahsını, safını tanımlayan sıfatları bile ele güne karşı savurmaktan ar etmiyor. 

Mikrofonda faşo-hamaset 

Hamaset faşizmin de profiline pek yakışıyor doğrusu. Özünde var. Omzuna almazsa kendini çıplak hissediyor. Mesela faşizmin, ırkçılığın, zulmün markası Adolf Hitler’i radyoyu en etkili, işlevsel kullanan liderlerin (diktatörlerin) başına yerleştiriyor kaynaklar. 

Mikrofon kahramanı… Başta üstat Joseph Goebbels’in “sağdan soldan” derlediği/devşirdiği, Führer’in konuşma metinlerine savurduğu kelimeler, kavramlar söyleminin dil bombaları. Çok etkili…

“İmparator”luğunun rejiminin adı da derme-“çatma”: Nasyonal Sosyalizm. Hitler bu adı kendi(leri)ne öyle mâlediyor ki, “Marksistlerin, komünistlerin sosyalizm terimini çaldığını, anlamını bozduğunu” bile iddia ediyor: “Sosyalizmi onların elinden alacağım…” 

Hitler’in dilinden düşenler

Konuşmaları tepe tepe kullandığı “ödünç”, devşirme kavramlarla da iri. “Her türlü kapitalizmle mücadele, devrim, devrimci yapılanma, eşitlik, özgürlük, kalkınma, refah… “Sosyal adalet, milli yargı” da var. 

Nazi Almanyası’ndaki “milli yargı”nın da anlamı, işleyişi, elemanlarının da huşûyla telaffuz ettiği gibi “Kanun Hitlerdir”de gizli elbet. Bir adım sonrasında kurulan “Ulusal Mahkeme”, “Halk Mahkemeleri” var. Ve yargıçların kararlarında milli duyguları, “halk duyarlılığı”nı rehber almalarının emredilmesi… “Aryan yargı” desek o da, “yargı”nın iki anlamıyla da- oturuyor yerine. İlkokuldan başlayan eğitimden yürütme-yasama-yargıya biçilmiş kaftan. “Milli yargı”nın tipik uygulaması ise adım adım soykırım.

Lafla yürüyen peynir gemisi

Benliğinde, zihninde, karakterinde asla yerine oturmayan, bir anlam taşımayan, mânâsını bulamayan değerleri, kelimeleri, kavramları kolayca sarf etmeyi seviyor bazı politikacılar. Kimi mahkûm da ona… Lafta da olsa, kalsa da öyle görünmesi lazım. Lafla da yürüyor eski kaşar peyniri gemisi bazen. 

Sen de vitrinine bakıyorsun çoğu kez, dükkânına girmek yasak ne de olsa… Yaptıklarını seçmece, pozitif kelimelerin, asla sahip olmadığı, hatta savunmadığı değerlerin nakaratına boğmak, unutturmak “hah hah ha hatip”liğinin” ana şartı. Sana düşen acı bir kahkaha…

Negatif, “değersiz” kelimeleri, tanıları, tasvirleri de üstünden atmaya, yansıtmaya çabalıyor. Aslında kendisine uyan, atfedilen, sıfatıyla yerli yerine oturan kelimeleri, kavramları da başkalarına pervasızca savurmaya bayılıyor. Çoluk çocuk münakaşasında diyecek bir şey, bir karşılık bulamayıp “Sensin, sensin o…” diye bağırmak misali. “Anti” sözlüğü de kalabalık.

Faşizm müsveddesi mi faşizan mı

Trump’ın gözdelerinden Teksas Valisi Greg Abbott’un Winston Churchill’e mal edilen ama öyle olmadığı kayda geçen o cümleyi pek sevmesi ondan: “Geleceğin faşistleri kendilerine anti-faşist diyecek…” Valla gideri var, örneği çok doğrusu. Velâkin göçmenlerden, kürtajdan LGBT haklarına, ayrımcılığa, silahlanmaya kadar duruşuyla kendisi sabıkalı. O vecizeyle muhtemel atıfları üzerinden savmanın derdinde: “Esas faşist onlar…”

Eh, ortalıkta salınışıyla “üstat”ı Donald Trump desen, yasalar kıstırınca “ABD faşizmi”nin altında ezilen bir anti-faşist! Daha iki ay önce “Faşist bir devlette yaşıyoruz” diye yakındı dünyaya. Feveranının nedeni ise birlikte olduğu bir porno yıldızına “sus payı” ödemek, iş kayıtlarında tahrifat yapmakla filan ilgili 34 ayrı suçtan “suçlu” bulunması… “Büyük kelimeler” sadece dilinde değil yüzünde, ifadesinde de sırıtıyor.

Amerika’da birçok kaynakta Trump’ın ne kadar, nasıl bir faşist olduğu, öyle sayılıp sayılamayacağı da tartışılıyor ama ne gam. “Kalben öyle, yok fikren öyle” diye saflaşan da var,   “Fikri, tavrı öyleyse, kalben faşist olup olmaması önemli değildir” diyen de… Eh, ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, mizojini, otoriterlik, düşmanlık, kısaca bir deyim payesini kazanan  “Trumplık” defterinin kenar süsleri. “Faşizm müsveddesi” mi demeli… Daha ağırbaşlı deyimiyle “faşizan” mı?

Harbisi Mussolini’ydi…

Siyaset meydanında faşizm de her daim yansıtılan, hasmına yöneltilip savuşturulan kelimeler, terminoloji arasında popüler. Zira faşist diktatör Mussolini’den beri gerine gerine “Kimse kusura bakmasın, ben faşistim, biz faşistiz” demiyor pek. Partisinin adını “Ulusal Faşist Parti” koymuyor. Çağdaş kullanımı kabaca “Faşist!-Sensin faşist!” münazarası üzerinden yürüyor. Masa topu…

Kahrolası faşizm bizim kuşak için de bildik mesele. Onunla büyüdük sayılır. Çocukluğumuzda da, gençliğimizde de dillere destan, kahırlara fistan. Sonra küllendi biraz. Gençliğimize oranla uluorta, “dillere düşen” bir kelimeden ziyade, biraz gözden, “dilden düşen” kavramlar arasına ilişti bir süre. Kullanımı da daha çok “sol” yelpazedeydi, sonra iktidara da “çerez” oldu.

Faşizme karşı koltuk koltuğa

Bugünlerde yine dillerde… Ne acı ama faşizme karşı mücadelenin dillenmesiyle de gayet yerinde, ne güzel bir bakıma. İktidarın “Instagram”a erişimi engellemesi vesilesiyle de olsa nefsimizi köreltiyoruz biraz. 

Önce Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum, hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “dijital faşizm”i gündeme yerleştirdi. Bakan Tekin mesajını “#DijitalFaşizme hep birlikte dur demeliyiz!” “hastag”iyle de paylaştı. “Faşizme karşı koltuk koltuğa” desem yeridir. 

Bu kez “dijital faşizm”e karşıyız. Haziran sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye gibi bir devleti, ırkçı, lümpen faşizmin sığ sularına hapsetmeye kimsenin gücü yetmez” çıkışıyla öbürüne de kahretmiştik. Gerçi ırkçısını, ekstrasını Hitler’den iyi biliyorduk da, “lümpen”ini yeni idrak edeceğiz belki. Zira o kavram da Marksizm’den, “lümpen proletarya”dan devşirilmiş. Ödünç ve eğreti…

Emperyalizm de yuvarlandı

Dijital olanına dönersek… Başdanışman Uçum 2 Ağustos’ta twitter hesabından “Milli ve egemen devletlerin dijital faşizme karşı yükümlülüğü” başlıklı bir yazısını paylaştı. “Milli ve egemen” biz oluyoruz, faşistler ise ötekiler. Dış düşmanlar ve bir kısım yerli işbirlikçileri. 

Yazısında “küresel emperyalizm”in parçası olan sermaye güçlerinin yönettiği sosyal medya mecralarına “safça sahip çıkma”nın, “dijital faşizm”in risklerine değiniyor. Emperyalizm de raftan indirilen, bitpazarına beddualarıyla az biraz nur getiren kavramlardan. Ancak faşizmin “Kahrolsun”la cehennemin dibine gitmesi nispeten bir umut, dileğimiz de, emperyalizmin kahrolması daha müşkül galiba.

“Her türlü sansür ve yasak”!

Solun popülerliğini yitirmesiyle solan, küllenen “anti-emperyalizm” de sağın söylemine devşiriliyor. “Yeni emperyalizm”in hâli nicedir fazla bilemiyorum ama eskisi bizim dilimizde yenileniyor/yineleniyor, “küresel” de olduğu için kolayca ortaya yuvarlanabiliyor. “Anti”li iktidar menüsüne yerli-milli bir katkı. “Dış düşmanlar”dan daha bilimsel, okkalı, entelektrük bir kere.

Uçum şöyle devam ediyor: “İsmail Haniye’nin taziye mesajlarının engellenmesinde olduğu gibi her türlü sansür ve yasak da içinde faşist uygulamalara karşı da hukuki, siyasi ve toplumsal tavır almak önemlidir. Aksi halde özellikle sosyal-medya ve dijital platformlar üzerinden oluşturulan anti-özgürlük alanlarıyla dijital faşizm riski artmaya devam edecektir.” “Her türlü sansür ve yasak” deyince insanın aklından neler neler geçiyor tabii de… Başka mevzu.

Olmayana ergi yöntemi

Bu “anti-faşist (dahi emperyalist)” minifestonun, girizgâhın hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan da partisinin “İnsan Hakları Başkanlığı”nın düzenlediği “İnsan Hakları Eğitim Programı”nda konuşuyor. İnsan hakları taşıyor eğitici programdan… Bir paragraf açıp programdan bahsetmem şart, herkese lazım.

Sekiz oturum planlanmış. İlgili bakanların, başkanların vereceği eğitimde ana başlıklar  “medya ve insan hakları”, “yargı ve insan hakları”, “göç ve insan hakları”, “eğitimin demokratikleşmesi ve fırsat eşitliği”, “sosyal politikalar ve insan hakları”, “siyaset ve insan hakları”… O oturumlar başlamadı ama başlıkların ülkedeki hal-i pür melalini düşününce bana “kurgu-ilim” türünde gibi geliyor. 

Bir bakıma “Olmayana ergi yöntemi”yle düzenlendiğini sandığım program, anladığım kadarıyla dışa eleştirel seyredecek de özeleştiri gene sineye çekilmeyecek. Zira AK Parti teşkilatlarına verilecek eğitim “partinin 22 yıllık iktidarı süresince atılan adımlar ile dünyada insan hakları ihlallerindeki artışın nedenleri” çerçevesindeolacakmış. Dünya bir yana, biz bir yana…

Ağzına kürekle vurulanın hakları

AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı da geçen yıl Sabah Gazetesi’ndeki yazısında (24 Nisan 2023) “Bundan böyle ‘millet aç’ diye böğürenlerin ağzına kürekle vurmak lazım” diyen Hasan Basri Yalçın. 

Aynı haberde eğitim programında neler anlatılacağını da özetliyor: “İktidarlarının insan haklarına yaptığı katkılar” ve “bunu sağlamış olmalarının iktidarlarının en büyük başarılarından biri” olması…

Yalçın “Dünyanın ciddi çalkantılı bir döneminde, insan haklarını konuşmanın ve insan özgürlüklerini artırmanınçok kolay olmadığını” da vurguluyor. Programı “Türkiye’de AK Parti iktidarlarının bir şekilde insan hakları konusunda vatandaşa hesap vermesi” olarak da nitelendiriyor. Lâkin bir şekilde verecekleri hesabın muhasebesi ise “Bakın biz bunları yaptık”tan geçiyor. “Bunları yapamadık” yine mevzu dışı yani.

Dünyanın kaybettiğini biz bulduk

Neyse, yeniden hep birlikte karşı çıkmamız gereken faşizme, emperyalizme filan dönersek… Açılışta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın prompterdaki “insan hakları eğitim notları” da Uçum’un “dijital faşizm”inin açılımı, dışa-içe bölüşümü. Emperyalizmin kulakları ise “küresel sistem”le çınlatılıyor. Erdoğan da sözlerine haklı, uygun bir basamaktan, Filistin’den, İsrail soykırımından, zulmünden, “İsmail Haniye suikastı”ndan başlıyor. 

“İflas eden küresel sistem”in yitirdiği ama AK Parti iktidarı sayesinde Türkiye’nin kazandığı, koruduğu değerleri sıralıyor. Başta “ahlak ve vicdan kaybı”: “İnsan hakları, demokrasi, hukuk ve küresel adalet gibi asırların birikimi olan kavramların içini de boşaltıyorlar, yıpratıyorlar. 

Kimse kusura bakmasın ama özgürlükleri savunmak böyle olmaz. 

Bunun adı ifade hürriyetine sahip çıkmak da değildir. Rahmetli Malik El Şahbaz’ın (Malcom X.) tarifiyle bunun adı ev zenciliğidir. Batıdan çok batıcı, İsrail’den çok İsrailci, ezik olduğu kadar fırsatçı da olan bu ev zencilerinin hayattaki tek varlık gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır. Bizim bunlarla işimiz yok. Bugüne kadar ev zencilerini muhatap kabul etmedik, onlara sadece acıyarak baktık. Mücadelemizi onların efendilerine karşı yürüttük. Bugün de kuklalarla vakit harcamıyor, asıl onları oynatan kuklacılara odaklanıyoruz.”

Kulağa, dile batan… 

Kulağıma batan, fikrimce dile batması da gereken nitelemelerden birisi de “Ev zencisi”. Dile getirmek, düşürmek zor. “Bin düşün bir söyle”ye verilecek örneklerden… Siyahların lideri Malcolm X. bunu kullanmış. Zira üzerlerine yapıştırılan o sıfat, adını öyle koyan zihniyet yüzünden yüzyıllar boyu öldürülen, zulmedilenlerden birisi o. Kızgın damgasını bile vurdular tenlerine, bedenlerine…

Siyahların argosunda, “espri”sinde, “nigger”ın da yeri, adabı farklı. Pek katılmasam da bir tür “kullanım hakkı, serbestiyeti” tanıyor onlara. Acı bir kara mizah, “yoldaş, samimi arkadaş ironisi” belki. “Hip-hop kültürü”ne de uzak değil. Ama orada bile batıyor işte… 

Sempatize etme tehlikesi

ABD’de yapılan birçok araştırmaya göre insanların çoğu o kelimenin asla ağza alınmamasından yana. Öyle ki “negro” kelimesi yerine “N-word” kodlaması kullanılıyor birçok örnekte. “Sadece siyahlar kullanabilir”i de katılanların yüzde 60’ı kabul etmiyor. Araştırmalara katılan siyahların yarısından fazlası da aynı düşüncede. 

Netameli zira; esprisi, şakası bile o kelimeyi çınlatıyor. “Bir bağlamda” olsa bile bu kullanımın sonuçları karmaşık, tehlikeli. Kelimenin tehlikesi “uçucu”, nerelere uçağı, konacağı, ne etki yaratacağı belirsiz, -olağan- şüpheli. Siyahların kullanmasını bir şekilde “sempatize edici, sempatikleştirici” bulan da çok.

Örnek insan hakları karnemiz

Bizim örneğimize gelirsek… Cumhurbaşkanı Erdoğan da “ev zencisi”ni bir “hakaret malzemesi” olarak kullanıyor esasında. Yankısı nasıl, nicedir, nereden gelir, nereye gider bilemiyorum. Ama İnsan Hakları’yla ilgili konuşmasına temel olan dış dünya, iflas eden “küresel sistem” finaldeki cümlesiyle bende hazin duygular yaratıyor:

“İnsan Hakları Başkanlığımızın hazırladığı kitap çalışmalarının da AK Parti hükümetlerinin örnek insan hakları karnesini ortaya koyacağına inanıyorum…” Velâkin o sözü edilen “İnsan Hakları” karnemiz elden ele dünyayı dolaşıyor maalesef. 

Endeksler faşist mi yoksa?

Yeniden bakıyorum biraz… Uluslararası kuruluşların raporlarında, sıralamalarında bu mevzuda da altlarda debeleniyoruz. İnsan hakları karnemiz zayıflarla dolu, “sınıfımızı” bir türlü geçemiyoruz. Hatta “Freedom House” gibi dünya çapında sıralamalarda yedi yıldır “hür olmayan ülkeler” sınıfına, kategorisine düşmüşüz. 

Dünyanın en büyük işçi sendikaları konfederasyonu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) yayınladığı “Küresel Haklar Endeksi 2024”deki hâlimizi de geçen ay gördük. Türkiye en sonlarda, “çalışanlar için en kötü 10 ülke” arasında. İki yıldır aynı kategoride… Bangladeş, Belarus, Ekvador, Mısır, Esvatini, Guatemala, Myanmar, Filipinler, Tunus’la birlikte 5. grupta. 

Dünya Demokrasi Endeksi’nde ise “hibrit (melez) demokrasi”lerin, rejimlerin alt sıralarında, misal Uganda’nın filan gerisindeyiz. Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 158. sırada. O mihraklara da “endeks faşizmi” mi demeli acaba? 

Analog-dijital faşizm

Evet, faşizme karşı olmak, ona karşı birlikte mücadele etmek acil, şart… Dijital olana da ama eğretilemem mâzur görülürse “Analog faşizm”e, “anam babam işi”ne de… Misal dijital saatler yalnızca belirlenen, görevlendirildiği verileri, rakamı, o “an”ı gösterirken, analog saatte akrep, yelkovan ve saat ibresinin hareketini, sürekli döndüğünü, ilerlediğini, resmin bütününü görüyoruz bir bakıma. “Analog”un dijitalden farkını “gerçek hayatın bir yansıması” olarak da tanımlıyor kaynaklar.

Faşizme karşı mücadelenin zamanının geldiği toplumdaki gündelik yansımalarla, “sıradan” söylemlerle bile belli. Amatör bir milli Nazi sempatizanının kostümüyle ful aksesuar, elde bıçak -acemi- performansını sergilemesi şart değil.

Ancak faşizmin adını koyarken, teşhisinde de meşhur, ilk, eski örneklerinden, şablonlarından hareket ediyoruz çoğu kez. Faşist yerine “faşizan” demek de doyurmuyor nefsi. Günlük, sıradan faşizm, o eğilim, o ruh, iştiyak adını koymada gözden kaçabiliyor. O nedenle “faşizan”ı kullanıma, dolaşıma daha çok açmak çok önemli. Hemen her gün “faşistçe” şeyler oluyor çünkü.

- Advertisment -