Siyonist İsrail’in İslam coğrafyasının kalbine hançer gibi sokulmasının üzerinden tam 73 yıl geçti. 73 yılda demografi, coğrafya, güç, siyaset, devlet her şey Filistin ve Filistinli aleyhine değişti. 1948’de gerçekleşen Nekbe’den (büyük felaket) bu yana Filistinlilerin yüzü hiç gülmedi. Siyonizm işgal ettiği bu topraklarda hep daha fazlasını istedi; hep daha acımasız, hep daha pervasız oldu. Gün oldu Filistinlilerin özgürlüğüne, namusuna göz koydu, gün oldu malına, canına el koydu. Holokost terimini dünyanın gündemine sokanlar kendi soykırımlarını dünyanın gözüne soka soka gerçekleştirmekte bir beis görmedi. Bir milleti kendi evinde mülteci durumuna düşürenler gasp ettikleri ev sahiplerinin direnişini illegal ilan etti. Bir gecede değişti Filistinlilerin kaderi; bir gecede evsiz, barksız, tarihsiz, vatansız kaldılar. Kendi vatanlarında vatansız kalanların öyküsüdür Filistin, en temel haklara bile sahip olamayanların ülkesi.
İngiliz işgaliyle hapsedilen Filistinlilere ağıt yakan kadınlar, o gün bu gündür ağıt yakmaya devam ediyorlar. Filistin topraklarında bunca yıldır bir direnişin türküsü söyleniyor. Canlarından, imanlarından ve cesaretlerinden başka hiçbir şeyi olmayan insanlar dünyaya meydan okuyor. Her evde bir şehit, her evde bir yetim, her evde bir göz yaşı var ama onları bu direnişten vazgeçirebilecek bir güç yok.
Her türlü yok etme operasyonları Filistinlilerin göğsüne çarpıp yeni bir güce ve kararlılığa dönüşüyor. Onlar zorlu zamanların insanları. Bu zor zamanlarda büyüttükleri imanlarına, haklı olmanın verdiği güç de eklenince her biri aynı hikâyenin farklı kahramanlarına dönüşüyor. Ölüm bile onları durdurmanın bir yolu olmaktan çıkıp, daha kutlu bir yolculuğun şiarına dönüştüyse eğer; zaten ne engel olabilir ki bu kutlu direnişe.
Filistin’de vatan mücadelesi her şeyden önce geliyor ve bir aşka dönüşüyor; uğruna yaşanılacak ve uğruna ölünecek bir aşka. Ölenler şehit, kalanlar gazi, savaşanlar kahraman. Bunun dışında bir kategori yok gibi. Ölenin ardından üzülmek bile kusur. Filistin; evlatlarını vatan uğruna tekbirlerle, dualarla, sevgiyle ve huzurla uğurlayanların ülkesi.
Filistinliler toprak gibi, vatan gibi, din, iman gibi daha üst bir bilincin, daha yüksek bir şuurun temsilcisi. Onlar adaletsizliği, zulmü, yok sayılmayı, ötekileştirilmeyi, kovulmayı, direnişi, mücadeleyi, demokrasiyi, savaşı, işgali kitaplardan öğrenmediler.
Barış, insanlık, merhamet, anlaşma, hukuk gibi kelime ve kavramların ne kadar boş ve ne kadar siyasi söylemler olduğunu yaşayarak öğrendiler ve tüm dünyaya gösterdiler.
Filistin halkı topyekûn bu direnişin faili durumunda; kadın-çocuk, genç-yaşlı fark etmez.
Filistin’de kadın olmak, her şey olmak demek; anne, baba, ekmek, sevgi, motivasyon, emek, direniş demek. Filistin’de anne olmak kendi rahminden Filistin’i yeniden doğurmak demek, daha en başından şehit eşe, şehit anası olmaya yazgılı olmak demek.
Filistinli kadın direnişin taşıyıcısı, direnişin sembolü. Bu bir seçim değil bir zorunluluk. Kimi zaman şarkılarla, ezgilerle, kimi zaman sanatla, grafitiyle, kimi zaman sosyal medyadan verdikleri mesajla mücadelenin kalbinden ses veriyorlar; “Filistin vatanımız, hiçbir yere gitmiyoruz.”
İsrail polisi tarafından göz altına alınan kadınların gözlerinde korkudan eser yok. Onlar haklı olmanın getirdiği güçle gülümsüyorlar dünyaya; elleri kelepçeli de olsa, ülkelerini işgal eden zorba güçlere “ruhumu işgal edemezsin” dercesine aydınlık yüzleri.
“Normal bir çocuk olmak istiyorum”
Filistin dünyanın nimetlerinden, güzelliğinden hiç faydalanamayan, hatta en temel yaşamsal imkânlara erişemeden ölen insanların ülkesi. Hayalleri gasp edilmiş, sadece toprakları değil çocuklukları da çalınmış, bayramları kan ve bomba kokan çocukların ülkesi…
Bomba seslerine, ağlayan çocuk seslerinin karıştığı Gazze’den, yıkılmış evlerinin enkazından dünyanın vicdanına seslenen çocukların sesi acep duyulur mu bir gün? Ya da 10 yaşındaki Nadin Abdullatif’in, “Ben de diğer çocuklar gibi normal bir çocuk olmak istiyorum” çığlığı karşılık bulur mu bir gün?
Halbuki işgal bölgelerinde yaşayan çocukların çocuk olma şansı yoktur. Savaş büyütür onları zamanından çok erken. Gazze’de de çocuklar bu direnişin bir parçası; mesajlarıyla, şarkılarıyla, gözyaşlarıyla, verdikleri mücadeleyle dünyanın adaletini sorgulayan çocuklar onlar. Dünyanın adaletsizliğinin yükünü çeken, insan hakları, çocuk hakları, demokrasi, uluslararası anlaşma gibi safsataların turnusol kâğıdı onlar.
Direnişin kalbi Gazze
Hem İsrail’e silah desteği sağlayıp hem de Filistin’de ölen sivil ve çocuklardan endişe duyduğunu ifade eden Biden gibi siyasilerin iki yüzlülüğünün tecelli ettiği yer Gazze.
Direnişin kalbi Gazze’de sadece siviller öldürülmedi, şehir de tahrip edildi. Okullar, hastaneler, temiz içme suyu kaynakları, yollar, evler, kamu binaları yerle bir edildi. Zaten abluka altına alınarak yaşam damarları kesilmiş olan Gazze; yeniden 50 yıl öncesine döndü. Yerinden edemedikleri, her türlü zulme ve yıldırmaya rağmen boyun eğdiremedikleri insanlara verilen bir ceza bu.
Bu saldırı haksızmış, hukuksuzmuş, kime ne? İsrail’i kim durduracak? Bütün bunlardan sonra İsrail’e uygulanacak hiçbir yaptırım yok, bugüne kadar da hiç olmadı. Kınama mesajları işgale itiraz edenlerin gazını almaktan başka bir işe de yaramıyor. Devletler çıkarları doğrultusunda vaziyet aldılar çoktan. Zaten egemen güçlerin kendini savunma hakkından dem vurduğu bir İsrail olduğu sürece, kendini savunmaya çalışan Filistinlilerin varlığı bir kusur olabilirdi ancak.
Yine de yeni yeni filizlenen umuda tutunmak istiyor insan: İnsan hakları örgütleri İsrail’i Filistinlilere karşı yargısız infaz yapmakla suçluyor. Birtakım siyasiler bunun bir soykırım ya da savaş suçu olduğunu dillendiriliyor. Yıllardır yaşanan zulmün ağırlığını taşımak istemeyen Yahudiler bile ses veriyor artık. Amerika’da faaliyet gösteren Yahudiler “Barış İçin Yahudi Sesi” başlığıyla yayınladıkları bildiride, ”İsrail’i, Filistinli sivilleri evlerinden zorla çıkartarak toprak hırsızlığı ve etnik temizlik yapmakla suçluyor ve Filistinlilerin yanındayız” diyor. Futbolculardan sanatçılara, sivil topluma ve hatta parlamenterlere kadar “yeter artık” diyenler var. Dünyanın vicdanı uyanıyor. Duvarlar arasına hapsedilmiş bir milletin yükselen feryadı zihinleri esir alan önyargıları geçip yüreklere ulaşıyor.
Ve her şeye rağmen mücadele azmini hiç yitirmeyen bir halkın direnişi, destan yazmaya devam ediyor. İşgalin ortasına doğmuş çocuklar, direnmeyi miras alıyor büyüklerinden. Bu ülküyle büyüyor, bu ülküyle ölüme koşuyorlar. 73 yıldır onları mücadeleden hiçbir şey vazgeçiremedi, görünen o ki vazgeçiremeyecek de.
Zaten ölüm bile engel değilse eğer, bu haklı mücadelede onları kim durdurabilir ki?