7 Ekim’den bu yana Filistin tekrar gündemimize girdi. Aslında Filistin’in toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını destekleyen ve 1800’lerin sonunda başlayan bu dram ve işgali dünyaya farklı yöntemlerle duyurmaya çalışan öyle çok insan var ki bu kadar aleni bir trajedi nasıl son bulmaz, insanı hayrete düşürüyor.
Ekim başında Uluslararası Frankfurt Kitap fuarında 2023 LiBeraturpreis ödülüne layık görülen Filistinli yazar Adania Shibli için düzenlenmesi beklenen tören iptal edildi. Hamas’ın başlattığı savaş nedeniyle bunca insan ölürken tören yapılmasını doğru bulmadıkları için organizasyonun iptal edildiğini fakat Shibli imzalı Bir Küçük Ayrıntı eserinin ödülü resmen aldığını söylediler. Shibli’yle bu durumun istişare edilmediği ve böylesine Filistin’e odaklanan bir eserin kutlanacağı törenin iptal edilmesinin bir yayıncılık sansürü olduğu gündeme geldi, yazara edebiyat çevrelerinden destek yağdı.
Bir Küçük Ayrıntı, Filistin tarihindeki önemli dönüm noktalarından birini, 1948 olayları sonrasında kurumsallaşan İsrail işgalinin küçük ayrıntılarında kaybolan bir kadının öyküsünü anlatıyor. Filistin direnişinde Nakba, büyük felaket, olarak anılan bu dönem temelde henüz Filistinliler ne olup bittiğini anlamadan, İngilizlerin yürüttüğü çift yönlü politikalarının ve diğer Arap devletlerinin zayıflıklarının bu denli bir felaket getireceğini bilmeden kucaklarında bir İsrail devleti bulmalarını simgeliyor. Dahası, henüz devletin kurulması ne demek anlamaya çalışırken zorunlu göçe maruz bırakılıyorlar ve o topraklarda aslında uluslararası toplumun gözü önünde halen devam eden insan kıyımı başlıyor.
Filistin direnişin bölünmüş yapısı, Arap uluslarında birliğe dayalı güçlü bir askeri ve siyasi etkinin olmaması siyaseten önemli unsurlar. Fakat bir sosyo-politik okumayla aslında birinci dünya savaşının sona ermesiyle Filistin topraklarına hükmetmeye başlayan İngilizlerin aynı coğrafyadaki Arapları devletsiz bırakıp, İsrail diye bir yeni siyasi otoriteye alan açacağı dönemin önemli figürlerinin ikna olduğu bir senaryo olmuyor. Arapların o dönemde öncelikle artan işgal koşullarını kabul etmemesinin ve hızlıca bir devlet kurmamalarının en önemli nedeni belki de siyasi olarak orda bir kurumsal Yahudi devleti kurulacağına ve İngilizlerin el ayak çekeceğine inanmıyor oluşları. Yahudilerin demografik ve siyasi etkisi gün be gün artarken, ortaya bir devlet çıkması değil; güçlü Yahudi azınlığa sahip bir Arap devleti oluşması bekleniyordu.
Bir Küçük Ayrıntı tam da bu toplumsal galeyanların ortasında çölle nasıl başa çıkacağını kestiremeyen bir grup yerleşimci İsrail askerinin Negev Çölü’nde buldukları bir bedevi kıza tecavüz edip öldürdüğü trajediyi odak noktası yapıyor. Kitabın ilk kısmı o süreçte olan biteni İsrail askerinin gözünden anlatıyor. Filistin’e dair bir direnişi öyküsü beklentisiyle eline eseri alan okuyucu için, işgalci bir askerle bağ kurmak, onun sancılı bacağı ve haşeratlar yüzünden uyuyamadığı çöl akşamlarındaki buhranını derinden hissetmek beklenmedik bir durum. Yasemin Çongar’la yaptığı söyleşide Shibli, kitabın tam olarak bu zıt gözlemlerle yazıldığını söylüyor. Burası çok ilginç ve bilinmeye değer çünkü okurken tam da yazarın tarif ettiği gibi, Filistin’e sempati duyan yahut o tarafın dramını anlamak isteyen bir okuyucu, kendini birden İsrailli bir askerin zihin dünyasında buluyor:
…Aslında roman bir fıkra sayesinde başladı. Çünkü herkes, katliamla ilgili bir haberi okudum ve romanı yazmaya öyle karar verdim sanıyor. Öyle değil. Bir masadan da, bir sandalyeden de, bir katliamdan da bir anlatı çıkarabilirsiniz. Oysa her şey bir fıkrayla başladı benim için… Kekeme bir adam bir gün otobüse binerken şoföre sormuş: “Bi-bi-bi-le-le-let ka-ka-kaç pa-pa-pa-ra?” Otobüs şoförü de cevap vermiş: “İ-i-i-ki-ki-ki av-av-av-ro-ro-ro.” Adam parayı ödemiş, biletini almış, gidip bir yere oturmuş. Sonra başka biri otobüse binmiş, “Merhaba, bilet ne kadar?” demiş. Otobüs şoförü de cevap vermiş: “İki avro.” Bunu duyan kekeme yolcu öfkeyle ön tarafa gelip, şoföre çıkışmış: “Si-siz be-be-nim-le-le da-dal–ga mı-mı ge-ge-çi-yo-yor-du-du-dunuz? Şoförün cevabı: “Ha-ha-ha-yı-yır be-ben o-o-o-nu-nun-la da-dal-ga ge-ge-çi-yo-yordum.” Bu fıkra bir yandan çok komik, bir yandan da ilk duyduğumda, “Vay be!” diye düşünmüştüm, “Kekeme biri, mükemmel konuşan biriyle dalga geçebilir mi?” Şöyle bir fikir oluştu: Madem ben metnimde bunca kırık, bunca yaralı, bunca noksan bir dille uğraşıyorum, o zaman acaba muktedirin anlatısal yapısını da taklit edebilir miyim? Yani kekeme biri olarak, mükemmel konuşan birinin taklidini yapabilir miyim? Romanı yazmaya başlarken benim için bir saplantıya dönüşmüştü bu. Hiçbir zaman ustası olamayacağım bir şeyde ustalaşmak istiyordum. Mücadelesini verdiğim şey buydu, bu yüzden de bunca uzun zaman aldı yazmak. Kekelememek için özel bir eğitimden geçmek gibiydi. Fakat sonra kekemeler gelip kendi haklarını talep ettiler… Ve ikinci bölüm böyle doğdu…
Shibli, Filistin’de yaşadıkları zor ve imkanları kısıtlı hayatın onlara zengin bir hayal gücüne sahip olma motivasyonu verdiğini söylüyor:
…Tatminkâr bir hayatınız olmayınca hayal gücünüze daha fazla sığınıyorsunuz. Filistin her zaman hayal gücünü tetikleyen bir yer olmuştur; size fantezilere özgü bir âlem sunduğu için değil, orada olmayan şeyler yüzünden, noksanlıklar yüzünden böyledir bu…
Kitabın ikinci bölümü okuyucuyu bu manzaradan alıp, Ramallah’ta yaşayan genç bir kadının dünyasına götürüyor. Kadın, bedevi kızın izini sürmeye başlıyor ve ilerleyen her paragraf Filistin’de yaşanan gündelik trajedileri ve ihlalleri ayyuka çıkarıyor.
Shibli’nin ardından Filistinli aktivist ve Doktor Ghada Karmi’nin Fatıma’yı Ararken isimli otobiyografisini okudum. Karmi’nin eseri, 1930’ların sonunda Kudüs’te çocukken tanık olduğu süreçlerden başlayıp 2000’lere dayanan uzun ve detaylı bir hayat öyküsü. Özellikle ilk bölümlerde Shibli’nin bizle tanıştırdığı askerin paralel evreninde benzer zamanlarda, Karmi ailesinin neler yaşadığını görmek güzel bir karşılaştırma sundu. Karmi, İngiliz manda yönetiminin göreceli olarak daha yumuşak ve iki etnik unsurunda pay aldığı bir siyasi sistem çabasının, Yahudi milislerin saldırıları karşısında eridiği ve Arapların devletsizliğe itildiği o süreci bütün çıplaklığıyla okuyucuya geçiriyor. Arap siyasi unsurların İsrail’in gün be gün kurumsallaşan ve küresel desteği arttıran hareketi karşısında ordusuz ve diplomasi gücünden yoksun kalışı kitabı okurken bende şu soruyu oluşturdu: aynı siyasi isimlere 2023’te Filistin’in hali gösterilse kurulan devleti tanımamayı yine tercih ederler miydi? Yoksa hızlıca bir devlet kurup, kurumsal ve askeri olarak aktif bir yapılanma başlatırlar mıydı? Muhtemelen ölmek pahasına evlerini bırakıp birkaç aya döneriz diye civar Arap ülkelerine gitmezlerdi. Yahut silah zoruyla evlerinden çıkarılırken, 100 yıl boyunca devletsiz kalacaklarını, İsrail’in bu savaş metodunu tekrar tekrar kullanacağını beklemezlerdi. Oysa bu trajediler içinde Filistin’e dair öyle benzer ‘küçük’ ayrıntılar var ki. 7 Ekim’den bu yana bile Filistin’in dramına ilk kez tanık olanlar bile belli dersler çıkardılar. 1948’den bu yana değişmeyen şeylerden biri, İsrail’in Filistinlileri öyle ya da böyle göçe zorladığı toprakları birkaç yıl içinde tanınmaz derecede değiştirerek sanki orada 100 yıldır Yahudi bir köy varmış haline getirmesi. Hem Shibli hem Karmi ziyaret ettikleri işgal topraklarda benzer şaşkınlıkları yaşadılar. Gazzeliler neden ölmek pahasında güneye gitmiyorlar sorusunu Türkiye’den soranlara, bir daha asla dönemeyeceklerini biliyorlar demiştim. Filistinliler muhatap oldukları savaş stratejilerini biliyorlar. Kuzey Gazze, büyük bir uluslararası müdahale olmazsa en kısa zamanda Araplara ait bütün tarih tamamen yerle bir edilerek, Avrupa’da bir küçük kasabaymışçasına modern ve temiz bir Yahudi mahallesi haline gelebilir. Adı değişir ve orda yaşanan zulme dair her şey silinir. Filistinli arkadaşım beni Kudüs’ü tepeden gören küçük bir köye götürüp, bir ev gösterdi. Büyükbabası oradan sürülmüş ve Batı Şeria’ya gidip kendine sıfırdan bir hayat kurmuş. Dedesinin anılarının geçtiği o evde kim bilir hangi yerleşimci oturuyor. Köyün adı farklı, mimarisi, insanları asla dedesinin hatırladığı gibi değil. Kültürel miras, siyasi kimliği öylesine derinden etkiliyor ki artık yeni nesil Filistinler için bir şehrin sonradan yaratılmış adını söylemek büyüklerine geldiği kadar garip gelmiyor.
Bu çatışmalar ve uzun vadeli işgal politikalarının sonunda yine bir sürgün hikayesi dinlemek üzereyiz. Gazzeliler Mısır sınırına sürülecekler mi? Cevabını beklediğimiz soru bu.