Giderek güvensizleşen bir dünyada her alanda olduğu gibi güvenlik konularında da iyi yetişmiş, birikimli ve tecrübeli insanlara ihtiyacımız olduğu açık. Sokaklarda işlenen suçlardaki artıştan şiddet sarmalına, evinde bile -belki de en çok orada- güvende olamayan kadınlardan istismara uğrayan çocuklara, kolayca başlatılan savaşlardan sınırlarımızdaki durumlara hileli gıdalardan madde bağımlılığına kadar güvenliğimizle ilgili pek çok acil meselemiz var. Peki ama bütün bunlar karşısında uzmanımız var mı? Hakikaten bu gibi meseleleri uluslararası standartlarda ele alabilecek kaç uzmanımız var ya da? Yapılan sınır ötesi operasyonların başarısını ya da hükümetin ne büyük işler yaptığını anlatmadan önce, askerimizin şanına ya da polisimizin fedakarlığına kapılmadan, içinden çıktığı kurumun her türlü açığını kapatarak meşruluk kazanmaya çalışmadan, elinde asasıyla operasyonlardaki müthiş taktikleri harita üzerinde çiziktirmeden önce gerçekten analitik düşünebilen, eleştirel mesafesini koruyabilen, hükmünü ve duygularını en sona bırakabilen kaç insanımız var?
Ekranlarda güvenlik uzmanı -pardon “güvenlik politikaları uzmanı”- sıfatıyla güvenlik dışındaki her konuda ne dediğini çoğu kez kendisinin de bilmediği, içinden çıktığı kurumların uzantısı ve bir tür yarı-resmi sözcüsü gibi davranarak kendini meşrulaştıran ve bu arada, kurumuna da ara ara güzellemeler yaparak “beni desteklerseniz tam da sizin söyleyemediklerinizi ya da kamuoyunun duymak istediklerini sivil bir edayla söyler, asla sizi üzecek bir şey demeden sanki siz konuşuyormuşsunuz gibi de yapabilirim” demeye çalışan “kullanışlı” insanları keyifle izleyip, bu komedinin içine düşmemek için konudan uzak durmak istesem de okuduğum kimi kitaplar rahat bırakmıyor.
Frédéric Gros’un müthiş kitabı Güvenlik İlkesi (Kolektif kitap. Çev: Servet Urgan) mesela, hem onu okuyup hem de kayıtsız kalamıyorsunuz! Kitap, bu insanları anlatıyor çünkü ve güvenlikçi zihnin kendini mutlaka birilerine ve daha büyük bir güce uydurmak zorunda olduğunu söylüyor: “Güvenlik en genel anlamıyla şeylerin kendileriyle uyumlu olmasını ve bundan doğan fiziki istikrarı işaret eder.” (s.217).
Başka kitaplar da var, tabii. Bunlar o kadar harekete geçirici ki insanın, eline sihirli asasını alıp kanal kanal dolaşası geliyor! Sıfat mı yok, bir şey bulunur diyorum kendi kendime, hiçbir şey olmasa, “eski uzman!” olarak… Fakat sonra, konunun ağırlığını hatırlayıp hemen toparlanıyorum, ciddiyetimi takınıp tıpkı bir “yeni uzman” gibi, ateş çemberinde olduğumuzu ve şehirlerimizin, dünyanın en “güvenli istatistiklerine” sahip olduğunu, İsrail’in savunma sanayimizi baltalamaya çalıştığını ve en büyük güvenlik sorunumuzun içimizdeki hainler olduğunu hatırlıyorum. Böylesine ciddi bir konuyu eğlenceli bulduğum ve sulandırdığım için kendi kendime kızıyor, bir daha yapmayacağıma dair sözler verirken buluyorum.
Güvenlik bürokrasisinde çalışanlar, dili bağlı insanlardır. Gördüklerini ve bildiklerini uluorta konuşamaz, her gerçeği her yerde öylece açık edemezler. Konuşmamaları, ketum olmaları, asla açık vermemeleri ve ne olursa olsun yanlış yaptık dememeleri gerekir. Gizemli bir bilgiye sahiplerdir ve buradan kaynaklı bir gururla sıradan insanların “safdilliği” karşısında ne deseler boş olacak gibi bir tavır geliştirmişlerdir. Çünkü sıradan hayatlar ve insanlar o kadar “esas gerçeklik”ten “bihaber” yaşamaktadırlar ki belki de bu masumluğu (bu insanlar masumluklarını çoktan yitirmişlerdir çünkü!) bozmamak onlar için yapılacak en büyük iyilik olacaktır!
Ekranlardaki güvenlik uzmanları çoğu zaman bu ruh halini bildiklerinden, kimsenin sahip olamayacağı, içeriden birtakım gizemli bilgilerle konuştukları intibaı uyandırarak etkilerini arttırmak isterler. Onlar için güvenliğin her başlığı, bir ulusal güvenlik konusudur ve partiler üstü bir devlet meselesi olmalıdır! Burada ideolojilere, siyasal görüş farklılıklarına, düşünsel ayrılıklara yer yoktur. Oysa, güvenlik alanında uzmanlaşmanın ilk dersi, tam aksine, güvenliğin en siyasal ve en ideolojik alanken nasıl olup da kendini nötr, ideolojisiz ve siyaset-dışı gösterdiğini ortaya çıkarmayla, kendini gizleyen gizli menfaatleri ve çıkar çatışmalarını açık etmeyle ilgilidir. Bizim uzmanlar için, siyasal olanı güvenlikleştirmek en önemli uzman görüşüdür!
Bu sayede, hâkim iktidar için kendilerini kullanışlı hale getirdiklerini bilir, halkın çoğunluğunun arkalarında olduğu zannından gelen bir özgüvenle sıradan insanları aşırılaştırarak güvenliği tartışmasız hale getirme işlevi görürler. İkinci dersse, güvenlik gerekçesinin, içinde her zaman keyfilik taşıdığının bilinmesidir. Diğer deyişle, güvenlik gerekçesi hukuku her zaman için zorunlu olmaktan çıkarır. Bu nedenle iyi bir uzmanın, güvenliğin içinde belli belirsiz, muğlak ve örtük olan keyfilikleri, ideolojileri ve gizli gündemleri ortaya çıkarıp görünür kılmayı görev edinmesi beklenir. Güvenlik, tıpkı siyasi polis gibi her zaman gizli çalışılan bir alandır ve açık edilmedikçe içeriğindeki siyasi yan polisleşir. Bu açık edilmediği müddetçe siyasi olarak özgür olamayız.
Tıpkı Montesquieu’nun çok önce söylediği gibi, “Temel siyasi özgürlük, yasaların bizi devletin keyfiliğinden koruduğunu hissetmektir.” (Kanunların Ruhu Üzerine, XII, s.1).
Güvenlik bürokrasileri için, her türlü hatanın, eksikliğin, aksaklığın ya da yanlış yapmış olmanın kabul edilmesi, güvenliğin işleyiş mantığı gereği, zaaf demektir. Bu durum zaman içerisinde eleştirel düşünceyi yok ederek geriye resmi bakışı yegâne gerçeklik zanneden bir düşünce biçimi bırakır. Güvenlikçi zihniyet denilen şey böylece ortaya çıkar ve özü itibariyle, gerçekliği güvenlik endişelerine göre uydurmak anlamına gelir. İktidar, bütün düşünsel alanı kendine uydurmak için devletin zor gücüne dayanan güvenliği bir “iktidar tekniği” olarak kullanır. Bir adım ötesiyse gerçekliği güvenliğe uydurmak değil güvenliği gerçekliğe uydurarak zihinlerimizi ve hayatlarımızı zorunlu seçenekler etrafında bütünüyle aksi düşünülemeyecek biçimde şekillendirmektir. Buna ulaşıldığında uzmanların tek yapması gereken, halkın hislerine tercüman olmaktan ibarettir çünkü halkın hisleri, aksi düşünülemez olan düşünsel alanın yerine geçirilmiştir.
Bu bir tür güvenlik fetişizmidir ve her fetişizm gibi, patolojik hazlarla yüklüdür.
Şayet, gerçeklik güvenlik endişeleriyle uyumlu değilse, aradaki boşluk güç kullanılarak kapatılmalı, farklı bir gerçeklik algısına yer bırakılmamalıdır. Güvenlik, her zaman için tekçi bir bakışla uyuşur ve ne yaparsanız yapın doğası gereği anti-demokratik bir işleyiş barındırır. Tekel bir alandır ve bu sayede her türlü sorunun faturası, oldukça kolay bir şekilde gerçek sorumluların haricindeki herkese kesilebilir. Yapılan her şey, zorunlu olduğu için yapılmıştır; güvenlik devletinin bir diğer, daha açıklayıcı adı da zaten, zorunluluklar devletidir. Devlet yetkililerinin “zorunlu haller dışında” diye başlayan cümleleri burada istisna olmaktan çıkmış, genel -ve rutin- bir iş yapış biçimine dönüşmüş, aksi düşünülemeyecek hale getirilmiştir. Sivil alana sadece “zorunlu olmayan haller” kalmıştır ki bu tam da olsa da olur olmasa da mantığıyla uyumlu, küçük bir alanı tarif eder.
Bürokraside, yapılan işlerin gerçek sorumlularının en fazla karanlıkta kaldığı kurumlar, güvenlikle ilgili olanlardır. Güvenlik bürokrasileri fazlasıyla kapalı yapılardır ve bu nedenle “anti-sivil” bir işleyişe sahip olduklarından güven değil güvensizlik temelli işlerler. Esas olan, topluma ve sivil dünyaya güvensizlik olduğundan, güven üretmesi beklenen bu kurumlar -ironik biçimde- kolaylıkla tedirginlik kaynağına dönüşebilirler. Bu nedenle, güvenlik demek aslında güvensizlik demektir ya da en iyi ihtimalle geçici bir güven hali. Oysa demokrasiler, güven temelli rejimlerdir ve güvenlik her zaman için kalıcı güveni yok edici bir geçicilik içerir. O nedenle, buralardan gerçek anlamda güvenlik uzmanı yetişme olasılığı -ironik bir biçimde- çok düşük olasılıktır. Çünkü, yine ironik bir biçimde -ki bu alan ironilerle doludur!- güvenlik, eleştirel bakışa en çok ihtiyaç duyulan uzmanlık alanıdır. Diğer bir deyişle, güvenlik uzmanı demek aslında eleştirel güvenlik uzmanı demektir.
Bu konularda önemli çalışmaları olan, Toplumsal Düzenin İnşası (Boğaziçi Üniversitesi Yayınları) yazarı Mark Neocleous, Güvenliğin Eleştirisi (Notabene) kitabında, güvenliği eleştiren insanların genellikle “güvensizliği yeterince ciddiye almamakla” suçlandıklarını ama tam da güvenliği ciddiye almak için bunun gerektiğini söyler: “Güvenliği ciddiye almak demek onu eleştirel bir biçimde ele almak demektir; onun tekelci karakteri karşısında diz çökmek değil.” (s.18). (Neocleous, bizim kanallardaki güvenlik uzmanlarımızın halini görse, görüşlerini gözden geçirirdi belki ve güvenliğin, eleştirinin de ötesinde ancak dalga geçilerek ciddiye alınabilir bir alan haline geldiğini görürdü.)
Güvenliği gerçek anlamda eleştirel bir yerden ele almak, içerden yetişen insanlar için hayli zordur çünkü yine Neocleous’un ustalıkla gösterdiği gibi, “Güvenlik eleştirisi aslında daha geniş iktidar eleştirisinin en önemli parçasıdır.” (s.15).
İçeriden yetişen güvenlik uzmanları bir süre sonra kurumlarından ayrılsalar ya da emekli olup sivil yaşama dönseler de uzun yıllar tek boyutlu bir güvenlikçi bakışa esir olmaktan kaynaklı bir zihinsel resmiyetle hayata baktıklarından, ne kadar kendilerini zorlarlarsa zorlasınlar hayatın karmaşık gerçekliğini anlamakta zorluk çeker, olayları bildikleri şablonlara uydurmaya çalışmaktan kendilerini alamazlar. Diz çökmek, buralarda bir tür sabah sporu gibidir; yapılmadığında kireçlenmeye neden olan anlaşılmaz bir sıkıntı kaynağı demektir. Buna karşın güvenlik alanı dışarıdan sivil uzmanlar için de bir tür “girilmez bölge” gibidir. İç yapının işleyişini, devletin ciğerlerini içeriden görmek gerektiğinden, buna ancak dışarıdan bakarak ulaşan kişiler ne kadar mahir olurlarsa olsunlar söyledikleri her zaman için önemli ölçüde “hariçten” kalmaya mahkumdur. Güvenlik uzmanları sandığımız kişiler, bu durumu çok iyi bilirler ve bunun yarattığı kendilerine yönelik el-mahkûm ihtiyacın keyfini sürerler. Ciddi bir rekabet yoktur, bu kişiler, kendi uzmanlıklarının derecesini kendi başına tayin edebilmek gibi kimselere nasip olmayacak bir konfora sahiptirler.
Neocleous’dan başka bir alıntıyla hatırlatmak gerekirse: “Güvenliğin devletin bir hediyesi olduğu sıkça söylenir; belki de [uzman olmak için öncelikle] bu hediyeyi geri çevirmek gerekiyor.” (s.22). Ya da Epiktetos’un dediğini hep hatırlamak: “Gerçek güvenlik, Sezar’ın güvenliği değildir!”