Geçen haftanın siyaseten en ilginç haberi ne muhalefetin düşük yoğunluklu uzatmalı uzun bıçaklar gecesindeki seyircisi kalmamış yeni salvolar, ne İmamoğlu’nun heyecanı düşük adaylık açıklaması ne de AK Parti’deki İstanbul namzetlerinin heveslerini belli etikleri PR faaliyetleriydi.
Yazın siyasette flash gelişmesi; Erdoğan’ın bu yıl ikinci kez tatile çıkmasıydı.
Ama bu son 20 yıldır son umutlarını Erdoğan’ın sağlık sorunlarına bağlamış olanlar için yine iyi bir haber değildi.
Çünkü Cumhurbaşkanı görünen o ki son 20 yılın hatta tüm siyasi hayatının en rahat günlerini yaşıyor.
Tabii ki bu rahatlığın ana sebebi Erdoğan’ın ikinci turda da zor bir seçimi kazanması oldu.
Hukuk, demokrasi, ifade hürriyeti maddelerinde içerideki vatandaşların bir kısmının içini yakan, daha büyük bir kısmının pek de umurundaymış gibi durmayan kötü karne bir tarafa, dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından biriyle, dünyanın en büyük depremlerinden birinin ardından hem Cumhurbaşkanlığı’nı hem de Meclis’i kazanmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan bile beklemiyordu.
Muhalif çevrelerde Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilmesinin nedeni yanlış aday ama Meclis neden kaybedildi sorusunun henüz bundan başka bir cevabı yok.
Çünkü onun için seçim sonucunun çok derin, acıtıcı, konfor bozucu analizini yapıp ve bu doğrultuda eyleme geçmek gerekecek.
O yüzden seçimden bir hafta önce bu işin ilk turda mı ikinci turda mı biteceğini tartışan muhalifler için Erdoğan’ın seçimlerde yenilmez armada olduğunu artık kabul etmek en rahatlatıcı çözüm oldu.
Herkes biliyor ki seçimden sonra gelen zam ve vergi furyasıyla isyan edenler bu Pazar seçim olsa sandıkta yine Erdoğan’ı seçecekler.
Ve bunun sebebi kendi çıkarlarını gözetemeyecek kadar cahil ya da kandırılmış olmaları değil.
Bu tarihsel şartların yarattığı siyasi hal ve kaçınılmazlık Erdoğan’ın en büyük konforu.
Ama Erdoğan’ın Ankara’yı bu kadar rahat terk edebilmesinin sebebi sadece son seçimin sonuçları değil.
Erdoğan için uzun süredir artık Ankara’da ne derler, ne yaparlar diye kaygılanması gereken bir askeri ve sivil bürokrasi, alternatif bir güç merkezi kalmadı.
Bir zamanlar “iyi saatte olsunlar” diye cinlere benzetilen askeri vesayetinden geriye emekliye sevk edilmesi yanlış anlaşılır endişesiyle gözyaşları içinde Cumhurbaşkanı’na sarılarak veda eden komutanlar kaldı.
Ama bu durum hiç de acıklı değil.
27 Mayıs’tan beri siyasete karışmayı mesleği sanarak askeri disiplini defalarca çiğnemiş, Başbakan eşlerinin gireceği hastanelere bile karışmış bir ordunun, ancak eder bulur meselinde anlatılacak ibretlik hikayesi bu.
Cumhurbaşkanı’nın endişeye sevk edecek bir iç güç kalmadığı gibi, endişe etmesini gerektiren bir dış güç de kalmadı.
İktidar seçimlerde daha taze halka tam tersi öcüler yer bizi hikayeleri atlatsa da, öcü diye bir şey olmadığını iyi bilecek kadar olgun.
Erdoğan, son 20 yıldır bölgede ayakta kalmış Putin’le birlikte en tecrübeli lider.
Son 20 yılda dış güçlerin AK Parti iktidarına desteği, kösteğinden daha fazla oldu. Şimdi de karşılıklı çıkarlarla birbirinin ayağına basmama modu açıldı. Zaten Türkiye dış güçlerin pek de umurunda görünmüyor.
Ekonomiden de yabancılar çekildiği için artık dış güçlerin içeride 2018’de dost ve kardeş Trump’ın yaptığı gibi yapabileceği bir şey kalmadı.
Hatta bizzat iktidar dış ekonomik güçleri yeniden Türkiye’ye çekmek için uğraşıyor.
Yani dışarıda da endişe edecek bir durum yok. Türkiye’ye şu anda en çok etki eden dış güçler Körfez’den gelen sermaye, Afrika’dan gelen sıcaklar ve Balkanlardan gelen soğuk hava dalgaları.
Erdoğan için yurtta ve cihanda olduğu gibi parti içinde de endişeleneceği bir mesele kalmadı.
2019 öncesi belediye başkanlarını bir çırpıda istifa ettirmişti, 2023 seçimlerinde de aralarında Akar ve Soylu gibi bir miktar özgül ağırlığı olan isimlerin de olduğu bakanların yüzde 80’ini meclis komisyonlarına doğru taca çıkardı. Parti içinde artık özgül ağırlığı olan kimse kalmadı. Erdoğan sonrası diye bir tartışma da yok. Erdoğan’ın bir dönem daha aday olmaması önünde hiçbir engel yok.
Cumhurbaşkanı’nın önünde siyaseten tek bir hedef kaldı: İstanbul’u geri almak.
Yerel seçimlere, 2019’daki yerel seçimlere gider gibi gitmiyor siyaset.
Bu kez favori muhalefet değil, iktidar.
Yüzde 48 oyluk bir muhalif dirence rağmen, İstanbul dahil büyükşehirlerdeki üstünlüğe rağmen muhalefetteki uzun bıçaklar gecesinde çıkarılan bıçaklar yerel seçimlere artık aylar kala bile kınlarına girmedi. Bu hesaplaşma ve ittifakı kuramama hali ve kriz potansiyelleri de Erdoğan’ın yerel seçimlerdeki en büyük kozu olacak.
Nitekim, iktidara yakın kanalların en popüler taratışma konusu CHP’deki liderlik mücadelesi ve Altılı Masa’daki kavgalar.
Tüm bu şartlar birleştiğinde, havaların mevsim normallerinin üzerinde gittiği bu yaz Erdoğan son 20 yıldır yapmadığı bir şeyi yaptı ve yazın ikinci kez tatile çıktı.
28 Mayıs’taki seçimlerin ardından Marmaris’te ailesiyle tatil yapan ve Kurban Bayramı tatilini de burada geçiren Cumhurbaşkanı, ailesiyle birlikte tatildeydi. Tatiline daha çok bir Budapeşte turuna benzeyen Orban’ın davetiyle ara verdi.
Peki, Erdoğan’ın başbakanlık yıllarından bu yana aynı yaz ikinci kez çıktığı bu tatil siyaset hakkında bize Erdoğan’ın keyfinin yerinde olması dışında ne söylüyor?
Aslında çok şey.
Son 10 yılını Gezi, 17-25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimi, Suriye krizleri, ekonomik kriz, 2019 yerel seçim yenilgisiyle geçiren Erdoğan için bazıları hayatını bazıları ailesini, hepsi iktidarını tehdit eden büyük meydan okumalar, tehditler devri artık geride kalmış görünüyor.
Tehdit algısının azaldığı, rahat kılçıksız bir beş yıl görünüyor.
Gelecek kaygısı; stress, kaygı bozukluğu, öfke kontrol sorunları, panik atak gibi rahatsızlıkların temel nedeni.
Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı için ekonomi ve hukuki meseleler nedeniyle yakın gelecek karanlık olmasa da bulanık.
İktidarı destekleyenler için bile buğulu ama bir kişi için önümüzdeki beş yıl net: Erdoğan.
Bu iki sonuç yaratabilir.
Cumhurbaşkanı’nin acil durum, olağanüstü hal, tehdit altında olma psikolojisinden çıkması ülkeyi de olağanüstü halden çıkarabilir.
Türkiye’nin psikolojisinin, Erdoğan’ın psikolojisine bağlı olduğu anormallik, gerçek bir normalleşmenin önünü açabilir.
Demokrasinin, ifade hürriyetinin, hukukun, medyanın sıkılmış vanaları gevşetilebilir. Ya da yeniden sıkmaya ihtiyaç duyulmayabilir.
Cumhurbaşkanı, artık mikro yönetimden vazgeçebilir. Hakan Fidan ve Mehmet Şimşek örneklerindeki gibi bazı işleri işi bilenlere delege edip, kenardan izlemeyi tercih edebilir.
Cumhurbaşkanı için bu beş yılı toplumun yüzde 48’inin de rızasını kazanmaya çalışacağı, daha farklı bir miras bırakmak için değerlendirilebilir.
Artık Erdoğan ile yaşamak zorunda olduklarını anlayan Batı, Erdoğan’ı itmek yerine içeriye çekmek için alan açabilir, ekonomik olarak buna ihtiyaç duyan ve seçimlerden bu yana Batı’ya doğru yeşil ışıklar yakan Erdoğan için bu teşvik yeniden Türkiye’nin içerisinde Batı’nın demokrasi ve insan hakları için teşvik edici bir rol oynamasına neden olabilir.
Bu pozitif senaryo.
Ama bu rahatlama her zaman pozitif sonuçlar da yaratmayabilir.
Artık kendisine ve iktidarına yönelik hiçbir tehdit görmeyen Cumhurbaşkanı, bu beş yılı hayalindeki sosyal ve kültürel atılımları yapmak için kullanmak da isteyebilir.
Hep yapmak istediği ama zamansızlıktan ertelediği işleri emekliliğinde yapmaya çalışan emekli konforuna ya da gençliğindeki hızlı hayattan sonra hayatının geri kalanını ahiretine adayan, cami cemaati olan, Umre’ye, Hacca giden bir Müslümanın psikolojisine benzetilebilir.
Ertelenmiş bu kültürel ve sosyal atılımlar/işler yeni kültür savaşlarına neden olabilir. Siyaset tamamen bu kültür savaşlarının arenasına dönebilir. Bundan da yine iktidar kazanır.
Ekonomide ve diplomaside pragmatik ve zorunlu rasyonelleşme, tek başlarına yeterli olursa siyasette, kültürde, sosyal hayatta irrasyonel hayaller denenebilir.
Yaşayıp göreceğiz, zaten yapabileceğimiz başka bir şey de yok.
Siyasette üzerinde yazılacak en heyecanlı ve ilginç gelişmenin Cumhurbaşkanı’nın ikinci kez tatile çıkması olması zaten içinde olduğumuz kurak iklim hakkında yeterince fikir veriyor.
Belki de Cumhurbaşkanı bu beş yılı sık sık tatil yaparak geçirir.
Ne de olsa seçimlerde halka bayrak inmez, ezan susmaz, ülke bölünmez dışında bir vaatte de bulunmadı.
Allaha şükür ezanlar okunamaya, bayraklar dalgalanmaya devam ediyor. Vaatler şimdiden tutuldu.
Kılçıksız, bir daha geri alınamaz, hesap sorulamaz beş yıllık ruhsat Cumhurbaşkanı’nın elinde. Onu beş yıl sonra elinden alabilecek bir muhalefet de o muhalefetin içinden yükseleceği yeni bir fikri harekette de görünmüyor.
Herkes hep durduğu yerde duruyor, klimalar açık, konforlar yerinde.
Cumhurbaşkanı ve ailesine iyi tatiller…