Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHazmedilmeyen âyet

Hazmedilmeyen âyet

Kürtlerin anadiline saygı Türklerin de talep ettiği ve sahip çıktığı bir hak haline geldiğinde devletin ekseni olması gereken ilkesel zemine yerleşecektir. Herhangi bir kişi veya topluluğa karşı adaletsizlik, herkes için adalete bir tehdittir. Ve başkasının hüznünden, sana saadet gelmez. “Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun âyetlerindendir” buyuran bir dine, böyle mi sahip çıkıyorsunuz?

Asabiyetin insana ettiği kötülüklerin ilki, ondaki vicdan terazisini bozması olsa gerektir. Ölçüde tartıda yaptıkları hile sebebiyle helâk edilen Medyen’inkine benzer asabîlerin terazisi… Rivayete göre, Medyenlilerin alışta ayrı, satışta ayrı terazileri vardır. Alışta olması gerekenden ağır ölçek, satışta ise olması gerekenden hafif ölçek kullanarak, alırken çoğu az tartıp satarken azı çok eder ve her hâlükârda adaletten, insaftan, hakkaniyetten her daim uzak düşerler. 

Asabiyet illetine duçar olanların terazisi de aynen böyle tartıyor. Bu asabiyet ister ırk ve milliyet, ister sınıf ve cinsiyet, ister ideoloji ve zihniyet, ister mezhep veya cemaat, ister tuttuğu parti veya takım kaynaklı olsun, ikili terazisiyle hiçbir hal ve şartta doğru ve adil tartamıyor. Kendisine caizi olan, başkasına haram. Başkasına yasak olan, kendisine mübah. Aynı şey kendisi için hak, başkası için yasak. Yahut kendi aidiyetinden kalabalık bir grubun yaptığı yanlışa bile ‘münferid’ mührünü vururken, düşmanlaştırdığı aidiyetten tek bir ferdin yaptığı üzerinden “bunlar, hep, hepsi, her zaman” kelimeleriyle başlayan toptancı hükümlere ulaşmada çok mahir.

Çünkü asabiyet gözü olup bitene ‘ilkesel’ değil, ‘ilişkisel’ bakıyor; dolayısıyla öyle de düşünüp hükmüne o şekilde ulaşıyor. Böylece, ona ve aidiyetine hak gördüğü şeyin başkalarına da hak olmasına asla razı gelemiyor. O yapar; çünkü hakkıdır. Onlar yapar; çünkü haklarıdır. Ama ötekilerin hakkı da olamaz, haddi de…

Milliyetçi, cinsiyetçi, sınıfçı, cemaatçi, partici, takımcı, mezhepçi, ideolojik vs. yaklaşımların hepsinde gördüğümüz ortak ‘asabî’ özelliktir bu. 

Asabiyetin vicdan terazisini bozan bu özelliği sebebiyledir ki, adaleti Kur’ân’ın dört temel ilkesinden biri olarak belleyip hayatı boyu ‘adalet-i mahzâ’ (saf, tam adalet) ilkesiyle yaşamış ve tercihlerini buna göre yapmış bir mü’min olarak Bediüzzaman Said Nursî, “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden, zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü, unsuriyetperver bir hâkim milletdaşını tercih eder, adalet edemez” sonucuna ulaşır ve bu cümlelerin hemen ardından Peygamber aleyhissalâtu vesselamın İslâmiyetin asabiyetin her türlüsünü reddedip attığına dair bir hadisini hatırlatır. 

Bu topraklarda, asabiyetin insanlara ve insanlığa ettikleri kötülüğe dair, dünden de, bugünden de çok şahitler devşirmek mümkün. Onun hep yanlış tartan terazisinin bugün bu ülkede sebep olduğu haksızlıkların en bariz tezahürü ise, Türklük asabiyeti ile hareket edenlerin kendisini Kürt olarak tanımlayanlara yönelik tutumlarında görülüyor. Bu haksızlık, en başta, ‘tanım meselesi’yle başlıyor. ‘Türklük’ üzerinden bir kimlik tanımı yapanların bir kısmı ‘Kürtler’ diye bir milliyetin olmadığını iddia ederken, başka bir kısmı Kürtleri ancak ‘Kürt kökenli’ olarak tanımlamaya rıza gösteriyor. Ve bunu, Almanya’da yaşayan, hatta orada doğup büyümüş üçüncü kuşaktan bir Türkün ‘Türk kökenli Alman’ diye tanımlanmasına asla razı olmayıp onun saf biçimde ‘Türk’ olduğunu aynı anda söylerken yapıyor. Almanya’da Türkler için kabul edilemez gördüğü şeyin daha fazlasını bu ülkede Kürtlere caiz görmenin ötesinde, onların da bunu kabullenmesini istiyor, bekliyor, hatta dayatıyor ve bu dayatmaya razı olunmamasını kriminalize etmeye kalkışıyor. 

Dile dair tahammülsüzlük, terazideki bu şaşmanın en temel göstergelerinden. Kendisini mü’min olarak tanımlayan benim gibi insanlar açısından, her dile saygı ve her dilin korunması bir ‘ontolojik vecibe’ niteliğinde. Çünkü âlemlerin Rabbi, ‘göklerin ve yerin yaratılması’ gibi, ‘dillerimizin ve renklerimizin farklı olması’nı da varlığına ve birliğine işaret eden âyetlerinden olarak zikrediyor (bkz. Rûm sûresi, 30:22). Âyetin mesajı açık ve net: Dillerin ve renklerin farklılığı Allah’ın yaratmadaki eşsiz kudretini belgeleyen işaretlerden. Dolayısıyla hepsi, herşeyden önce ‘Yaratana saygıdan ötürü,’ saygı görmeyi ve korunmayı hak ediyor.

Dahası, Dillerin Katli kitabında David Crystal’in dikkatimizi çekmesi sayesinde öğrendiğimiz bir hakikat var. Aslında her dil, bütün insanlık için bir imkân. Çünkü birinde olmayan bir anlamı yahut nüansı veya inceliği diğerinden destek alarak ifade kalıbına dökme imkânı buluyoruz. Diller arası iç içe geçmişlikle el’an kazandığımız ifade gücü de bu gerçeğe şahitlik ediyor. 

Durum buyken, Kürtçenin bu topraklarda çektiğini, dünya üzerinde herhalde çok az dil çekmiştir. Birileri ister kabul etsin, ister kabul etmemek için bin türlü ‘açıklama’ üretsin, açık gerçek şu ki Kürtçe bu ülkede on milyonlarca insanın ana dili. Milyonlarca çocuk Kürtçe kelimeler işittiği bir ortama doğuyor ve ‘konuşma’ denilen kabiliyeti öncelikle Kürtçe üzerinden geliştiriyor. Onlar içerisinden sonradan Türkçeyi ve başka dilleri öğrenenler de az değil; ama hatırı sayılır bir kısmı için Kürtçe anadili olmanın ötesinde, bildiği, konuşup anlaşabildiği yegâne dil olarak kalıyor. Gelin görün ki, içinde yaşadığımız ulus-devletin tarihi Allah’ın âyetlerinden bir âyet olan anadili ile konuştuğu için horlanan, azarlanan, dışlanan, hatta ‘kriminalize edilen’ milyonların hüznünü, hicranını, dahası bir kısmının haklı öfkesini barındırıyor.

Şu işittiğim, hatırladıkça yüreğimi yakan bir hatıradır meselâ. Annesi Kürtçeden başka bir dil bilmeyen bir can dostum, hayatındaki en büyük üzüntülerinden biri olarak şunu söylemişti: “Ben okulda takdir gören, dereceler alan kompozisyonlar yazdım; ama onların hiçbirisini anneme okuyamadım. Başkalarının takdir ettiğini o takdir edemedi. Çünkü o hiç Türkçe bilmiyordu, ben ise Kürtçe yazamıyordum.” 

Halbuki, onbeş yıl kadar önce yolum Makedonya’ya düştüğünde, üç dilli trafik levhaları görmüştüm. Mesela, biz Alaca Camii ve Harabati Tekkesiyle meşhur şehre doğru yol alırken, levhalarda aynı şehir üç ayrı dildeki söylenişi ile yazılıydı:

Tetovo

Tetova

Kalkandelen.

Makedonların Tetovo, Arnavutların Tetova dediği şehrin Türkler arasındaki adı idi Kalkandelen. Ve Makedonya’yı vatan edinmiş her üç milliyetin diline hürmeten yapılan bu tercih, değil bir çatışmayı tetiklemek, özellikle Arnavutlar ile Makedonlar arasında geçmişten gelen bir çatışmayı söndürme ve yaşadıkları ülkenin hepsinin birden ülkesi olduğu hissini güçlendirme amacı taşıyordu. 

Benzer bir durumu, çeyrek asır kadar önce bir yıl yaşadığımız ABD’de görmüştüm. İkamet ettiğimiz şehirde, çoğunluğu teşkil etmiyor olsalar da hatırı sayılır bir Hispanik nüfus vardı ve oğlumuzu kaydettirdiğimiz ilkokulun velilere gönderdiği bütün bilgi notları bir tarafı İngilizce, öbür tarafı İspanyolca olarak düzenlenmişti. Çünkü pragmatik Amerikan aklı için öncelikli mesele, velilerin okul, öğretmen ve dersler ilgili en yüksek bilgilenme ve anlayış düzeyinde olmasını sağlamaktı.

Türkiye’de ise sözümona ‘devlet aklı,’, binlerce yıldır bu diyarda yaşayan Kürtlerden, anadiline mesela bir levhada, bir kamu ilanında, hastanelerin erişim veya anons sisteminde, Mecliste yahut ikinci dil olarak eğitimde bile tahammül etmeyerek ‘aidiyet’ üreteceğini umuyor. 

Bunun sadece Kürtlerin meselesi görülmesi ise, meselenin bam telini oluşturuyor. Hayır, bu herkesin meselesi; en çok da Türklerin meselesi. Memleketin doğusunda doğup büyümüş bir Kürdün değil, memleketin en batısında doğup büyümüş benim gibi bir Türkün de milyonlarca insanın anadiline bu saygıyı devletten ve toplumdan talep etmesi gerekiyor. Çünkü bir devleti hukuk devleti, bir ülkeyi ‘adalet ülkesi,’ bir toplumu ‘adil bir toplum’ yapan, hakların ve hukukların ‘ilişkisel’ değil ‘ilkesel’ bir zeminde değerlendirilmesidir. Dolayısıyla, Kürtlerin anadiline saygı Türklerin de talep ettiği ve sahip çıktığı bir hak haline geldiğindedir ki, devletin ekseni olması gereken ilkesel zemine yerleşecektir. 

Yoksa, dünyada ve bu ülkede yeterince tecrübeye sahibiz: Herhangi bir kişi veya topluluğa karşı adaletsizlik, herkes için adalete bir tehdittir. Ve başkasının hüznünden, sana saadet gelmez.

Şunu da söylemiş olayım: 

Benim açımdan işin en can yakıcı kısmı, bu meseleyi dert edinmediği gibi devletçi-milliyetçi söyleme yaslanıp milyonların anadiline saygısızlığı savunmaya yeltenen kimi dindarlarımızla ilgili. “Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun âyetlerindendir” buyuran bir dine, böyle mi sahip çıkıyorsunuz? 

- Advertisment -