Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHercai menekşe gözlü mutant(an) kraliçe

Hercai menekşe gözlü mutant(an) kraliçe

Annem Londra’dan üç Kraliçe Elizabeth çıktığını savunurdu. Üçüncüsü Elizabeth Taylor… Esasında rakipsiz özelliklere doğuştan, mutasyonla sahip: Çift sıra kirpikle destekli -hercai- menekşe rengi gözler… Ta o yıllarda sekiz evlilikle izdivaç kraliçesi de. Zeki Müren’in “Menekşe gözlerde hiç vefa yokmuş”u belki oralardan. Ama Taylor o tacı sevmiyor, pek takmıyor da… O “dame”, bir şövalye. “Saf” ırktan sarışın saltanatına, tabulara esmer, etnik güzelliğiyle meydan okuyan “pagan kraliçe”. Hatta “anti-Meryem”!

“Üçüncü Elizabeth”… Sinema sevdalısı annem Londra’dan üç Kraliçe Elizabeth çıktığını savunurdu. Daha yaşlı olan ikincisi ondan (herkesten) daha uzun yaşasa da, üçüncüsü Elizabeth Taylor… Annemin gözünde “dünyanın en güzel kadını”, güzellik kraliçesi.

“Kraliçe” unvanı oralardan gelince ve ilk ikisini o kürsüde düşününce makul mübalağalardan. Kraliçe II. Elizabeth tacını öyle almamış. I. Elizabeth desen, o da tablolarından pek öyle, “menekşeli menekşeli” bakmıyor.

Hem “Bakire Kraliçe” olarak anıyorlar tarihte; hiç evlenmemiş, sarayda yaşasa da ataerkil tarihe göre “evde kalmış”! O mevzuda da sekiz kez evlenen Taylor’la rekabet etmesi imkânsız.

Şık etiketler de itici

Lâkin Taylor annemin, o kuşağın propagandalarına rağmen hayatımda, filmografimde yer eden bir siluet değil. Eski kalmış belki… Zaten çocukluk, ilk gençlik starlarımızın ebeveynlerin sevdikleriyle uzlaşması, “kaide”ne de ters.

Çocukluk sinemalarımdaki yabancı film bolluğunda da ondan pek iz kalmamış. Dört saatlik Cleopatra’sını bile hayal meyal hatırlıyorum; -Woody Allen’ın kulakları çınlasın- Mısır’da geçiyordu galiba! Muhtemelen o film de Stanley Kubrick’in Ankara’da sinemalarda haftalarca oynayan “Spartacus”ünün gölgesinde kalmış. Onu hatırlıyorum.

Yazım için afişlere bakarken bile hem film, hem de Mısır Kraliçesi Taylor bana fazla “şık” geliyor. Tarihi filmlerde Hollywood’un gardırobundan çıkan gıcır gıcır kostümlerle düzenlenen “antik” defileler itici. Yıllar sonra AOÇ’deki sarayda rol alan “iki müphem bir çekirdek” muhafızlar gibi.

Türkan Şoray’ın gözleri

“En güzel kadın” yahut “kusursuz güzellik” nidasıyla dile getirilen oyuncuların filmleri de ayrı handikap. Kamera açısı hep ona ayarlı sanki. Güzellik deyince Taylor boyu, hep mücadele ettiği kilolarıyla da o dönemde genç kuşağın çekicilik profiline pek uymuyor. O mevzuda Ursula Andress, Raquel Welch gibi “James Bond kızları” gözde.

Onu herkesten ayıran “Menekşe gözlü kraliçe” unvanı da “seksapel” getirmiyor. Gençliğimizde güzellik, çekicilik tasnifimizde gözler ne kadar etkiliydi, bilemiyorum. Ama gözlerin tek başına alıp götürdüğünü sanmıyorum. Hatta gözleriyle öne çıkarılan ünlülerin bazen antipati yarattığını bile söyleyebilirim belki. Misal “Türkan Şoray’ın gözleri”…

Bir dönem dolmuştan minibüse, kamyondan otobüse ve direksiyonu biraz öyle dönen bilumum araçta kendi gözümüzden daha çok görmüşüz. Bir süre sonra dikiz aynasından sürmeli sürmeli o gözlerin yerini “kedi gözü” alıyor. Daha münasip sanki…

Nükhet Duru’nun “Türkan Şoray’ın Gözleri” şarkısını, methiyesini de hatırlıyorum. Biz onu “Melankoli”yle sevsek de biraz esrik, aksak duran sözleri şöyle: “Esmer salkım gibi, lütuf gibi, isyan gibi, öksüz gibi gözler /Sanki durur durur dargın dalı gözler /Binbir laf bir bakışa nasıl sığmış öyle /Sessiz yanarken siz biz tüteriz”.

Başka bir gözle bakabilmek

Özellikle vitrindeki insanlara yapıştırılan etiketler okumaları etkiliyor elbette. Hatta “şık” sayılan etiketler de… Elizabeth Taylor ile ilgili yıllar sonra okuduklarım çocukluğumda, gençliğimdeki ilgisiz yahut o “şık” etiketinden ibaret tahayyülümü belki yok etmiyor ama başka bir gözle bakma, öğrenme fırsatını veriyor. 

Çok önemli… Taylor da hayatıyla, ta o yıllardaki duruşuyla farklı bir pencereden bakılmayı hak ediyor. Önce onu ayırt eden gözleriyle başlamam lâzım hikâyesine… Aslında Taylor yaratılıştan nadir, hatta rakipsiz. Menekşe rengi gözleri, uzun, gür, “çift sıra” kirpikleri var. Belki halk arasında sebatsız, uçarı “aşk hayatı”yla Hercai Menekşe…  

Zeki Müren’in ayarı mı!

“Kardelen ve Hercai” efsanelerinin onu akla getirmesi için dönem medyası da elinden geleni yapıyor tabii. Eski arşivlere baktığımda onunla ilgili haberler “Liz yine evlendi”, “Taylor bu kez evlenmedi…” babından başlıklarla dolu. Ve mücevherleriyle…

Zeki Müren’in “Menekşe gözlerde hiç vefa yokmuş /Yalancı hepsi de hiç safa yokmuş” şarkısının ilhamı da oradan fikrimce! Müren güftesinde o kadını “Yalancısın yalancı, menekşe gözlü sarışın kız” diyerek tanımlasa da… Menekşe gözlü kaç “vefasız” var? Belki o ayar o dönemde esmer dünya güzeli Taylor’la ilgili milli hissiyatla ters düşmemek için. Öyle olmasa da benim hikâyeme güzel oturuyor; o kadar “kalem hakkı” olmalı insanın.

Güzelliğinin ağır bedeli

Taylor’ın nadir göz rengi, hatta göz kapakları, kirpikleri tescillenmiş/teşhis almış bir “anomali” esasında. Genetik mutasyonla mor ve mavi kombinasyonu… Melanin eksikliği nedeniyle albinizmin harika bir sonucu.

O gözlere bir hediyesi daha var o mutasyonun. Yakın çekim sırasında bir kameraman Taylor’dan “takma kirpikleri”ni çıkarmasını rica ediyor. Oysa doğuştan öyle, “çift sıra” kirpiği de var. O da mutasyon, genetik bozukluk, bir göz kapağı hastalığı. Tıptaki adıyla Trikiyazis… Kleopatra’ya destek veren Romalı komutanın ismi sanki.  Menekşe gözlerin altını çizerken, bakışına derinlik de veriyor. 

Bu özellikleri “gösterişli, görkemli, şatafatlı, tantanalı” anlamıyla “mutantan kraliçe” metaforuma da imkân tanıyor. Velâkin o genler Taylor’ın ömür boyu boğuştuğu hastalıklara, “lenfödem”e, ölümüne neden olan kalp yetmezliğine de kapı aralıyor. Hayatı boyunca sırt ve kalça kırıkları, kilo problemi, skolyoz, beyin tümörü ve zatürre gibi yaman hastalıklara da…

Geleneklere meydan okuyor

Vitrinlere, manşetlere kristal bir vazo gibi çıkarılan Elizabeth Taylor henüz 11 yaşındayken, 1943’de “Lassie Come Home” ile sinema dünyasına dalıyor. Aralıksız her yıl rol aldığı filmlerle kısa sürede, 1950’lerde “dünyanın en çok kazanan yıldızı” oluyor.

Erkekliğin hükmettiği film dünyasında ekonomik bağımsızlığına kavuşan ilk kadın oyunculardan… Öyle ki “Cleopatra” ile 1 milyon dolarlık bir anlaşmaya imza atıyor. Güçlü, kararlı duruşu, film tekliflerinde kendi taleplerini ısrarla öne çıkarması, seçiciliğiyle de o dönemde nadir, öncü örneklerden.

Hayatıyla da “geleneksel kadın rolleri”ne meydan okuyor. Erkekler için hak görülen, en azından kabul gören, kadında skandal sayılan ilişki dinamiklerine de…

Kraliçe değil kadın şövalye

Taylor kendisini kraliçe, “ikon” olarak görenlere de karşı çıkıyor. Ama beyazperdede fırtına yaratan “Kraliçe Kleopatra” rolünün ardından “Ben hiç kraliçe olmak istemedim” demesi de nafile.

Üçüncü eşi Michael Todd’ın “Sen benim kraliçemsin, bir tacın olmalı” diyerek hediye ettiği elmas tacı bile sadece o an ve bir kez de Akademi Ödülleri töreninde takıyor. Sonra o taç 4 milyon 226 bin dolara satılıyor; onun da geliri kurduğu AIDS Vakfı’na…

O “kadın şövalye/komutan” unvanını seviyor: “Bana ikonsun demeyin. Bana Dame Elizabeth deyin…” Adaşı Kraliçe Elizabeth’in 1999’da verdiği Dame (DBE) nişanı, kadınlarda Sir’ün de muadili. Twitter’daki kullanıcı adı da @Dameelizbeth.

“Sarışın saltanatı”na son

Kraliçe benzetmeleri güzelliğinden yola çıkan hayranlarıyla sınırlı değil. En göze çarpanı akademisyen, yazar Camille Paglia’nın aykırı benzetmesi: “Pagan Kraliçe…” Ardından da “büyük oyunculuğuna”, kraliçeleri canlandırmasına rağmen “dünyeviliği”ne, “hayatta kalma içgüdüsü”ne, “kavgacı ama mizah duygusu yüksek stili”ne övgüler sıralıyor.

Asıl önemlisi o dönemdeki “saf ırktan sarışın saltanatı”na esmer, etnik, “Yahudi, İtalyan, İspanyol hatta Faslı” misali güzelliğiyle meydan okuyan kadın: “Kültürler üstüydü. Hollywood’da sarışın istilasına, sarışın liseli ponpon kızların üstünlüğüne son verendi.” Belki annemin Taylor’ı, Sophia Loren’i filan çok övmesinde o esmer yoldaşlığının da etkisi var.

Püriten dönemin kötü kızı

Paglia için Taylor “ön feminist”… Taylor’ın “tahammül edemediği ‘sakarinli örnek, iyi kız stili’ni, alabildiğine püriten bir dönemde cinselliğini açıkça yaşayarak” sarstığını savunuyor: “Elizabeth Taylor ise kötüydü! Kötü kızdı o! Ve ben buna bayılıyordum.”

Ateistliği, “aykırı” feministliği, “transgender” kimliğiyle de tepkilere hedef olan Paglia, Taylor’a farklı bakış açısıyla bazı feministlerin de eleştirilerini topluyor. Zira “Sekiz evliliği, alkol-ilaç bağımlılığı, mücevher tutkusu” ile çizilen portresi, manşetlere hep öyle yansıyan “kimliği” daha popüler, “yargı”sı daha kolay.

Mücevherler AIDS Vakfı’na

Paglia “Pagan Kraliçe”nin Montgomery Clift, Rock Hudson gibi eşcinsel erkeklerle arasındaki yakınlığını, “en zor anlarındaki sıkı dostluğunu, desteğini” da hatırlatıyor. “Her bireyin hak ettiği saygı ve değeri görmesi için verdiği mücadeleyi” de…

Tüm desteğini, maddi ve manevi varlığını ortaya koyarak AIDS’in tedavisi için American Foundation for AIDS Research vakfını kuruyor. Ölümünden sonra da 269 parçadan oluşan emsalsiz mücevher koleksiyonunun müzayedesinden kazanılan paranın büyük bölümü vasiyetiyle bu vakfa aktarılıyor.

“O benim İştar’ım…”

Paglia Taylor’a duyarlılığını kitaplarından, kürsülerden haykırırken sert: “O benim İştar’ım (aşk, güzellik, seks, savaş, adaletle ilişkilendirilen antik Mezopotamya tanrıçası), Anti-Meryem’im.”. Ve “Hollywood’un seks sembollerini en baştan reddeden” bazı feministleri “püriten ahmaklık”la, bağnazlıkla suçluyor:

“Belki Madonna’ya bu açıdan teşekkür borçluyuz. 1990’larda onun da etkisiyle cinselliği yok saymayan popüler ve yeni bir feminizm türü adeta bir intikam hareketi gibi yükseldi. Böylece sözünü ettiğim ahmaklar tarihin çöp tenekesinin dibini boyladı.”

 “Biraz içki koy, biraz ruj sür…”

Taylor 14 yıl önce 23 Mart 2011’de,79 yaşında veda ediyor hayata. Biz onu kısaca Liz Taylor diye biliyoruz çocukken. İlgimiz/bilgimiz de kısaca… Büyüdüğümüzde de “Pagan Kraliçe”yle ilgili “Batı yakası”ndaki bu bitek tartışmalar bizim yakada öyle değil tabii.

Onun hayatını böyle okuyanlardan, farklı yaklaşımlardan haberdar olmadığım için de ilgi alanımda olmamış. Birçok isim, “iyi-kötü kahramanlar” öyle, “bir check yahut bir çizikte” geçip gitmiş hayatımızdan. Bazen “tanışınca” şaşırmış, mahcup olmuşuz biraz.

Taylor da yıllar sonra karşıma çıkıyor. Pera Müzesi’nin X hesabındaki bir “twit”le… Taylor’ın doğum günü vesilesiyle müzedeki “Cecil Beaton: Portreler” sergisinden bir fotoğrafı. 22 yaşında. Aragon’dan hevesle aşırarak; gözleri Liz’in, gözleri Liz’in, bakışları… Ve Pera’nın o fotoğrafa eklediği sözleri: “Bir içki koy, biraz ruj sür ve kendine gel…” Ve at kahkahanı, yankılansın duvarlarda.

“YEDİ KOCALI LİZ”E VATİKAN ARGOSU

Elizabeth Taylor’ın ilk eşi Hilton otellerinin varisi Conrad Hilton. Onunla 1950’de yaptığı evliliğini sadece yedi ay sürdürüyor. Son evliliği ise 1991-96 arasında kendisinden 20 yaş küçük bir inşaat işçisiyle… Taylor 64 yaşında son kez boşandıktan sonra 79 yaşında ölünceye kadar bir daha evlenmiyor.

Hayatına boşanma, birkaç ay sonra evlenmeyle sekiz izdivaç sığdırıyor ama aslında “yedi kocalı”. Zira Richard Burton’la 10 yıl süren evliliğini bitirdikten bir yıl sonra yeniden onunla evleniyor. Burton’la ilişkisi ise tam bir fırtına… İlişkileri yukarıdaki fotoğraftaki Eddie Fisher’la evliyken başlıyor. Burton da evli.

Fisher’la evliyken, 1962’de Burton’la Akdeniz’de bir yattaki öpüşme fotoğrafları, o günlerde manşetleri paylaşan “Kruşçev ile Küba Krizi”ni, Amerikalı astronotun uzayda ilk kez dünya yörüngesine girmesi haberlerini bile solluyor. Öyle ki Vatikan bile “haftalık gazetesinde yayınlanan açık mektupta Taylor’ı ‘erotik serserilik’le, değerlere hakaretle suçluyor”: “Aileleri yıkan ve kocalarını sömüren açgözlü bir vampir”. Evlilik dışı ilişki yaşayan Burton’ı ise pas geçiyorlar.

- Advertisment -