Geçen hafta 19 milyon öğrenci karne aldı ve yaz tatili başladı.
Karne heyecanı yaşanan okullardan biri de İstanbul Silivri’nin 2009’a kadar köy olan Kavaklı mahallesindeki, bir zamanlar köy ilkokulu olan Kavaklı İlköğretim Okulu’ydu.
Mütevazi okulda ilk karnelerini alan öğrencilerin, muadil özel okullardaki akranlarından geride kalmaması için geçen yıl okulun velilerinden biri bir dekor dikmişti.
Mavi kumaş üzerine diktiği fonda güneş, pamuklardan yapılmış bir bulut ve ucu yere kadar sarkan bir gökkuşağı vardı. Mavi kumaşın üzerine “Karne Günü Hatırası” yazan çıkartmalar yapıştırılmıştı.
Konsepte göre yerdeki tabureye kadar inen gökkuşağı başarıyı simgeliyordu. “Gökkuşağı üzerinden kayan” öğrenciler hemen alta yerleştirilmiş ödül sepetinden çikolatalarını almış ve tabure üzerine oturup sanki gökkuşağının içindelermiş gibi karneleriyle tek tek fotoğraf çektirmişlerdi.
Onlarca öğrenci geçen yıl karne günü bu oyunun içinde yer alarak, çektirdikleri fotoğraflarla mutlu olmuştu.
Bu yıl karne dekoru için ekstra masraf yapmak istemeyen okul, geçen yılki velinin diktiği fondan geriye kalanları karne günü tekrar kullanmaya karar verdi.
Sınıf tahtası gökyüzü renginde mavi bir kumaşla kaplandı. Geçen seneden kalma gökkuşağı kumaşı mavi bezin üzerine takıldı. Pamuktan yapılmış bulut gökkuşağının üzerine yapıştırıldı. Bir kaç eski perde parçası süse çevrildi, kumaşın üzerine de “İyi Tatiller” yazıldı. Bu kez çikolatalı sepet konsepti yoktu. Güneş de kaybolmuştu.
Uzun yıllardır okulda görev yapan 33 yıllık sınıf öğretmeni Ahter Nur’un öğrencileri, velilerin de geldiği karne gününde bu dekorun önünde karnelerini havaya kaldırarak fotoğraflar çektirdi.
Bütün velilerin bu karelerden çekti, kimsenin aklına başka bir şey gelmedi. Çocuklar karnelerini alıp eve gittiler.
Birkaç saat sonra fotoğraf sosyal medyada ve iktidara yakın sitelerde manşetlerdeydi.
Bir veli ya da veli yakını bu fotoğraf karesini medyaya göndermişti.
33 yıllık sınıf öğretmeni Ahter Nur, bütün yıl birlikte olduğu çocuklara karne günü LGBT propagandası yapmakla suçlanıyordu.
Yeni Şafak: “Tehlike okullara kadar ulaştı, karne günü büyük rezillik”:
“Silivri Kavaklı İlköğretim Okulu’nda görevli ‘Ahter Nur’ isimli öğretmen karne günü küçük yaştaki öğrencilere LGBT paçavrasının önünde fotoğraf çektirdi. Skandal fotoğrafları kendi sosyal medya hesabından paylaşan öğretmen, okul müdürü ve velilerin tepkisi üzerine paylaşımlarını sildi.”
Sabah Gazetesi: “LGBT terörü”: “Sınıf öğretmeninden büyük skandal çocukları sapkınlığa alet etti.”
Çığ gibi büyüyen tepkilerle harekete geçenlerden biri de yeni Milli Eğitim Bakanı oldu.
Yeni bakan, öğretmen hakkında soruşturma açıldığını duyurdu:
“Bu tür kötü örnekler kocaman yürekli öğretmenlerimizi de rencide ediyor. MEB ailesinin hukukunu korumak birinci vazifemiz. İlgili kişi hakkında yasal süreci başlattık.”
Halbuki, mahalle baskısıyla tweet atmak yerine okul yönetimine sorsaydı, bu fonun hikayesi ona da anlatılırdı. Belki de anlatmışlardır ama hayatın basit gerçekleri kutsal ideolojik linç dalgası altında kalmıştır.
Serbestiyet’ten Kaan Göktaş, okulda geçen seneki karne gününden fotoğraflar buldu. Bir velinin diktiği, büyüklerin terör ilan edip çocukları terörize ettiği gökkuşağının masumiyeti ispatlandı.
Zaten dikkatli bakıldığında fondaki gökkuşağının renk sırası da LGBT bayrağından farklıydı.
Yine Serbestiyet’e konuşan isminin açıklanmasını istemeyen kaynaklar, olayın arkasında 28 Mayıs seçimlerinde yaşanan bir tartışma olduğunu iddia ettiler:
“Ahter Nur, 28 Mayıs seçimlerinde Silivri’nin küçük bir mahallesi olan Kavaklı’daki okulunda sandık başkanı olarak görev yapıyordu. Mahalleden bir kişi, yaşlı akrabasıyla birlikte oy kullanma kabinine girmek istedi. Nur, yasaya aykırı olduğu için buna engel oldu ve vatandaş ile öğretmen arasında sözlü tartışma yaşandı. Tartışma büyüyünce partili sandık görevlileri ve mahallede bulunan partililer de tartışmaya karıştı ve olaya Jandarma müdahale etmek zorunda kaldı. İddiaya göre fotoğraf çekiminden sonra Ahter Nur’un seçim günü tartışma yaşadığı ve aynı zamanda okulun velilerinden olan şahsın eşi, fotoğraf sosyal medyada bir başka veli tarafından yayınlanınca Ahter Nur’u arayarak “Eşim fotoğrafı gördü, çok kızdı, bu eşcinsel bayrağıymış” dedi”
Ahter Nur’un meslektaşları bir basın açıklaması yayınladılar:
“Ahter Nur öğretmenimiz hiç hak etmediği bir linç kampanyasının ortasında yalnız bırakılmamalıdır. Geçen yıl başka bir sınıfta bir veli tarafından kullanılan bulut, güneş ve gökkuşağı konsepti bu yıl velilerimiz ve okul idaremiz masraf yapmasın diye aynı veli tarafından yine kullanılmıştır. Ancak fotoğraf çekme sırasında bulutun düştüğünü fark etmemenin sonucu bu kadar ağır olmalı mı? Haber metinlerinde öğretmenin fotoğrafları paylaştığı ve veli tepkileri üzerine kaldırdığı yazıyor. Öğretmen kesinlikle hiç bir ortamda bir fotoğraf paylaşmamıştır ve silmemiştir. Hiç bir veli şikayeti de olmamıştır. O sınıfta okuyan öğrencilerin tamamına sorduğunuzda, o renklere gökkuşağı diyecektir. Çünkü konsepte göre gökkuşağından süzülen başarılar, aşağıdaki sepette çikolataya dönüşüyor ve öğrenciler bu çikolataları alıyorlar. Yazık oldu. Çok yazık oldu. Öğretmeni telefonla, sosyal medyada tehdit edenler, hakaret edenler… O inandığınız kul hakkını nasıl ödeyeceksiniz? En büyük günahı işlediniz. Ahter Nur kimdir? Ahter Nur kolu kırıldığında bile çocuklar öğretmensiz kalmasın, idare zor durumda olmasın diye sadece 1 gün rapor almış bir öğretmendir. Tüm meslek hayatı boyunca gerekli 3-5 gün izin dışında çocuklarının her gün başında olmuş bir öğretmendir. Meslektaşları içinde çok sevilen, sorun yaratacak her türlü olaydan uzak duran, siyaset yapmayan, bu nedenle sendikalı bile olmayan bir öğretmendir. Kavaklı köyü tarihinde Fen Lisesi’ne , proje okuluna giden en çok öğrenci onun öğrencileridir. Başarılıdır, disiplinlidir. Çocukların başarısı için çok çalışır. Teneffüslerde öğretmenler odasına gitmez, çocuklara örnek olmak için sınıfta kitap okur. En çok kitap okuyan onun öğrencileridir. Yıllarını bu ülkeye, bu millete vermiş bir öğretmeni iki saat içinde harcamaya çalışanlar, bugün geçer. İnşallah sizler de haklı olduğunuz bir konuda söz hakkı bile verilmeden aynı duruma düşersiniz. Yapılacak soruşturma her şeyi ortaya çıkaracaktır. O gün geldiğinde bakalım aynı hızla özür dileyerek, öğretmenin itibarını geri verebilecek misiniz?”
Kul hakkından bahsedip karşı tarafta bir empati hissi yaratmaya çalıştılar ama Allah’ın yarattığı gökkuşağının masumiyetine ikna olanlar bile ulvi bir amaç için söylenmiş yalanın ibretliğinin faydalarını, karşı mahalleden ahlaki bir sorumluluk duymadıkları 33 yıllık öğretmenin hakkının yenmesinden daha fazla önemsiyorlar.
Nitekim birkaç gün sonra Sarıyer Emirgan İlkokulu’nda karne dağıtım töreni sırasında sınıfa kurulan ve önünde fotoğraflar çekilen süslemelerdeki gökkuşağının LGBT’yi çağrıştırdığını iddia edenler başlattığı kampanya, Melih Gökçek’in katkılarıyla okul müdürünün görevden alınmasıyla sonuçlandı.
Fotoğraf karesine bakan büyük vatanseverler arkadaki gökkuşağı renklerine bakmaktan çocukların elindeki Türk bayraklarını bile görememişti.
Bir zamanlar yeşil-kırmızı-sarı paranoyasına dönen gökkuşağı renkleri paranoyası, aslında siyasette ılımlı bakanlar kurulu, ülkeyi fakirleştiren faiz önyargılarını bırakıp rasyonel politikalara zorunlu dönüşler yaşanırken, sosyal hayatta ve medyada özgüven patlamasına neden olan seçim sonuçlarıyla yaşanan sertleşmenin sadece bir veçhesi.
Seçimlerden bu yana üzerine mağdurlar odun gibi atıldıkça harlanan bir linç ateşi yanıyor.
İlk örneklerinden biri 28 Mayıs seçimlerinden günler önce Kuzguncuk’ta yaşanmıştı.
İçkisiz olduğu için muhafazakar insanların müdavimi olduğu Asude Çay Ocağı’nda, arkadaşlarıyla geldiği mekanda oturmaktan sıkılıp ayakta çay içen çarşaflı bir kadını, mahalleye bir süredir gelen ve çevreyi rahatsız eden çarşaflı bir dilenciye benzetip, sertçe müdahale eden mekan sahibiyle kadınlar arasında yaşanan ve orada biten tartışmanın videosu 10 gün sonra seçim öncesi sosyal medyaya düşmüş, mekan sahibi alkışlar arasında gözaltına alınmış, Üsküdar Belediye Başkanı mekanı gururla mühürletip, kapatmış, hatta mekanın önüne çöpler bile yığılmıştı.
Neyse ki kadınlar, siyasetçilerden daha olgun çıkıp şikayetçi olmayınca mekan sahibi savcılıkta tutuklanmayı beklerken serbest kalmıştı.
Sonra seçim sonrası yine İstanbul’da fırınında Erdoğan sloganları atan küçük bir çocuğa “dükkanımda bağırma” derken hakaret eden, bunun üzerine dükkâna gelip hesap soran çocuğun ailesinden birilerini de bıçakla tehdit ederek dükkanından kovan bir fırıncı da yaşananların videosu yine sosyal medyaya düşünce göz altına alındı, dükkanı kapatıldı, dükkanına Erdoğan resmi asıldı, hakkında 8 yıl isteniyor.
Hayatın içinde her gün benzerleri yaşanan ve yaşanacak toplumun kendi içinde çözdüğü ya da çözemediği ama işin içine devletin, siyasetin sokulmadığı günlük hayat sürtüşmelerini bir siyasi husumet ve linç vesilesine çeviren, dükkan mühürlemek, gözaltına aldırmak gibi ağır müeyyidelere neden olan bu aşırı özgüvenden mülhem linç dalgaları önüne geçeni de sürükleyip götürüyor.
Son bir kaç hafta içinde Kılıçdaroğlu’na desteği yüzünden bir sosyal medyacının Antep’teki semineri, CHP’ye desteği yüzünden Hüseyin Turan’ın Bursa konseri, LGBT destek açıklamaları yüzünden Melike Şahin ve Mabel Matiz’in Denizli konserleri iptal edildi.
AK Partili belediyelerdeki muhaliflerin seminerleri, konserleri bu basınçla ardarda iptal ettiriliyor.
Bu dalgaya direnmenin maliyeti ise ağır olabiliyor.
Bir sokak röportajında AK Partili bir kadına hakaret eden “teyze”nin kombiniyle sandığa giden Melek Mosso’nun konserini tepkilere rağmen, Mosso’nun özür dilemesi üzerine yapıp, bir de sahneye onunla çıkan Tekirdağ Süleymanpaşa’nın AK Partili Belediye Başkanı Cüneyt Yüksel’in başına gelenler gibi.
Eski CHP’li başkana tepki oylarını alarak 2019’da 1000 farkla Tekirdağ gibi bir ilin merkez ilçelerinden birinin başkanlığını kazanan, Tekirdağ Belediye başkanlığı için bile şansı olabilecek AK Partili başkan bile bu dalgaya kurban edilebildi.
AK Parti elitlerinin bu linçe katılmamasını, bu siyasi pragmatizme bağladığım iki önceki yazımdaki iyiniyetli okuma da bu linç dalgasının altında kalanlardan biri oldu.
Peki, bu hınç ve linç dalgası seçim sonrası parlayan özgüvenlerin geçici tatmini mi, yoksa daha kalıcı bir sosyal hayat müdahaleciliğiyle mi karşı karşıyayız?
Bazı yorumlarda bu müdahalecilik İslami bir referansla meşrulaştırılıyor: “İyiliği emredin, kötülükten men edin” ayetiyle.
“Emri bil maruf nehyi anil münker” “İyiliği emredin, kötülükten menedin” doğrudan Kuran’da farklı ayetlerde geçen İslam’ın Müslümanlara bir emri.
Bu emrin nasıl uygulanacağı ise yüzlerce yıldır çözülememiş mesele.
İslâm âlimlerine göre “bilgilendirme, öğüt ve sözlü uyarıdan başlayıp duruma göre gittikçe sertleşen çeşitli yöntemler uygulanmasına cevaz vermişler. Ama zor kullanma noktasında ikiye bölünmüşler. Bizim de içinde olduğumuz ehli sünnet ekolü bu yetkiyi sadece devlete vermiş. Ama Hariciler’den başlayıp şimdi radikal terör örgütlerine uzanan çizgi ise silahlı mücadelenin de her Müslümana farz olduğunu savunmuş.
‘Peki kötülüğü yapan ve bunu yapması için men edilmesi gereken devletse ne yapmak gerekir’ sorusunun da o yüzden tam bir cevabı yok.
Ama pek çok Müslüman ülkesinde “Emri bil maruf nehyi anil münker” emrini yerine getirmek için kurumlar var. İran ve Suudi Arabistan’daki ahlak polisleri, Afganistan’da en son Taliban’ın Kadın Bakanlığı yerine kurduğu bakanlık bu emri uygulamaktan hareketle ortaya çıkmış kurumlar.
Ama tabii güçleri Suudi kraliyet ailesinin ya da Ayetullahların, Taliban yöneticilerinin münkerlerini nehy etmeye yetmiyor.
Sıradan, güçsüz vatandaşın açılan saçıyla, içtiği içkiyle uğraşmayı Allah’ın emrinin gereği sanıyorlar.
Fakat bizdeki linçler dinin hükmüyle meşrulaştırılamayacak, siyaseten seçmece “nehy” vakaları.
Esas kriter daha çok İslamilik ya da kamusal kötülük değil, iktidara karşıtlık.
“Emri bil maruf” kısmıyla hiç ilgilenmeyen, neredeyse karşısında bir düşman kitlesi varmış gibi davranan, onu üzmekten, örselemekten sınıfsal bir zevk alan, arkasına devletin gücünü almış olmanın özgüveniyle, sosyal medya üzerinden tırmandırılan hassasiyetlerle yürütülen sorgusuz cadı avları yaşananlar.
Üstelik bu cadı avı yaratılan ideolojik basınçla kamu otoritesine yaptırılıyor.
Bu basıncı yaratanlar ideolojik sekterlik ve kararlığın kılıç başı rollerindeler, bu onlara kendi mahallerinde bir şövalyelik payesi veriyor, kendileri kadar tavizsiz olmayanları da “eziklik”le suçluyorlar.
İstanbul’da Ankara’da oturan hayatın tüm lezzetleri bir kol kadar uzaklarında olan sosyal medya aktörleri Tekirdağlıların, Bursalıların, Denizlilerin hangi konseri dinleyebileceğine karar veriyorlar.
Laik kesime duyulan nefreti benzin gibi kullanan bu öfkeli rövanşizmde mağduriyetle mağruriyet, eziklikle aşırı özgüven iç içe geçmiş durumda.
Peki, beş yıl daha Türkiye’nin tüm kurumlarında mutlak hakimiyeti kurmuş bir iktidarın destekçileri neden daha fazla iktidar istiyor, gözlerini neden taşradaki konserlere, çay bahçelerine, fırınlara diktiler?
Kültürel iktidar alanında bir türlü kurulamayan iktidarın devletin sopasıyla kurulmaya çalışıldığı gibi tespitler haklı tarafları olsa da sorunu yaratan üstenciliği de içinde barındırıyor.
Mesele biraz daha yapısal ve suç sadece bir tarafa ait değil.
Bir türlü asgari ortak bir kamusal alan inşa edilememiş, birbirine karşı hiçbir ahlaki sorumluluk duymayan, birbirini öcüleştirmiş grupların yaşadığı bir toplumda eline sopayı geçiren, aynısını kendisine karşı yapacağından emin olduğu ve bunda da haklı olduğu düşmanı devletin sopasıyla cezalandırıyor.
Ve bundan sınıfsal bir zevk alıyor.
Tıpkı seçimleri muhalifler kazansaydı, hesaplaşmacıların arzuladığı gibi…
Muhafazakârlar 21 yıldır iktidarda olduklarını unutarak mağduriyetlerinden, laikler ise iktidardan ne kadar uzak olduklarını unutarak mağruriyetlerinden taviz vermiyor.
Muhafazakarları iktidarın sorumluluğunu taşımaktan, laikleri ise kendini yenilemekten alı koyan unutkanlıklar bunlar.
Ellerinin altında artık bizimkilere yan baktı diye fırıncı, çay ocağı sahibi tutuklatacak, renklerden işkillenip öğretmeni görevden alacak, 7 yıldır içeride tuttuğu adam hakkında TRT’de karalama dizisi yapacak kadar sınırsız bir iktidara sahip olanları, yaşlı bir teyze, muhalif bir şarkıcı bir anda yeniden mağdur yapabiliyor.
Çünkü onların dilindeki kibir eski günleri hatırlatıyor, cephede kal hissi veriyor.
Elindeki mutlak iktidarla ne yapacağını bilemeyince, onu pozitif işler için kullanmak, yapıcı bir dil kurup insanları ikna etmek gibi zor ve meşakkatli yollara girmek yerine de iktidarı sopa gibi kullanmak gibi kolay ve bilindik yollar tercih ediliyor.
Üstelik bunu bir delikanlılık, özgüvenli duruş kerterizine çevirip, bu kadar acımasız olamayanları eziklikle suçlayınca da sopa senin eline geçmiş oluyor.
İktidar her ne kadar kabineyle ılımlaşma kredilerini toplasa da bir sürü ciddi meseleyi görünmez kılan bu ideolojik göz kararmasından herhalde memnun.
Seçimlerde olmayan ideolojik, siyasi motivasyonu bu hınç sağladı.
Bu yüzden cadı avlarında şarkıcı, öğretmen, ilçe belediye başkanı gibi feda edilebilecek kurbanlar istenince veriyorlar.
Siyasette rehavet kol gezerken, dava adamlarının taşkınlarının önünde durmak istemiyorlar.
Hele de yerel seçimlere doğru.
O yüzden gökkuşağı artık yıldırımdan daha tehlikeli, altından geçmemekte, uzak durmakta fayda var.