Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHis cinayetleri: “Canavarın zamanı yoktur”

His cinayetleri: “Canavarın zamanı yoktur”

21 yaşındaki Matthew Shepard 27 yıl önce bugün vahşice, işkenceyle öldürüldü. Eşcinsel olduğu için. New York Times cinayeti “Batı’da davetsiz misafirleri uzak tutmak için çitlere ölü bir çakal çivilenmesi geleneği”ne benzetti. Çok çabaladılar o “nefret suçu”nu sıradan bir cinayete dönüştürmek için. “Ağır tahrik” aradılar: “Katil ‘eşcinsel panik’ içindeydi…” Olmadı, tarihe yaşandığı gibi geçti. Bizdeki hükmüyle “canavarca hisle işlenen” suçlardan. Masallardaki o canavarlar bugün de ortalıkta. “Canavarın zamanı yoktur” zira.

Diş telleri… Judy ve Dennis Shepard yoğun bakım yatağındaki gencin kendi oğulları olduğunu öyle anlıyor. Yüzü mosmor, her yerinde bandajlar, dikişler… Beyin sapını ezen son darbenin artık koyulaşan hattı ellerini işaret ediyor sanki. El ve ayak parmakları koma pozisyonunda kıvrılmış. Hayata hortumlarla, vücudunu delen tüplerle bağlı.

Mavi gözlerinden biri yarı açık. Yüzü çok şişmiş, aslında yaklaşıncaya kadar tanınmaz halde… Annesi diş tellerini görünce polislere mırıldanıyor: “Matt… Tabii ki Matt…” 21 yaşındaki Matthew Shepard 27 yıl önce bugün, 12 Ekim 1998’de vahşice, dövülerek, işkenceyle öldürüldü. Eşcinsel olduğu için.

Farkındalık haftasında ölüm

Yakınlarının deyişiyle Matt, Wyoming Üniversitesi Siyaset Bölümü birinci sınıf öğrencisi. Yabancı dillerde yan dal da yapıyor. Hayâli Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmak.  Okulda LGBT hareketinin de öncülerinden. 6 Ekim 1998’de bir barda arkadaşlarıyla buluşuyor. Kampüste LGBT Farkındalık Haftası düzenleyecekler.

Arkadaşları kalktıktan sonra kendisiyle aynı yaşlarda olan Russell Henderson ve Aaron McKinney yanaşıyor yanına. Sohbet ediyorlar… Sonradan alınan ifadelerine göre ikili “ince yapılı öğrenciyi kolay hedef” görmüşler.

Davanın baş soruşturmacısı Albany İlçe Şerifi Dave O’Malley katillerden McKinney’nin ifadesini basına da açıklıyor: “Matthew’un güvenini kazanmak için Russell’la birlikte eşcinselmiş gibi davranmayı planlamıştık.” Nefretle rol performansı…

Başına 19-20 kez…

Shepard’ı McKinney’nin kamyonetine bindiriyorlar. McKinney silahını çekip kabzasıyla Shepard’ı dövüyor, cüzdanını alıyor. İçinde 20 dolar var. Ardından şehirden birkaç kilometre uzaklaşıp kayalık bir çayırda son bulan toprak patikadan yürüyorlar. Henderson Shepard’ı çamaşır ipiyle eski bir çite bağlıyor. Öfkeyle dövmeye devam ediyorlar.

Şerif O’Malley McKinney’nin Matt’in yüzüne ve kafasına “çok büyük Smith & Wesson tabancasının kabzasıyla 19-20 kez vurduğunu” da açıklıyor: “Bu denli dramatik yaralanmaları sadece yüksek hızlı trafik kazalarında gördüm, kafatasında aşırı şiddetli kompresyon kırıkları vardı.”

Korkuluk mu, çocuk mu?

McKinney ve Henderson kurbanlarının rugan ayakkabılarını da alıp onu ölüme terk ediyor. Matt donduru soğukta 18 saat boyunca çite bağlı… Ertesi gün dağ bisikletiyle dolaşan bir genç çayırda bir korkuluk sandığı bir karaltı görüyor.

Yaklaşınca bir insan! Matt’in nefes alışı düzensiz, seyrek… Boyu kısa, incecik olduğu için önce çocuk sanıyor onu. “Yüzü gözyaşlarıyla kısmen temizlenen yerler dışında kanla kaplı”. Yüzünde “en az bir düzine kesik” de var zira.

Yanına ilk gelen polis memuru nefes yolunu açmaya çabalıyor ama çenesi sımsıkı kilitli: “Buradayım evlat, iyi olacaksın, dayan, vazgeçme, hadi, bunu başarabilirsin…” Ama Matt bir daha kendine gelemiyor. Dönemiyor hayata…

“Çite ölü çakal asma geleneği”

Katiller ise Shepard’ı çite bağlı bıraktıktan sonra geri dönüyor. McKinney bu kez de yolda karşılaştığı “iki hispanik gence” saldırıyor ve aynı tabancayla 19 yaşındaki Emiliano Morales’in başını yarıyor. Olay yerine gelen polis saldırganların kamyonetlerini arayınca cinayet de ortaya çıkıyor: Shepard’ın kanlı ayakkabıları, kredi kartı ve kanlı tabanca…

Matt’in önce “öldürülme şekli” infiale yol açıyor. New York Times olayı ağır bir ifadeyle “Batı’da davetsiz misafirleri uzak tutmak için çitlere ölü bir çakal çivilenmesi geleneği”ne benzetiyor. İki gün sonra bazı siyasetçiler ve ünlüler ABD Kongre Binası’nın basamaklarında…

Clinton: Nefret suçu

Başkan Bill Clinton cinayeti “nefret suçu” olarak nitelendiriyor: “Sadece bu yıl bile ülkemiz genelinde nefret suçlarıyla ilgili bir dizi trajedi yaşandı. Haziran ayında Teksas’da James Byrd’ın vahşice öldürülmesi ve bu hafta Mr. Shepard’a yapılan korkunç saldırı, bunların en korkunç örneklerinden sadece birkaçı…

Kongre’nin toplantıya ara verip ‘Nefret Suçlarını Önleme Yasası’nı geçirmek için harekete geçmesi için henüz çok geç değil. Böylece tüm Amerikalıların daha güvenli ve emniyetli yaşamasına yardımcı olacaklar.” Ama “yetişmiyor” o döneme…

Baş kopartan nefret

Vurguladığı “James Byrd cinayeti” ise 7 Haziran 1998’de “beyaz ırkın üstünlüğünü açıkça savunan üç kişi” tarafından Teksas’da işleniyor. Siyah olduğu için… Önce feci şekilde dövülüyor. Ardından ayak bileklerinden zincirle kamyonetlerine bağlıyorlar.

Otopsi raporuna göre kilometrelerce sürüklenirken hâlâ hayatta. Sağ kolu ve başı koparak ölüyor. Polis “kalıntılar”ını 81 yerde buluyor. Ardından da cesedini “siyah mezarlığı”nın önüne atıyorlar. Katillerden ikisi idam ediliyor. Yaptıkları açıklamalar “hiç pişman olmadıkları, yine olsa yine yapacakları” yönünde. Diğeri müebbet hapis, itirafçı olmuş.

Kilise yine çok tedirgin

O süreçte Matt’in cinsel tercihi nedeniyle karşılaştığı şiddetin ilk olmadığı da basına yansıyor. 1995’te Fas’a yaptıkları lise gezisinde dövülmüş ve tecavüze uğramış. Annesi Matt’in bu olay nedeniyle depresyon, panik atak yaşadığını, intihar eğilimi nedeniyle hastaneye kaldırıldığını anlatıyor.

“Shepard cinayeti”ne tepkiler dalga dalga yayılıyor, birçok insan mum ışığında nöbette… Ailesinin bağışladığı kişisel eşyaları Washington’da Ulusal Amerikan Tarihi Müzesi’nde sergileniyor. Cenazesi de “ulusun manevi evi” olan Washington Ulusal Katedrali’ne defnediliyor. Kaynaklara göre bu “1978’de suikasta kurban giden San Franciscolu politikacı Harvey Milk gibi ‘eşcinsel bir şehit’e bile nasip olmayan büyük bir onur”.

Ama kilise çok tedirgin tabii. Yine çok tepkili… Ailesinin memleketi Wyoming eyaletine bağlı Casper kentinde kar yağışı altında yapılan ilk ayin, Kansas’tan koyu eşcinsel karşıtı bir vaizin sert protestolarının da hedefi. Rahip Fred Phelps ve aralarında çocukların da bulunduğu cemaati üzerinde homofobik öfkenin yer aldığı pankartlarla “ölen öğrencinin cehennemde yandığını haykırıyor” yas tutanlara… Öfkeleri derinden, nefretleri köklü. Farklı kiliselerin eşcinsellere karşı “gezici protesto grupları” bile var. “Gün bugün” deyip her fırsatta çıkıyorlar ortaya.

Saldırgana melek barikatı

“Kutsal mekân”daki bu acımasızlığa karşı Romaine Patterson Shepard’ın arkadaşlarıyla  kilise protestocularının etrafında bir daire oluşturuyor. Beyaz cüppeler giyen ve melekleri andıran devasa kanatlar takan grubun bariyerine rağmen öfkeli protestocuların sesi Shepard’ın yakınlarının kulaklarında… O günden sonra adları artık “Angel Action”. Amaçları o yolla kiliseye de unuttukları, umursamadıkları bir şeyleri hatırlatmak.

Bir başka kilisede baba Dennis Shepard’ın aklında kalan tek manzara, o törenden kalan hatıra, SWAT timleri, kilisenin çatısındaki keskin nişancılar, bomba arama köpekleri ve polisin ona giydirdiği kurşungeçirmez yelek. Hüzünle anlatıyor basına.

Nefret suçu sabit ama…

Wyoming “kovboy ülkesi”, kırsal, muhafazakâr.  “Wyoming Özgürlük Grubu” oksimoron; yasama meclisindeki en muhafazakâr blok. Trump’ın son seçimde oralardan aldığı yüzde 71.6 oy, bölgenin tarihinde bir başkan adayına verilen en yüksek oy. Her türden ayrımcılık adıyla sabit.  En küstah, pervasız, en tepeden stilini, bitevi kibir performansını belki de onda buluyor. Nefretle, küçümsemeyle donanmış yalanların özlediği lider.

Ardından katillerin yargılanması başlıyor. Lâkin Shepard’ın “eşcinsel olduğu için öldürüldüğü” ve bu vahşi cinayetin aynı zamanda bir “nefret suçu” olarak ele alınması kolay değil. ABD’nin birçok eyaletinde nefret suçu yasaları mağdurun cinsel yönelimini -net olarak- kapsamıyor. Şiddeti, cinayetleri o suçtan uzak tutup sıradanlaştırmak birçok kesimin ezeli çabası. Adı suç olarak konmuş nefret işine gelmiyor “kadim nefret”in.

Gerçi nefret, “homofobik şiddet” McKinney’nin, tanıkların hem ifadelerinde, hem de tutuklanmasının ardından yazılan bir mektupta da sabit: “Çok sarhoş bir homofobik olduğum için çıldırdım ve elimdeki silahla i..eye vurmaya başladım.” Kız arkadaşı da McKinnney’nin “eşcinsel düşmanlığı”yla hareket ettiğini söylüyor.

Örtülü desteğe tepkiler

McKinney’nin avukatları ise savunmasını “Shepard’ın müvekkillerinin bacağına dokunarak onu öfkelendirdiğine” dayandırarak deniyor. Ama yargıç bu “eşcinsel panik” iddiasını reddediyor. Mahkemenin kararı iki kez müebbet hapis. Lâkin tüm delillere rağmen “nefret suçu”yla değil; Wyoming yasalarında öyle bir hüküm yok ki…

“Shepard cinayeti” hem eyalet, hem de federal düzeyde nefret suçu mevzuatını gündeme getirirken, uluslararası düzeyde de ilgi odağı. Bu korkunç olay “maço kültüre, homofobiye örtülü hoşgörüye, sessiz desteğe karşı” tepkileri de tetikliyor. The Guardian gelişmeleri, tartışmaları sayfalarına “Amerika’nın en ünlü eşcinsel nefret cinayeti” başlığıyla taşıyor.

Sıradanlaştırma çabaları

Ekim 2009’da ABD Kongresi uzun, zorlu tartışmaların ardından “Matthew Shepard ve James Byrd Jr. Nefret Suçlarını Önleme Yasası”nı geçiriyor. Başkan Obama da imzalıyor anında. Lâkin başta Shepard’ın eyaleti Wyoming, Arkansas ve Güney Carolina’da öyle bir düzenleme hâlâ yok. Yirmiye yakın eyalette ise bu konuda veri toplamak/kayıt tutmak bir zorunluluk değil, işleyişi de esnek.

Farklı çevreler, gruplar, mâlûm medya da “Shepard cinayeti”ni yıllar boyunca eşcinsellikten arındırmaya çabalıyor. Olayın “uyuşturucu sorunu”ndan kaynaklandığına dair koca bir kitap bile çıkıyor piyasaya. Uyuşturucu, gasp cinayeti, hatta ağır tahrik sonucu… Ancak hukuk da, kamuoyu da cinayetin “eşcinsellere karşı hisler”den kaynaklandığını kabulleniyor sonunda. Irkçılık, cinsiyetçilik, ayrımcılıkla bilenen canavarca hislerden

TCK’ya da giren canavar

“Nefretle, vahşice işlenen cinayetler”e biz de yabancı değiliz. Hatta ceza hukukunda “canavarca hisle” işlenen cinayetlerin, yaralamaların yeri ayrı. TCK 82. Madde bu ağır suçu “canavarca hisle veya eziyet çektirerek” başlığıyla “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”nın gerekçeleri arasına yerleştiriyor. TCK 86. Madde’de kasten yaralama da “canavarca hisle” gerçekleştirildiğinde ceza arttırılıyor.

Kadına yönelik her türden şiddet yıllardır “nefret suçları”nın barometresi gibi zaten. Ama o hassaslıkta hukuki bir “cihaz”dan, “vicdan ölçer”den söz edemiyoruz elbette. Misal, beş yıldır süren “Pınar Gültekin davası” örneği de önümüzde. Cinayetin gerçekleşme biçimi kayıtlara şöyle geçiyor: Katil, eski sevgili Cemal Metin Avcı, Gültekin’i bağ evine götürüyor, bayıltıyor, boğmaya çalışıyor. Ardından oybirliğiyle verilen Adli Tıp Raporu’na göre “hayatta iken” bir varile koyarak benzinle yakıyor.

Sonra da varilin üstüne beton döküyor. Suç delillerini yok etmeye çalışıyor. Ceza ağırlaştırılmış müebbet. Ancak Yargıtay’ın kararı Avcı’nın Gültekin’i “canavarca hisle öldürmediği, haksız tahrik indirimden faydalanması gerektiği”… Dava itirazlarla hâlâ sürüyor.

“Eziyet” de muğlak

Türkçe’de de “canavar” nasibini her telden alan bir kelime. Kökeninde masallar, efsaneler… Ceza yasalarında da “canavar”ın/canavarlığın tanımı, yorumu, işleyişi muğlak. “Zalimce, vahşice, hiç acımadan” vurgularıyla tanımı açsan da boy boy örnekleri, “çeşit”leri çok. Acımasız bir kötülüğün tartışma kürsüsünde “Acaba yeteri kadar canavarca mı?” sorusu da asılı.

Ayrıca fiilin, misal bir insanı onlarca kez bıçaklamanın, kafasını kesmenin, parçalamanın, yakmanın, linç girişimlerinin, “gerçekleştiriliş şekli”nin ötesinde bir de o “his”, o “nefret”, o kasıt, o plan ve sonraki süreci var. “Canavarca hisler”in kökenindeki nefret, ırkçılık, cinsiyetçilik, her türden ayrımcılık kürsülerde muğlak.

Türlü türlü nefretin, geniş gerçekleştirilme alanıyla nefret suçunun, “eziyet biçimleri”nin kol gezdiği bir ülkede tanımı, işleyişi, hükmü yaman. Öyle olunca elle tutulur tek hukuki vurgu gibi görünen “eziyet” de muğlak.

“Türkiye hukuk devletidir”

İnsana eziyetle insana canavarca hislerle eziyet arasındaki sınırı kasıt, önceden planlama, suçun işleniş biçimiyle mahkeme çizebilir yahut “ağır tahrik” vb. ile flulaştırabilir ama o da birçok örnekte tartışmalı. Adaletin sadece heykelinde, bir de demeçlerde sabitlenen terazisi öyle maalesef… 

Adalet, yargı deyince Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un her cümlesinde, demecinde kullandığı “Yargı bağımsız, tarafsız”, “Türkiye hukuk devletidir” şablonunu medya tek tek sayıp haber yapıyor artık. Ne denirse, ne sorulursa yanıtı o. Merkezdeki koltuklarında oturan yorumcuların amentüsü de benzer.

Geçen ay Özgür Özel’le ilgili haber “özel” bile sayılmadı misal. CHP Genel Başkanı Özel bakanın yanıtlaması talebiyle belediyelere yönelik operasyonlarla ilgili yedi sorudan oluşan bir önerge veriyor. Zorunlu bir not da ekliyor soru önergesine:

“Yönelttiğim tüm sorulara ‘Türkiye bir hukuk devletidir’ şeklinde yanıt verdiğiniz için yazılı önerge halinde yöneltmek durumunda kaldığım sorularımın yanıtlanmasını talep ederim.” Ama habere göre Adalet Bakanı’nın yanıtı yine aynı: “Mahkemeler bağımsız ve tarafsız. Hiçbir organ, makam ya da kişi hâkimlere emir veremez.”

Canavarın ağzı büyük

Kol gezen suçlarda “canavar”dan yola çıksan o kelime zaten trafikte, enflasyonda dolaşımda. Canavarın ağzı büyük. Duyulmamış canavarlar, canavarlıklar bugün sırada… Her türden zulmün, eziyetin karşısında canavar tanımlamasının farklı versiyonları hep güncel. Eziyetin anlamı ise satırlara sığmıyor:

“Zahmet, cefâ, aşırı sıkıntı ve güçlük, ezâ, üzmek, incitmek, sıkıntıya sokmak, zahmet vermek, canını yakmak, işkence etmek” Sözlükteki örnek cümle de Ziyâ Osman Sabâdan: “Yaşamak bundan sonra kalbe ne eziyettir”. İşkence dersen “Bir kimseye yapılan aşırı eziyet, maddî ve mânevî cefâ. Aşırı gerginlik, sıkıntı, azap…”

“Nefret”in körüğündeki “canavarca”nın, “eziyet”in, “işkence”nin, insana, varlığına, özgürlüğüne dair ağır ihlallerin vicdana vurulması, “vicdani duruş” bir yol bu ortamda. Bütün bunların karşısındaki en eski kale, en azından bir burç. Borç… Hele “canavar”ın anlamı eski masallarla sınırlı değilse:

“çünkü Zeynep diye bir kız çocuk

‘canavarın zamanı yoktur’ demişti

yıllarca araştırdım bulamadım aslını

belki de haklıydı, kimbilir” (Turgut Uyar)

- Advertisment -