14 Eylül 2020 Pazartesi günü Türkiye tarihinin az rastlanır olaylarından birine şahit olduk.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir kanunun fıkralarından birini Anayasa’ya aykırı bulup iptal ettiği için Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan’a alenen meydan okudu.
Süleyman Soylu’nun muhalefete ve vatandaşlara muhtelif olaylar bağlamında atarlı tutarlı konuşmalarını biliyorduk ama bu defaki farklıydı. Bakan bu defa devletin içinden birini, üstelik yüksek yargının bir numaralı temsilcisini hedef almıştı.
İçişleri Bakanı Soylu, “Toplumsal Olaylarda Müzakere Kursu”nun açış konuşmasında sözü AYM’nin kararına getirdi, karara verdi veriştirdi. Türkiye’de yolların, sokak ve caddelerin pek güvenli olmadığını söyleyip, kanunun iptalinden sorumlu tuttuğu AYM Başkanı’na cadde ve sokaklarda polis koruması olmaksızın dolaşma konusunda meydan okudu.
İptalin arkasında Soma maden işçileri var
Soma kömür madeninde yıllar önce meydana gelen faciada yaşamını yitirenlerin aileleri ve işinden olan 3 bin 500 kömür işçisi adına 55 işçi ölüm ve emeklilik tazminatları için Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın organizasyonunda bir yol kadar önce Ankara’ya yürümek istiyorlar.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nın 22. Maddesinin 1. Fıkrasındaki “Şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez” hükmünden hareketle önce Soma Kaymakamlığı, daha sonra da Manisa Valiliği yürüyüşü yasaklıyor. Jandarma da iki kere yürüyüşü engelliyor.
İşçilerin konuyu taşıdığı Manisa 1. İdare Mahkemesi ise, yasanın ilgili maddesinin bu fıkrasını Anayasa’nın tanıdığı özgürlük sınırlarını ihlal niteliğinde buluyor ve iptal ediyor.
Demokrasiyi sindirememek böyle bir şey
İşte, İçişleri Bakanı Soylu’nun Zühtü Arslan’a meydan okumasına yol açan gelişme buydu.
Demokrasinin vasatı sayılabilecek bir hakkın yeniden kabulü; vatandaşın düşüncesini ifade etmedeki ve hak aramadaki son derece önemli bir özgürlük kullanımının önündeki engellerin kalkması, İçişleri Bakanı Soylu tarafından inanılmaz bir asabiyetle karşılandı. Bu, ülke ve iktidar adına gerçekten hüzün verici bir durum.
Yıllardır engellenen bir özgürlüğün yüksek mahkeme tarafından nihayet vatandaşlara teslim edilmesinin, iktidarın en önemli bakanlarından biri, üstelik konuyla doğrudan ilgili bakan tarafından kamuoyuna bir felaket gibi sunulması da kolay kabul edilebilecek bir durum değildir. Burada demokrasi kriterleri bakımından bir hazımsızlığın olduğu aşikardır.
Polis ordusuna rağmen Türkiye caddeleri güvensiz, öyle mi?
Bakan Soylu AYM Başkanı’nı kızgınlık içinde eleştirirken, Türkiye’nin sokak ve caddelerinde can ve mal güvenliğinin pek de emniyet içerisinde olmadığını ima eden sözler söylemesi de ayrı bir şaşkınlık yarattı.
Dört yıldır İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan bir kamu görevlisinin, hoşnut olmadığı bir karar Anayasa Mahkemesi’nden çıktı diye yüksek mahkeme başkanının polis koruması olmaksızın sokaklarda dolaşmayı göze alamayacağını iddia etmesi ve meydan okuması bir garabet örneğidir.
Yüz binlerce polis, on binlerce polis özel harekat, binlerce bekçi ve kırsal bölgede görev alan jandarma birlikleri ortadayken, AYM Başkanı’na söylenen fütursuz sözler hiçbir şekilde hoş karşılanamaz
Bunu söyleyen bir İçişleri Bakanı’nın en başta yapacağı iş, kendi konumunu sorgulamak olmalıdır.
AYM Başkanı ve üyeleri bunu hak etmedi
Hepimizin yargı kurumlarının aldığı kararlarla ilgili hoşnutsuzluğu olabiliyor. Bunları eleştiriyoruz da. Eğer yargı silsilesi içinde kararın değişmesi ve/veya düzeltilmesi yönünde bir imkan varsa onu kullanıyoruz. Onun ötesinde tek tek yargı mensuplarına yönelik özel bir tavrımız veya meydan okumamız söz konusu olmuyor. Zaten olamaz da.
Bildiğiniz gibi AYM, her ne kadar yazılı böyle bir tanım yoksa da, Türkiye’deki yargı kurumlarının zirvesidir.
Orada görev alan hakimler, en kötü koşullarda dahi son derece ciddi seçilme süreçlerinden geçerek o koltuklara oturuyorlar. Her biri mesleki formasyonları itibariyle o düzeyde görev almaya uygun insanlar arasından seçiliyor.
Saygınlıklarının siyasal tercihlerinden dolayı değil, anayasa ve yasalara gösterdikleri sadakat ve sergiledikleri vicdani tutumdan alıyorlar. Belli koşullar oluştuğunda cumhurbaşkanlarını bile yargılama yetkisini haiz yüksek yargının başkanlarını, mahalle arkadaşı gibi cesaret gösterisine davet etmeler filan yakışıksız olmuştur.
Bu olay aslında, güçler ayrılığı prensibinde geldiğimiz vahim durumun maalesef çok kaba bir göstergesi oldu.