Amerikan siyasetinde pervasız, patavatsız ve kibirli yöneticileri şimdiye kadar çok gördük. Emperyal kibir ve dünyaya nizam verme ihtirası bazılarının derilerine işlemiş.
Joe Biden’ın, yapıldıktan 7 ay sonra bizde ortalığı ayağa kaldıran röportajı, aslında bu tavrın vasat bir örneğiydi ve bu kadar ilgiyi hak eden bir şey değildi.
Herkes bilir, Oval Ofis’te oturan zatların bu tür sözlerine ve mektuplarına sık muhatap olmuş bir ülkeyiz.
O bakımdan serinkanlı yaklaşıp, çapına uygun makul bir karşı işlem için sıraya koymak sanki daha iyi olacaktı. Ama öyle olmadı. Hadise köpürtüldü.
Özellikle iktidarın bütün mahfilleri, konuyu tartıştırmak için bir heyecan, hırs ve toplu aktivite içindeler.
Belli ki, açık kaynak olarak aylardır orada duran sözleri şimdi alıp, “dış mihrak” Biden’ın açtığı minderde, paylarına “işbirlikçilik” düştüğü ileri sürülen başta CHP olmak üzere, Millet İttifakı’nın sağlı sollu bütün partilerini tuş etme fırsatı yakaladıklarını düşünüyorlar.
Tuhaflıklar
Ama yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Bu röportaj yapıldığından beri Cumhurbaşkanlığı’nın ilgili bilumum kadroları, Dışişleri Bakanlığı’nın sayısız personeli, ABD’deki elçilik ve konsolosluk görevlileri neden kıllarını kıpırdatmadılar; hakikaten bunun iktidar cenahından gelen tatmin edici bir cevabı yok.
Hadi, onların hepsi dünyanın en etkili yayın organlarından birinde yapılan bu röportajı atladı diyelim; iktidar yanlısı medyanın dış haberler servislerine, köşe yazarlarına ve sosyal medyada istihdam edilmiş trollere ne demeli?
Halbuki, TRT işlerini kolaylaştırmış, yabancı bir akademisyenden bu röportaj hakkında değerlendirme yazısı alıp vakitlice yayınlamış. Bunu bile görmemek nasıl bir şey?
Peki, yaprak kıpırdasa haberi olan MİT; Biden, ki eski başkan yardımcısı, Kasım 2020 seçiminde ABD’nin başına geldi gelecek, deyip kıyıdan köşeden izlemiyor muydu? Vallahi inanmam!
Hal böyleyken, röportajda “seçim sürecinde Erdoğan’ı devirmeleri için muhalefete destek vereceğim” demiş diye, kalkıp “Bu adama zamanında niye tavır almadınız?” diye hesap sorup muhalefeti dövmek ancak bizde olur.
Her nasılsa “cuk” diye oturan tesadüf
Bu röportajın sosyal medyada yer alma macerası doğrusu pek tesadüfi gibi durmuyor. Siyasette her şeyin mümkün ve mubah olduğu bir dünya gerçekliğinden hareket edersek, bir zamanlama mühendisliğiyle karşı karşıya olduğumuz ileri sürülebilir.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un röportajın o 2.12 dakikalık bölümünü paylaşmasını takiben, ülke gündeminin yeniden dış mihrak ve işbirlikçileri zeminine ışık hızıyla kayması ve ardından muhalefeti hedef tahtasına koyan eleştiri furyasının başlaması, haklı olarak bunu akla getiriyor.
“Türkiye’nin büyük bir bölgesel güç olma yürüyüşünün önünü kesmek isteyen dış mihraklar ve işbirlikçileri” anlatısının, belli dönemlerde hayli alıcısının olduğuna inanç kuvvetli olmalı ki, AK Parti sık aralıklarla buna başvuruyor. Yine öyle bir dönemden geçiyoruz anlaşılan.
Kabak tadı veren dış mihrak
19 yıldır ABD’nin Demokratı ve Cumhuriyetçisiyle şu veya bu şekilde çalışan, yakınlaşan veya uzaklaşan AK Parti ve iktidarı değil mi? Onlarla arasını bazen düzeltip bazen bozan da aynı iktidar değil mi?
Kimi dünya ve bölge projelerinde anlaşıp yan yana gelen, ya da anlaşamayıp karşı cephelerde yer alan aynı AK Parti iktidarı olmadı mı?
Karargâhı Pensilvanya eyaletine, yani ABD’nin göbeğine kurup, 15 Temmuz 2016’da kanlı bir darbe girişimini gerçekleştirenler, AK Parti’nin ilişkileri bozulan eski ortağı değil mi?
Tutuklu rahibi, İran’a uyguladığı ambargoyu filan ileri sürüp, “doları havalandırıp ekonominizi çökertirim” diyen, iktidarın iyi anlaştığı dış mihrak Trump değil mi?
İşler yürürken “AK Parti’nin dış politika ve diplomasideki muazzam başarısı”, tersine döndüğünde “dış mihrakların tuzakları ve iç muhalefetin engellemeleri” demek, artık kabak tadı verdi. Bu milliyetçi heyheylenmeler kimseyi bir yere götürecek gibi değil.
Ayıyla yatağa girmek…
Öncelikle ister Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun, ABD gibi bir ülkenin başkanlığına aday olanların, hem müesses nizamın çizdiği çerçeveyi gözeterek, hem de güç dengesini dikkate alarak, dünya düzeninin efendisi iddiasına uygun politika ve dil geliştirdiklerini görmemiz lazım.
Bizim ona nasıl bir tavır aldığımızdan bağımsız olarak, bu emperyal güç her adımında bunu ihsas etmeyi politikasının esası haline getirmiş durumda. Trump ve Biden gibi vasatı temsil eden siyasi aktörlerin elinde ve dilinde bu daha fazla böyle oluyor.
Örneğin, BM ve muhtelif ittifaklarda üye olarak yer alan ülkeler arasında olması gereken eşit diplomatik ilişki ve davranış modelini bir yana bırakıp, var olan asimetriyi en kaba haliyle sergilemeyi kendilerine doğal bir hak olarak görüyorlar. Biden da ülkeler arasındaki ilişkiyi paranın, silahın ve cismani büyüklüğün terazisinde tartan bir geriliğin ve nobranlığın sıradan bir temsilcisi.
Evrensel sorumluluk ve dayanışma
Bu olay vesilesiyle önümüze gelen başka boyutlar da var. Devletler birbirlerinin egemenliğine, sınırlarının bölünmezliğine, bütünlüğüne ve iç işlerine saygı göstermeliler elbette. Dünya barışı büyük ölçüde buna bağlı.
Ancak, mesele bununla sınırlı değil. BM’nin kararlarında ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi birçok belgede ifadesini insan hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi gibi hallerde, insanlık olan bitene seyirci kalamaz. Bağımsızlık, egemenlik bunlara kalkan olamaz.
Partiler ve iktidarlar politika ve değerler bakımından kendilerine benzeyen başka ülkelerin iktidar ve partileriyle uluslararası hukuk ve demokratiklik çerçevesinde işbirliği ve dayanışma sergileyebilirler ve birbirinden öğrenme süreçleri yaratabilirler.
İdeolojilerin, demokrasinin ve insani değerlerin evrenselliği dikkate alındığında bunun olağan karşılanması gerekir. Nitekim bu amaçla muhtelif enternasyonal örgütlenmeler de söz konusudur.
Ama Biden’in sözleri ve bakışı bu kapsama girecek türden şeyler değil.
Biden’ın densizliği muhalafete saldırı için gerekçe olamaz!
Biden, söz konusu röportajında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve iktidara karşıtlığını ortaya koyup, devrilmesi için seçim sürecinde muhalefete destek vermekten söz ediyor. Kürtlerin topluma entegrasyonu için parlamentodaki varlıklarında kararlı bir tutum takınacağını belirtiyor.
ABD özellikle 20. yüzyılın ortalarından itibaren, yani dünya düzeninin liderliğini ele geçirdikten sonra, birçok ülkede gerçekleşen ve demokratik süreçleri yok eden, kanlı darbelerin arkasında bulunan bir dünya gücü. Uluslararası düzeyde taşıdığı nispeten demokratik fonksiyonlarını çoktan yitirmiş durumda.
Bugüne kadar Türkiye’de yapılan darbeler aşağı yukarı bütün siyasal partilerin olağan faaliyet süreçlerinin kesintiye uğramasına ve mağdur olmalarına yol açmıştır. Bir zamanlar vesayet ve darbe güçleriyle haşır neşir olan CHP ise, Kemal Kılıçdaroğlu’ya beraber bu zihniyetle yolunu ayırmak için ciddi bir kararlılık ve çaba gösteriyor.
Bu bakımdan, Biden’ın sorumsuz sözlerinden hareketle, muhalefet partilerinin demokratik seçimler dışında herhangi bir yola sapmayacaklarına dair iktidara taahhütte bulunmalarını beklemek hem haksızlık, hem de olağanüstü saçma bir talep.
AK Parti iktidarı, gelecek ABD yönetimiyle kuracağı ilişki üzerine kafa yorsa daha isabetli bir iş yapar.