CHP’de değişim tartışmalarının merkezindeki genel başkanlık koltuğuna görünürde birçok talipli var. Ama gerçek aday sayısı iki: Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu. CHP ya Kılıçdaroğlu ile yola devam edecek ya da İmamoğlu ile yeni bir sayfa açacak. Üçüncü bir seçenek yok! Gerçi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni elde tutmak için, koltuğu önce bir emanetçiye teslim etmek ve sonra İmamoğlu’na devretmek gibi bazı senaryolar da konuşuluyor. Fakat bu, gerçek bir alternatif sayılmaz.
Peki, bu iki isim arasında bir uzlaşma olmaz ve genel başkanlık için bir kapışma yaşanırsa, İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu karşısında bir şansı olabilir mi? Sanırım, bu soruya doğru cevap verebilmek için İmamoğlu’nun güçlü ve zayıf taraflarını teraziye koymak gerekir. Genel başkanlık için girişilecek bir mücadelede İmamoğlu’nu bekleyen üç büyük handikaptan söz edilebilir:
İlki, parti ve delege yapısıdır. Doğrusu bu salt CHP için değil bütün partiler için geçerli bir sorundur. Türkiye’de parti genel başkanları delegeleri, delegeler de parti genel başkanlarını seçerler. Genel başkanların, kendilerini seçecek olanları seçmek gibi bir lüksleri vardır. Kılıçdaroğlu da 13 yıldır devam eden genel başkanlığında delege üzerinde ciddi bir hâkimiyet kurdu. Partide yoluna taş koyanları da bu hâkimiyeti sayesinde bertaraf edebildi. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun değişime rıza göstermediği bir vasatta, delegenin İmamoğlu’ndan yana saf tutması zor gözüküyor.
İkincisi, CHP müesses nizamının İmamoğlu hakkında pek de hayırhah düşüncelere sahip olmamasıdır. Orijinal bir CHP’li olarak addedilmiyor İmamoğlu; fazla “sağcı” görülüyor ve ondaki Erdoğan tınısından rahatsızlık duyuluyor. İmamoğlu’nun Erdoğan’ı andıran siyaset tarzı, CHP bünyesine yabancı bulunuyor ve partinin başına “ikinci bir Erdoğan”ın geçmesine müsaade edilemeyeceği fısıldanıyor. Biraz abartmak pahasına da olsa, bu müesses nizamın İmamoğlu’nu CHP Genel Merkezi’nden içeri dahi sokmak istemeyeceğini söylemek gerekir. Muhtemelen İmamoğlu da bunun farkındadır ve kendisi de onlar için benzer duygular beslemektedir.
Üçüncüsü, Genel Merkez’in, belediyeleri ve muhalif medyayı yönlendirme gücüdür. Genel Merkez bu güçle, hem kendi doğrularıyla örtüşmeyen yaklaşımların kamuoyuna yeterince yansımasını engelleyebiliyor ve hem de kendisine ters düşenlerin dışlanmalarını hızlandırabiliyor. Böylece Kılıçdaroğlu’nun çarkı dönerken, rakipler sahanın dışına itiliyor.
Toplumsal misyon biçilecek aktör
Bu zaaflarına mukabil İmamoğlu’nun halkta bir karşılığı var. Ve bu karşılık, zaaflarını absorbe edecek derecede, onun kuvvetli yanını oluşturuyor. Kılıçdaroğlu’nda hiç bulunmayan bir özellik bu; hele son seçimlerden sonra onun artık toplumsal bir kabul görmesi, ihtimal dâhilinde gözükmüyor. Oysa İmamoğlu’nun halk nezdinde bir hikâyesi var; o, İstanbul belediyesini alan ve Erdoğan’ı iki kez yenen bir siyasal aktör.
Gerçi Mayıs seçimlerinde alınan mağlubiyet onun bu başarı öyküsünün de yıpranmasına neden oldu. Zira o da, cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak alanlara çıktı ve sandığa girdi. Netice itibarıyla o da yenildi ve ona da bir hesap kesildi. Lakin yine de İmamoğlu, CHP içinde toplumun ve bilhassa muhalif seçmenlerin kendisine bir misyon biçebilecekleri yegâne aktör olarak ortada duruyor.
Dolayısıyla liderlik yarışına soyunacak İmamoğlu’nun, bu güçlü yanını tahkim etmeye yoğunlaşması gerekiyor. Aslında, partinin tavanını ama daha ziyade tabanını etkilemesi için başka bir çıkar yolu da yok! İmamoğlu, ancak toplumsal kabul oranını artırdığı ölçüde, partisinin mensuplarının tercihini kendi yönüne çevirebilir. Halkta ne kadar destek görür ve siyasetini ne kadar halka mal ederse, tabanı da o kadar kendi yanına çekebilir.
Vaziyet budur.
Ama İmamoğlu’nun bu vaziyetin gereğini yerine getiren bir siyaset izlediği söylenemez. En azından bugüne kadar!
Evet, İmamoğlu, bir değişim zaruretini artık daha açık ifade ediyor; bunun için bazı adımlar atıyor. Örneğin, bir internet sitesi kuruyor, zoom toplantıları yapıyor, partinin ağabeyleri ile görüşüyor, makale yazıyor. Ancak bunlar Türkiye’de siyasetin akış yönünü tayin edecek faaliyetler değil. Ona bel bağlayan toplum kesimleri İmamoğlu’ndan isteklerini yazacak bir site kurmasını ya da makale yazmasını beklemiyorlar; somut bir siyasi duruş göstermesini, net bir siyasi tavır koymasını bekliyorlar.
“Bir Siyasi Manifesto”
İmamoğlu, “Bir siyasi manifesto” olarak nitelenen Gazete Oksijen’deki makalesinde, yerel ve genel birçok konuya dokunuyor. Mesela Kürt ve Alevi meselesinden bahsediyor. Yerel siyasetin önemine değiniyor. Merkezin yerel üzerinde bir vesayet ilişkisi kurmasının yanlışlığını belirtiyor. Kayyuma karşı çıkıyor. Yeni bir kadro ve yeni bir örgütle teçhiz edilmiş yeni bir siyasete olan ihtiyacı vurguluyor: Liderliğin önemine dikkat çekiyor.
Mamafih çok söz tüketmesine rağmen asıl söylemesi gerekeni söylemekten imtina ediyor. Teşhis ettiği sorunlar karşısında kendisinin ne yapacağını, nasıl bir rota tutturacağını açıklamıyor. “Türkiye’yi yeniden hayal etmek, ikinci yüzyılımızda yeni bir yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyorum” diyor ama bu yeni yolculuğunu ete kemiğe büründürmüyor.
Sözlerinin kastını ve faaliyetlerinin gayesini açık ve somut bir şekilde konuşmuyor. Hep bir arada kalmışlık hali var İmamoğlu’nun; CHP Genel Başkanlığı ile İBB Başkanlığı arasında kaldığı hissediliyor; ne partiden ne de belediyeden eli oluyor. Hedef kitlesi belirsizleşiyor; hem dar CHP elitini memnun etmeyi hem de geniş toplumsal kesimlerin teveccühüne mazhar olmayı arzuluyor ama sonuçta her ikisini de tatmin edemiyor.
Velhasıl İmamoğlu’nun bu yöntemle muradına varması olası değil. İmamoğlu, ilkin ne olmak ve ne yapmak istediğini billurlaştırmalı. Atla deve değil, nihayetinde önünde iki seçenek var: Ya belediye başkanlığına devam edecek ya da genel başkanlık için kolları sıvayacak. Eğer kararı belediye başkanlığı olacaksa, o zaman genel başkanlık planlarını bir süreliğine çekmeceye kilitlemesi ve tamamen belediye işlerine odaklanması gerekir. Yok, eğer genel başkanlığı almaya niyetlenecekse, yani gözünü liderlik koltuğuna dikmişse, o vakit de topluma ve özellikle muhalefet seçmenine karşı açık olması lazım gelir.
Zaten İmamoğlu da yazısında günümüzün liderlerinin “güçlü”, “demokratik” ve “cesur” olmaları gereğine parmak basar. Tahlil, doğru! Öyleyse ihtiyaç duyulan bu demokratik cesareti herkesten önce İmamoğlu’nun göstermesini beklemek, herhalde haksızlık olmasa gerek.