Akşam üzeri 18:00 sularıydı. İşkenceci polis Sedat Caner’i bana bağladılar. Lafı hiç dolandırmadı. “Görev icabı” işkence yapmış, hiç beklemediği halde işkence suçundan mahkûm olmuştu. Yaptıklarını itiraf etmek ve yeni bir hayata başlamak istiyordu. Birkaç koşulu vardı. Levent’te bir pastanede buluşmak üzere anlaştık.
Akşam saati olduğu için Nokta yazı işlerinde çok az insan kalmıştık. Nokta’nın patronu -2003 yılında kaybettiğimiz- gazeteci Ercan Arıklı, kurumun avukatı Adil Özkol oradaydı. Başka kim vardı, tam hatırlamıyorum. Ben durumu özetledim ve yanıma birisini alıp gideceğimi söyledim. Karşımızda yargının suçlu bulduğu bir işkenceci polis vardı. Yaptıklarını itiraf etmek istiyordu. Ercan Arıklı heyecanlanmıştı. Adil Özkol, temkinliydi. Adamın bizi yanıltmak için gönderildiğini de düşünmeliyiz, diyordu. Vazgeçirmek istiyordu. Ben 12 Mart işkencesinden geçmiş birisi olarak adamla buluşup onu dinlemeye kararlıydım. Ercan Arıklı beni destekledi. Can San ile birlikte randevuya gittik.
Sedat Caner ile bir saat kadar konuştuk. Can da ben de dinlediklerimizden sersemlemiştik. Bize ulaşmak istediğinde ne yapması gerektiğini söyledik. Ve ayrıldık. İşkenceci itirafları karşılığında bizden ne istiyordu? Oldukça makul bir para istiyordu. Biz yayına başlarken o da yurtdışına kaçacaktı.
Dergiye döndük ve görüşmemizi özetledik. Adil Özkol, ikna olmamıştı. “Bakalım mahkeme dosyasına” dedi.
Mahkeme dosyası ve Sedat Caner’in anlattıkları üzerinde iki aya yakın bir çalışma yapıldı. Her şey gizlilik içinde yürüyordu. Ben, Can San ile birlikte Sedat Caner ile görüşüyordum, anlattıklarını Nokta araştırma ekibi çözüyor, didikliyor, çelişki var mı bakıyor, onun itiraf ettikleri ile yaşanmış olaylar birbirini tutuyor mu, inceliyorduk.
Sedat Caner dergiye geliyor, pek kimseye görünmeden bir odaya alınıyor, görüşmeler orada yapılıyordu. Anlattıklarını kendisine okutuyor ve imzasını alıyorduk. İşkenceleri tarif ediyor, tarifleri çiziliyordu.
Fotoğrafları çekildi. Gözünü bantlayarak kullanacağımıza söz verdik. Sanırım, devam sayısının işkence kapağı için de Levent Tayla poz verdi.
Pür heyecan, sessizce ilerliyorduk. Bazı hararetli tartışmalar yaşadığımızı hatırlıyorum. Tek korkumuz Adil Özkol’un son anda yayını tehlikeli bulup sansür etmesiydi. Can San ile birlikte Ercan Bey ile konuştuk. İtirafların mutlaka yayımlanmasını istiyorduk. Aksi halde röportajı bir başka yayın organına götüreceğimizi söyledik.
Ercan Arıklı kararını vermişti. İtiraflar yayımlanacaktı. Sedat’ın istekleri yerine getirilmiş, parası ödenmiş, yazılar yazılmış, sayfalar hazırlanmıştı. En önemlisi, Adil Özkol birkaç gün için Levent’teki ofisten ayrılmış, bir iş için Ankara’ya gitmişti. Engeller kalkmış, herkes harıl harıl çalışıyordu. Cuma gecesi sabahladık. Ertesi sabah 10:00’a doğru evlerimize yollandık. Bir şeyi ihmal etmiştik. Derginin cumartesi pazar kapalı olduğunu Sedat Caner’e söylemeyi akıl etmemiştik. Ondan sabaha kadar ses çıkmayınca, gittiğini varsayarak dergiyi matbaaya yolladık.
Ne var ki, Sedat Caner Edirne’de sınırdan çıkacakken bir aksilik olmuş ve Türkiye’den çıkamamıştı. Cep telefonu daha bilinmiyordu. Yayını durdurun demek istemiş ama Nokta Dergisi hafta sonu kapalı olduğu için bizlere ulaşamamıştı. Sınırdan geri dönen Sedat Caner yeni bir plan yapmış, hayatını kurtarmak için dönemin dinamik gazetesi Güneş’e başvurmuş, onlara da yaşadıklarını anlatmıştı. Aksiliklerden sonra her şey yolunda görünüyordu.
Yayının ardından
Sedat Caner’in işkence itirafları Nokta Dergisi’nde Pazar günü yayımlanmış, ertesi sabah dergiye gitmek üzere Göztepe’de, Şair Arşi caddesinin başında otobüs bekliyordum. Biraz tedirgindim. Camlarından içi görünmeyen, bende tuhaf kuşkular uyandıran siyah bir resmî otomobil önümde durdu. İçinden koyu renk takım elbiseli bir adam indi. Bana doğru yürüyordu. Korkudan ürperdim. Beni alıp götürecekler diye düşündüm. Ancak adam dostça gülümsüyordu. Polis falan değildi. Karşımdaki adam, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekili Fikri Sağlar’dı. O da Nokta’ya gitmek üzere yola çıkmıştı. Beni görünce makam arabasına almak için durmuştu, birlikte yola koyulduk. Kâbus senaryosu başlamadan bitmişti. Sıra yaptığımız yayının keyfini çıkarmaya gelmişti.
İşkence itirafları Ankara’yı ve Türkiye’yi neredeyse yerinden oynatmıştı. Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Nokta toplatılmış, ama ikinci baskıyı da yapmış, 100 bin üzerinde dergi okuyucuya ulaşmıştı. Bakanlar basın toplantıları yapıyor, olaya gölge düşürmek isteyenler yalan yanlış haberler yayıyorlardı. Ulusal Basın Ajansı’nın (UBA), “Sedat Caner, Adalet Bakanı’nın koruması değildi. Nokta hedef saptırıyor” diyerek haberi değersiz kılma gayreti herkesi güldürmüştü. Sonunda Sedat Caner’in şoför kadrosu ile Adalet Bakanının korumalığını yaptığı ortaya çıkmıştı. İşkenceci polis ile bakan bu kadar yakındılar.
Barolar Birliği devrede
Sedat Caner, dönemin Barolar Birliği Başkanı Teoman Evren’in düzenlediği bir basın toplantısında yaşadıklarını gazetecilere anlatmış, sonra da Teoman Evren tarafından savcılığa teslim edilmişti.
Bizler de, itirafların ikinci bölümünü yayımlamak üzere hazırlığa başlamıştık.
İşkence Türkiye’de ilk kez bu kadar büyük tepki görmüş, işkenceciler hiç değilse bir süre için çalışmalarına ara vermek zorunda kalmışlardı.
İşte o itiraflar…